Araba ile Balkanlar Turu 3
SPLIT
Batı Dalmaçya kıyılarını geze geze altıncı durağımıza doğru ilerliyoruz. Sudokan’da deniz kenarı pansiyonlar ve denize girilen kumsallar var. Sahil yolundan gittiğimiz ve tüm kıyılara yerleşildiği icin isimlerini akılda tutamayacağım kadar çok yer geçtik. Yol üstünde Provicka’dan önce sahilden giden eski yola saparak ‘Kendina Prisoka’ adlı balık lokantasında durup güzel midye ve kalamar yedik. Bu arada güneşli bir ortamda iken denizden gelen fırtınaya tanık olduk.
Sahilleri görmeye devam ederek Primosten’a vardık. Hırvatistan’ın dantel kıyılarındaki müthiş güzellikteki küçük kale şehirlerinden biri. Kahve molası vermek için durduk. Burası deniz kıyısına inşa edilmiş surlar içinde bir minik şehir. Dar sokakları yine kafeler ve hediyelik eşyacılarla renklenmiş. Tepesinde kilisesi denizi yukarıdan görüyor. Son olarak da Trogir’e (Unesco Dünya mirası listesinde) uğradık ki iyi ki gitmişiz. Kalesi ve şehriyle çok güzel bir şehir. Mutlaka görülmeli.
Altıncı durağımıza sonunda vardık. Zadar – Split arası 157,5 km. Split, Dalmaçya bölgesinin en büyük şehri olmasının yanı sıra aynı zamanda en önemli şehri. Eski şehre, Doğu kapısından giriyoruz. Çünkü şehrin çevresi surlarla çevrili ve her yönde 4 kapısı bulunuyor. Altın kapı (Porte Aurea), Gümüş kapı (Porte Argentea), Demir kapı (Porte Ferrea) ve Bronz/Tunç kapı (Porte Aenea).
Gümüş kapıdan eski şehre inince karşımıza İmparator Diocletian’ın mozolesi yani mezarı olarak yapılan St. Domnius Katedrali çıkıyor. St. Domnius Katedrali şehrin doğu bölümünde.
Burası başlangıçta Roma sarayı ile aynı zamanda, İmparator Diocletian için bir mezar olarak 305 yılında yapılmış. Bir Roma tapınağı ve Katolik kilisesi karışımı gibi inşa edilmiş.
Ancak 7. yüzyılda saldırıya uğrar ve mezar olarak yapılan yapı, katedral yapısına dönüştürülmüş. Aynı tarihte, İmparator St. Domnius’un ölüsü, bu mozoleden çıkarılıyor ve burası kiliseye çevriliyor. Yapıya 12-16. yüzyıllar arasında çan kulesi ekleniyor.
Diocletian Sarayı'nı da içine alan eski şehir (Stari Grad) UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilerek koruma altına alınmış. Şehir merkezinde, antik duvarlar içinde. Geç antik mimari dönemin en önemli ve orijinal yapısı. Dünyada, en iyi korunmuş Roma saraylarının başında gelir.Roma İmparatoru Diocletian tarafından inşa edilmiş. 284 yılında Roma imparatoru olur. Ancak, imparatorluk sınırlarındaki iç çekişmeler nedeniyle, 4 imparator tarafından yönetilmektedir. Bundan 20 yıl sonra, Diocletian, burada yaptırdığı sarayına çekilir ve imparatorluktan ayrılır. Bu eski şehir, yani Salona şehri: 600’lü yılların başlangıcında kuzeyden gelenler tarafından saldırıya uğrayınca, buradan kaçan yerli halk Diocletian sarayının çevresindeki bölümlerde ev yaparak yerleşmeye başlamış. Bu arada İmparator Diocletian’ın oğlu, İstanbul’a ismini veren Konstantin. Saray yapısının boyutları 220x185 metre boyutlarındadır. Çevresi ise 25 metre yükseklikteki duvarlarla çevrili.
Sarayın 4 giriş kapısı ve 16 kulesi bulunuyor. İmparatorluk daireleri güneydeki bölümde. Buradaki galerinin uzunluğu 160 metre ve genişliği 7 metre. Bu galeri, imparatorluk dairelerinin enine paralel olarak uzanıyor. Dalmaçya kıyılarındaki deniz manzaralı büyük galerinin gezinti alanı olduğu düşünülüyor. Kuzeydeki bölümler ise konuklar ve hizmetçiler için ayrılmış.
İmparator 305 yılında tahttan çekilir ve saraya yerleşerek ölene kadar, yani 316 yılına kadar burada yaşar. Öldükten sonra kuzeyden gelen Avarların akınları, yöreyi olduğu gibi sarayı da etkiler. 639 yılında Avar akınları kesildiğinde ise şehirleri tahrip olan Salone insanları buraya gelerek, sarayın yıkıntıları içine sığınırlar. Salonalılar, eski duvar, sütun ve süslemelerden yararlanarak, evlerini buraya inşa ederler.
Açık alan ve doğu-batı tarafı ve merkezdeki çelenk süslemeli kemer ve altı sütunlu revamla çevrili peristil bölüm mutlaka gezilmeli.
Günümüzde burası tam bir harabe ama hâlâ ayakta ve şehrin insanları hayatlarını bu eksen çevresinde geçiriyorlar. Buraya giriş ücretli. Ücret: 80 kn.
Günümüzde sarayın tek el değmemiş bölümü bu merdivenlerden inilen bölümdedir. Yani bir anlamda sarayın lağım bölümüdür. Dolayısıyla, Diocletian’ın mezarı ve sarayın birçok bölümü zamanla değişirken; burası ismine ve durumuna atfen hiç değişmeden günümüze ulaşmıştır. Çünkü buraya kimse girmemiştir. Ama burada aynı zamanda sarayın temellerinin aynen kaldığını görebiliyorsunuz.
St. Duje Çan Kulesi (Bell tower): Kule'ye çıkıp şehre bir de yukarıdan bakmak… Çan Kulesi şehrin simgesidir. Kilisenin hemen yanında bulunan kulenin tepesine çıkmak için ayrı bir bilet almak gerekiyor. Bilet aldığınızda ise dar merdivenlerden çıkarak şehrin muhteşem bir manzarasını görebiliyorsunuz. Buraya giriş 10 kn.
Jupiter Tapınağı: Diocletian Sarayında, 5. yüzyılda Jupiter tapınağı olarak hizmet etmiş ve daha sonra St. John Vaftizhanesine dönüştürülmüş bir yeri görüyoruz. Burada St. John heykeli var. Antik Roma dönemi tapınağı olan bu eser günümüzde St. John Kilisesi olarak kullanılmaktadır. Buraya giriş 10 kn.
Peristil Meydanı bölgesindeki sokak kafelerinde oturabilir veya dar sokaklarda gezebilirsiniz. Peristil Meydanı, sarayın çevresinde Roma dönemine ait yapılarla çevrili meydandır. Burada dans, karaoke eğlenceleri olmakta. Merdivenlerde oturup, içeceklerinizi sipariş ediyorsunuz. Enteresan bir ortam.
Yürüyüşe devam ettiğimizde ise bu kez şehrin ‘Altın kapısı’ndan geçerek, dar yollardan ilerliyoruz ve altın kapının hemen dışındaki Aziz Yorgo heykeline ulaşıyoruz.
St. Gregory Heykeli- Grgur Ninski: Şehrin en çok ziyaret edilen yerlerinden biridir. Ninski 10. yüzyılda Hırvat dini lider olarak öne çıkıyor. 10. yüzyılda İncil’i Hırvatçaya çevirmiştir. Heykelin sol ayak başparmağı yıllardır, ziyaretçiler tarafından iyi şans getireceğine inanılarak ovuşturulmaktadır.
Cumhuriyet meydanı - Republic Square (Prokurativa) Sarayın batı tarafında, 15’nci yüzyılda inşa edilmiş eski belediye binasının bulunduğu alandadır. Burada restaurantlarda yemek yenilebilir. Meydanda ayrıca 1910 yılında kurulmuş bir Etnoğrafya Müzesi görülüyor.
Green Bazaar, Fish market sabah erken gezilebilir.
Marmontova Street’te yol boyunca mağazalar dizili. Alışveriş için güzel bir yer.
Riva, sahil şeridindeki kafelerden birinde oturup kahve içmek ve halkın yaptığı gibi gelen geçenleri izlemek ve özellikle akşam konser ve müzik dinlemek için ideal yer. Biz Hırvat yöresel halk dansı ve şarkı gösterisi seyretme şansı yakaladık.
Biz Live Theatre diye gençlerin antik dönemi anlattıkları oyuna gittik. Gayet eğlenceliydi. (Derin çok istedi :) )
Split merkezdeki halk plajında biraz da denize girerim dedik. Oldukça kalabalıktı. Keşke vaktimiz ve takatimiz kalmış olsaydı da Bor adasına gidip orada girebilseydik.
Akşam yemekten sonra yediklerimizi sindirmek amacıyla yürüyerek Marjan tepesine çıktık. Biraz yorucuydu. Burası şehrin batısında bulunuyor. Tepenin yüksekliği 174 metre. Buradan şehrin panoramik manzarası görülüyor.
Tepenin güney tarafında Aziz Nicholas Kilisesi bulunuyor. Doğu bölümünde ise St. Jeronimus Kilisesi var. Marjan tepesinde ev yapımı yasak, şehrin akciğerleri gibi değerlendiriliyor.
Maria’nın (kale içindeki apart daire kiraladığımız bayan) tavsiyesi ile yemeğe Konoba Kod Joze Restauranta gittik. Kalenin dışında biraz köhne bir yolda. ‘Konoba’, salaş lokanta anlamına geliyor. Adriyatik'in balık ve balık ürünü çeşitleri var. Biz siyah risotto, karides, ve yerel şaraplarını denedik. Süperdi. Burayı güzel yapan en önemli özellik, çoğunlukla yerlilerin tercih ettiği bir yer olması. Şehirde yerel lezzetlerden tatmak isterseniz bir de “Soparnik” tatmalısınız. Bu sebze ile doldurulmuş ve ateşte pişirilmiş bir tür hamur yemeği. Üstüne zeytinyağı ve sarımsak ilave ediliyor.
MOSTAR
Yedinci durağımız Mostar’a doğru Dalmaçya kıyı şeridinden ilerlemeye devam ettik. Dağlar denize dik, dolayısıyla karşıda hep küçük adalar, koylar ve dağlar görüyorsunuz. Açık deniz görüntüsü olmadığından manzara süper. Dalmaçya kıyıları genel itibariyle tüm sahillere yerleşilmiş vaziyette ama kalınacak yerlerin hepsi pansiyon ve apart şeklinde. Tek bir büyük otel yok. Tesis, şezlong, semsiye vs. yok. Herkes her yerden denize giriyor. Kumsal tek tük; çoğunlukla taşlık yerlerden, kayalardan giriliyor ama çok temiz. Omes’de durup denize girdik. Yollarda insanlar ellerinde apartment pankartları ile boş oda satıyorlar. Rahatça kalınacak yerler var. Piloce’ya kadar kıyı şeridini gezip Mostar’a ayrıldık. Daha önce de Karadağ’dan Dubrovnik’e kadar gelip o kıyıları dolaştığımız için tüm Dalmaçya kıyılarını boydan boya tamamlamış olduk. Mostar’a giderken gruplar halinde yüzlerce insanın akın akın kiliseye gidiyordu. Merak edip takip ettik. Medugurje şehrinde Miladifest Gençlik dinsel festivali varmış. Kanada dahil dünyanın heryerinden insanlar var. Ayrıca kilise çevresinde her ülkenin rahibi ve sıraya girmiş günah çıkaran insanların olduğu ve yüzlerce kişinin toplanıp dinsel ayinler yaptığı ortam. Sanırım bir hac gibi zira o kadar çok oteli her zaman doyuracak iş çıkması mümkün değil.
Yedinci durağımız Mostar’a vardık. Split – Mostar arası 159,9 km. Bosna Savaşı sırasında üzücü olaylara sahne olan şehirde halen savaşın izlerini görmek mümkün. 2005 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan Mostar’da bir çok Osmanlı eseri yer alıyor.
Kurulduğu şehre de adını veren Mostar Köprüsü (İngilizce: Old Bridge, Boşnakça: Stari Most); 1566 yılında Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından Nevetra Nehri üzerinde inşa edilmiş bir Osmanlı köprüsüdür. Mimar Hayreddin’in, inşaasında 456 kalıp taş kullandığı köprü toplam 30 metre uzunlukta ve 4 metre genişlikte. Köprünün nehirden yüksekliği ise 24 metre. Köprü, dönemine göre ileri bir teknoloji ile yapılmış. Mostar Köprüsü şehirdeki iki önemli ulusu birbirine bağlıyor. Bu özelliği ile köprü ayrı bir öneme de sahip. Köprünün bir tarafında Müslümanlar diğer tarafında da Hırvatlar yaşıyor. Osmanlı Dönemi’nde, 1566 yılında inşa edilen köprü, Bosna Savaşı sırasında 9 Kasım 1993 tarihinde yıkılmış. Köprü sanıldığı gibi Sırplar tarafından değil, Hırvatlar tarafından yıkılmış. Yıkılan köprü yerine İngilizler savaş sırasında geçici bir demir köprü yapmışlar. 1997 yılında UNESCO ve Dünya Bankası’nın da desteği ile köprünün aslına uygun olarak tekrar yapımına başlanmış. Nevetra Nehri’ne düşen orijinal taşlar sudan çıkartılıp yeni köprü yapımında tekrar kullanılmaya çalışılsa da orijinal taşlar kullanılamaz durumda olduğundan bunların yerine taşların çıktığı aynı taş ocağından yeni taşlar çıkartılıp köprü inşaatında kullanılmış. Köprü inşaatını da bir Türk şirketi olan ER-BU gerçekleştirmiş. Aslına uygun olarak yeniden inşa edilen köprü başta İngiliz Prensi Charles olmak üzere, içinde Türk yetkililerin de bulunduğu geniş bir temsilci gurubu ile 23 Temmuz 2004 yılında açıldı. Mostar Köprüsü 2005 yılından beri de UNESCO Dünya Miras Listesi’nde.
Köprü üzerinde turistleri eğlendirmek amacıyla nehre atlayan gençler bile bulunuyor. Vereceğiniz birkaç Bosna Markı ile gösteri yapan gençleri izleyebilirsiniz.
Eski Köprü Müzesi (Museum of the Old Bridge): Köprünün hemen giriş kısmında bulunan Museum of Old Bridge (Eski Köprü Müzesi)’nde köprü ile ilgili tüm detaylı bilgilere ulaşabilir; Mostar Köprüsü’nün Hırvat topçuları tarafından yıkım anını izleyebilirsiniz.
Tara Kulesi (Tara Tower): Nevetra’nın sol kıyısında doğu kısmında yer alan kuledir. Tarih boyunca kulenin kullanım amacı aynı kalmış, barut ve cephanelik deposu olarak kullanılmıştır. Bu nedenle kulenin duvarları 3 metre kalınlığındadır. 1878 yılında Tara Kulesi, Avusturya – Macaristan işgali ile işlevini yitirmiştir.
Koski Mehmet Paşa Camii (Koski Mehmed Pasha Mosque): Mostar Köprüsü’ne karşı en güzel fotoğraf çektirebileceğiniz yer ise Müslüman tarafında bulunan Koski Mehmet Cami’ye doğru giderken nehir tarafında kalan kısımlar. Cami ve minare için giriş 4 Euro. Mostar’daki en büyük ikinci cami olan Koski Mehmet Paşa Camii 1618 yılında tamamlanmıştır. Karagöz Bey Camii’ne benzer fakat ondan biraz küçüktür. Cami 12,4 x 12,4 metre ölçüsündedir. Nehir kıyısında Eski Köprü’nün 150 metre kuzeyindedir. Buradan ve minaresinden eski yerleşim yeri eşsiz bir manzaraya sahiptir. Bu cami de savaşta zarar görmüş fakat şimdi tekrar inşa edilmiştir.
Karagöz Bey Camii (İng: Karadjoz-Bey Mosque, Bos: Karadoz Begova Dzamija): Mostar gezilecek yerler listesindeki en önemli camilerden biridir. 1557 yılında inşa edilmiştir. Nakışlı kubbesi ve yüksek minaresi ile tanınan bu güzel eser Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. 1992 yılında savaşta tamamen yıkılmasına rağmen tekrar inşa edilerek ibadete ve ziyarete açılmıştır. Caminin iç kısmı 13,4 x 13,4 metre ölçüsündedir. Cami yanında bir de medrese bulunur. Bu medrese, Mostar’ın en eski halk kütüphanesini barındırır.
Müslüm Bey Konağı (Muslibegović House): Mostar’daki Osmanlı dönemi eserlerinden en güzellerinden biridir. Türk ve din motiflerini birleştirerek tüccarlar ve arazi sahipleri için inşa edilmiştir. Önceden çok sayıda bulunan benzer yerler günümüzde parmakla sayılacak kadar az kalmıştır. Müslüm Bey Konağı ayakta kalmayı başarmıştır. Çünkü inşasından beri ekonominin ferah günlerinde de savaşın karanlık günlerinde de tek bir ailenin elindedir. Şu an aynı zamanda hotel olarak kullanılıyor. Çok enteresan, oda fiyatları kahvaltı dahil 60-90 euro. (5 yaşına kadar çocuk ücretsiz). Konak girişi kişi başı 2 Euro.
Biscevica Evi (İng: Biscevica House, Bos: Biscevica Kuca): Türk evi ya da Biscevica köşesi, Türk döneminden kalma en güzel korunmuş yapıtlardandır. 1635 yılında yapılmıştır. Kajtaz (Türk Evi) 18. yüz yılın sonlarına doğru inşa edilmiştir. Konak girişi kişi başı 2 Euro.
Saat Kulesi (İng: Clock Tower, Bos: Sahat Kula): İnşa tarihi bilinmemektedir. Fakat 1636 tarihli bir belgede çok daha öncesinde yapıldığına değinilmiştir. Temeli 3.5 metrekare, yüksekliği 15 metredir. Fatima Kaduna Sarıç tarafından inşa edildiğine dair bir efsane vardır. 250 kiloluk çan; 1838 yılında Zadar, Hırvatistan’dan Hersek veziri Ali Paşa Rizvanbegoviç tarafından istenmiştir. Avusturya – Macaristan tarafından ele geçirildiğinde askeri amaçlar için kullanılmıştır. 1981 yılında esas kullanım amacına döndürülmüştür.
Partizan Abidesi (İng: Partisan Memorial Cemetery, Bos: Partizansko groblje u Mostaru): Mostar gezilecek yerler listemizdeki önemli anıtlardan biridir. Bu anıt mezarlık İkinci Dünya Savaşı’nda Mostar’ı savunurken ölenler için yapılmıştır. Beyaz taş setler üstüne çimle kaplı şekilde yapılmıştır. Bu başyapıtı mimar Bogdan Bogdanovic yaratmıştır ve Partizan Abidesi en büyük başarısı olarak kabul edilir. Savaş sırasında bu güzel yer viraneye dönmüştü. Bir zamanlar kahramanlara adanan yer, savaştan sonra tüm saygınlığını kaybetmişti. Geçen yıl ölçümler yapıldı ve bu anıt temizlendi. Şu anda çalışmalar devam etmesine rağmen ziyaretçilere açık. Ama yine de yol kalmamış. Yönlendirme tabelası yok. Diz boyu otlar var, yürümek zor. Pek ziyaretçi de yok. :)
Bakırcılar Çarşısı (Kujundziluk ve Tabhana): Zanaatkarlar Mostar’ın ilk yıllarında gelişiminde önemli rol oynamışlardır. Şimdi turistik anlamda da önemli bir rolleri vardır. Neretva’nın sol tarafında Kujundziluk bulunur. İsmi Kujundzije ya da İngilizce “bakırcılar” dan (coppersmiths) gelir. Bu, günümüzde bile korunan güzel bir gelenektir. Eskinin aksine onları sadece Kujundziluk’da değil her yerde bulabilirsiniz. Ayrıca Kujundziluk’da başka şeyler satan dükkânları da bulmak mümkün. Mostar’da terziler ve tabacılar da bulunurdu. Fakat maalesef günümüzde terziler ve tabacılar yoktur. Tabacıların deri işledikleri yerlerde artık kafeler var. Burası eski Türk atmosferinde sabah kahvesi içmek için mükemmel bir yer.
Katolik Katedrali (Cathedral of Mary, Mother of the Church): Mostar’ın modern Katolik Katedrali, Balinovac’da 1980′lerde inşa edilmiştir. Piskoposun ikametgâhı yanında inşa edilmiştir. 1992 – 1995 yıllarındaki savaş boyunca katedralin çatısı ve camlarındaki sanat çalışmaları zarar görmüştür, ama şimdi bazı küçük değişikliklerle tekrar yapılmıştır.
Ünlü Boşnak böreği günün her saatinde yenebiliyor. En popüler olanı kıymalısı. Ama daha pek çok çeşidi var. Peynirli olanına “sirnica” deniliyor, ıspanaklısına “zelyanica”, patateslisine de “krompirusa”. Bosna-Hersek’de en yaygın olan bir diğer yiyecek ise köfte. Bosna-Hersek usulü köfteye “cevapi” ya da “cevapcici” deniyor. Lezzeti gayet güzel. Saraybosna, “cevapdzinica” yani köfteci dolu. 400 yıllık geçmişi olan, koyun ya da sığır etinden yapılan “cevapi”; “somun” adı verilmiş yassı ve yuvarlak ekmek ya da pide arasında yeniyor. Bol soğanlı, yanında da yoğurt.. Geleneksel yemeklerden bir diğeri olan “bosanski lonac”, güveç kap içinde fırına verilen ve yavaş yavaş pişirilen et ve sebzeden oluşuyor. Çok lezzetli. Diğer popüler yemekler yaprak sarması, lahana sarması ve bir tür kuzu şiş olan “Raznyici”.
“Pivo“, bira demek Boşnakçada. “Sarajevsko“ ise, Saraybosna’nın geleneksel birası. Ülkede ayrıca “Banjalucko”, “Tuzlanski” ve “Preminger” gibi başka kaliteli markalar da var. Bira, Bosna-Hersek’de çok tüketilen bir içki. Ayrıca “Rakiya” da çok tüketiliyor. Rakiya, adı üstünde, bir tür rakı. Üzümden veya erikten üretiliyor, evlerde de yapılabiliyor. Şarap ise, hem kırmızı, hem de beyaz olarak her yerde var. Bosnalılar kırmızı şaraba “Crno vino” yani “siyah” şarap diyorlar.
SARAYBOSNA
Sekizinci ve son durağımız Saraybosna. Mostar – Saraybosna arası 126,2 km.
Saraybosna (Boşnakça Sarajevo), Bosna-Hersek’in başkenti. Türk kahvesi, börek, tarih, mimari, sosyal yapı gibi yönlerden Türkiye’ye yakınlığı belli olan bir şehirdir. 1984 Kış Olimpiyatları Saraybosna’da yapılmıştır. Terkedilmiş yerler yazısında sözü geçen kızak pisti de burada bulunmaktadır.
İsa’nın Kutsal Kalbi Katedrali: Saraybosna’nın alışveriş ve eğlence merkezi olan Ferhadija caddesinden Başçarşı yönüne doğru yürürken sol tarafınızda görkemli ve heybetli bir katedralle karşı karşıya gelirsiniz. Saraybosna Katedrali olarak da bilinen ve 1889 yılında neo-gotik mimariyle inşaa edilmiş olan katedral, aynı zamanda Vrhbosna Başpiskoposluğu’na da evsahipliği yapmakta. Bosna Hersek’in en büyük katedrali olma özelliğini taşıyor. Katedralin içi oldukça görkemli vitraylara ve heykellere sahiptir. Şehirde yaşayan katolikler için merkezi bir konuma sahiptir. Katedral Saraybosna için de simgesel öneme sahip. Katedral kapısının üstünde bulunan şekil ile Roma mimarisine sahip kuleler aynı zamanda Saraybosna Kantonu armasında ve mühründe yer alır.
Eski Ortodoks Kilisesi 16. yy’da inşa edilmiştir. Atipik mimarisi dolayısıyla benzersiz olan bu kilise yüzyıllar boyunca dini ikonları ve kutsal emanetleri korumuştur.
Eski tapınak (II. CalGrande) 1581 yılında, Sefarad Yahudilerinin Saraybosna'ya gelişinden sonra inşa edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun Rumeli Beylerbeyi, İspanya’dan sürülen Yahudilere kalacak yer sağlamak için bu tapınağın inşa edilmesi için emir vermiş ve finanse etmiştir. Günümüzde tapınak Yahudi Müzesidir.
Ferhadija caddesinin sonunda ulaşılan Başçarşı (Baščaršija) hemen sağ tarafta. Bezistan ile karşılar. 1462 yılında yapımına başlanan Başçarşı, 16. yy’da asıl değerine kavuşmuş. Başçarşı içinde dar sokaklarında halen ayakta duran geleneksel sanatkar ve yerel lezzetlerin tadına bakılan salaş lokantalar var.
Dört tarafı İstanbul camilerinin mimari tarzında inşa edilmiş Osmanlı camileriyle çevrili olan Başçarşı’da; Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış bir han, saat kulesi, medrese ve çok sayıda imaret bulunmaktadır. Meydanında Saraybosna’nın da simgesi haline gelmiş, Çek mimar Alexander Vitek tarafından inşa edilmiş çok güzel bir sebilin yer aldığı ve Türk bölgesi olarak anılan Başçarşı’daki pek çok eser, Gazi Hüsrev Bey Vakfı’nın mülküdür. Avlusunda Gazi Hüsrev Bey’in türbesi bulunuyor.
Belediye Binası: Başçarşı’nın sonundan nehir kenarına ulaştığınız zaman hemen sol tarafta rengarenk ilginç bir binayla karşılaşırsınız. Saraybosna’nın sembollerinden birisi olan belediye binası Neo-Fas mimarisinin en güzel örnekleri arasında yer alır. İnşaa edildiği 1896 yıllarında şehir yöneticilerine ev sahipliği yapan bina, 2. Dünya Savaşı sonrasında Milli Kütüphane olarak kullanıma açılmış. 1992 bombardımanı sırasında binada bulunan paha biçilemez kitap ve el yazması eserlerin % 90′ı yok edilmiş. Günümüzde ise binanın yenileme çalışmaları devam etmekte.
Belediye binasının önündeki köprüden karşıya geçerseniz hemen sol tarafınızda yükselen yokuşun başında yeşil – beyaz renkli İnat Kuca restoranda klasik Bosna tarzı dekorasyon ve müzik eşliğinde ‘cevabi’mizi yedik.
İnat Kuca’dan batı yönünde ilerlediğinizde karşınıza 4 kemerli taş köprü Latin Köprüsü çıkmaktadır. 16. yüzyılda inşaa edilen köprü hepimizin tarih derslerinden hatırladığı ünlü Saraybosna suikasti ile ün yapmıştır. 1. Dünya Savaşı’nın başlamasına bahane olan, Avusturya – Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand ile karısı Sophia’nın Gavrilo Princip tarafından vurularak öldürülmesi tam olarak bu köprüde gerçekleşmiş.
Latin köprüsüne varmadan The Emperor's Mosque (İmparator Camii) var. Fatih Sultan onuruna Saraybosnanın kurucusu İshakoğlu İsa Bey tarafından 1457 yılında yaptırılmıştır. İlk ahşap yapısı yangında yanmış ve Kanuni Sultan Süleyman emri üzerine 1566’da yeniden inşa edilmiştir.
Konak caddesine sapınca Francıscan Church of St. Antony of Padua (katolik kilisesi) görülebilir. 1914 yılında Josip Vancas tarafından neogotik tarzda tasarlanmıştır. Kilisenin bitişiğinde bir manastır ve 43 mt yüksekliğinde bir kule bulunmaktadır. İçinde Duro Seder im Son Akşam Yemeği gibi değerli dini sanat eserleri bulunmaktadır.
Konak caddesine dik yürüyüp karşıya geçince Yediler (Jediler) Türbesi bulunmakta. Buraya para atarak dua etmek bir gelenek olmuş. Biz de paramızı atıp duamızı ettik.
Latin köprüsünü geçtikten sonra sol tarafta yer alan büyükçe parka günümüzde At Mejdan (At Meydanı) denir. 17. yy’da burada bulunan hipodrom sebebiyle bu adı alan bölge 1878 yılında Filipovic meydanına dönüştürülmüş ve 1905 yılında ise Francis Joseph Parkı olarak tekrar düzenlenip isimlendirilmiş. Yugoslavya döneminde Park Cara Dušana (İmparator Dušana Parkı) olarak adlandırıldıktan sonra günümüzde tekrar orijinal ismi olan At Meydan ile anılmaya başlanmış. Şehirde daha önce yer alan dört müzik köşkü arasında günümüze kadar ayakta kalmayı başarabilmiş tek köşk At Meydan parkında yer alır. 2. Dünya savaşı sırasında ağır hasar alan köşk 2004 yılında Prof. Nedžad Kurto’nun döneminde yaptığı çizimlere sadık kalınarak restore edilmiş. Burada oturup Tucana kahva içtik.
Alifakovac Mezarlığı Osmanlı türbeleri bulunmaktadır. Osmanlı döneminde saygın vatandaşların ve Saraybosna’yı ziyaretleri esnasında vefat eden kişilerin mezarı olmuştur.
Aşkenaz Sinagogu: Aşkenaz, Ortaçağ İbranicesinde bugünkü Almanya için kullanılan sözcüktür. Avrupa’nın en büyük 3. sinagogu olan ve 1902 yılında Karl Parzik tarafından yapılan Aşkenaz Sinagogu sonradan popülerleşen Neo-Fas mimarisi ile inşaa edilen ilk dini yapı olma özelliğini taşır. Saraybosna’da günümüzde hizmet veren tek sinagog olma özelliğini de taşır.
Umut Tüneli (Tunnel of Hope): 1993 yılında Saraybosna havalimanı pistinin altına kazılan tünel, 4 yıllık kuşatma sırasında şehrin dış dünya ile tek bağlantı noktasıydı. 92-95 yıllarındaki iç savaş sırasında Bosna Hersek’in dünya ile tek bağlantısı olan tünelin 20 m’lik bir kısmı ziyaretçilere açıktır.
Artık eve dönüyoruz.
Sırbistan (Belgrad, Nova-Sad), bu sefer batı Hırvatistan (Dalmaçya kıyıları: Zagreb, Zadar, Split, batı Dalmaçya kıyıları), Bosna Hersek (Mostar, Sarayova) turunu tamamladık. Bosna Hersek’de otoban olmayan, her yer dağ olan yollarda polis bizi iki kere durdurup ceza kesmek istedi. Sonunda Sırbistan’a girdik. Ara ara oluşan sis canımızı sıktı. Yollar zaten çok dağlık ve tek gidiş-geliş dolayısıyla fazla hız yapamıyoruz. Dönüş yolumuz üzerinde Sırbistan Cacak’da konakladık. Sabah tekrar yola çıktık. Yollar her zamanki gibi tek şerit, dolayısıyla 80km/hız üzeri çıkmak mümkün değil. Neyse 60km ile de olsa otobana sonunda girdik. Keyfini çıkardıktan sonra yine tek şeritli yola girdik. Yolda Bayburtlu’nun yerinde kahve molası verdik. Yol üstünde Türk restaurantları, Türkçe yazılı tabelalar var. Kendini yabancı hissetmiyorsun. Sırbistan çıkışına geldik. Altı şerit tıklım tıklım.. Neyse yarım saat sonra çıkıp Bulgaristan’a girdik. Bu sefer de yağmura yakalandık. Umarım yaz yağmurudur. Çabuk biter. Yine tek gidiş-gelişli yolda en fazla 60km hızla konvoy halinde yavaş yavaş ilerliyoruz. Zaten hızlı ilerlemek mümkün değil. Yollar çok kötü, yamalı, bozuk. Her yıl binlerce gurbetçinin kullandığı, Ortadoğuya geçit sağlayan böylesine önemli bir yolun hem Türk hükümeti hem de Bulgar hükümeti tarafından yaptırılmaması.... Bulgaristan’dan çıkış ve Türkiye’ye giriş tam iki saat sürdü. Gurbetçilerin gerginliği had safhada, herkes kornalarla bu çileli bekleyişi protesto ediyor. Buna da şükür. Herkese selamlar…
Bosna Hersek(Saraybosna) - Belgrad (Niş) - Bulgaristan (Sofya) - İstanbul arası 1.140,1 km (Yaklaşık 15 saat 21 dakika), toplamda 3500 km yol yaptık.