201

Kuzeyin Venedik’i, Köprülerin Şehri, Adalar Şehri Stockholm

Oslo’dan Stockholm’a gidişimizi çevreyi daha iyi görebilmek amacıyla otobüs ile gündüz vakti tercih ettik.

Kallstat ilk durağımız. Burada şoför değişimi yaptık o da ne şoförümüz kırk sene önce oraya yerleşmiş bir Türk. Çok neşeli, esprili bir insan hatta yanına oturttu bizi. Her yeri anlata anlata bizi Stockholm’a götürdü. Ülkenin üçte biri orman, üçte biri su. Yol boyunca geçtiğimiz her yer yemyeşil ve goller, sular ile çevrili idi.

Yedi saatlik bir yolculuktan sonra Kuzeyin Venedik’i, Köprülerin Şehri, Adalar Şehri Stockholm’a vardık.

Şehir, Mälaren Gölü ve Baltık Denizi’nin kesiştiği noktada 14 ada üzerine kurulu. 57 köprü adaları bağlıyor. 70 müze ve 100 sanat galerisiyle adeta bir kültür başkenti. Efsanesi de var; akıntıların yönünü ve gemilerin yanaşabileceği en uygun limanın yerini tespit etmek için denize bırakılan kütükler hem şehrin yerini hem de adını belirlemiş (Stock, kütük; holm ise ada oluyor).

Şehir mütevazi: sade, ileri düzeyde sofistike bir yaşam biçimine sahip. Hiçbir şey standart altı değil ama ne de ihtişamlı. Stockholm bir konfor şehri, hayat kendiliğinden akıyor, sürprizi, şaşırtmacası yok.

Minik minik birçok adanın birleşiminden oluşan Stockholm, doğal güzellikleri, ilginç şehir yaşamı ve birbirinden güzel müzeleri ile insana “iyi gelen” şehirlerden.

Kendi adıma, şehirde geçirdiğim iki günden sonra, hayatımın bir kısmını Stockholm’de geçirebileceğimi bile düşündüm.

Şehri gezmeye Gamla Stan yani eski şehir bölgesi ile başlıyoruz.

Eski şehir anlamına gelen Gamla Stan, ‘Stadsholmen’ adı verilen bir ada üzerinde 1252’de kurulmuş. Avrupa’nın en büyük ve en iyi korunmuş Ortaçağ eski şehirlerinden biri. Şehrin çöp toplama sisteminin olmadığını zamanlarda kanalizasyon ve çöp sokaklarda birikerek bir tepe haline gelince eski şehrin bir kısmının bunun üzerine inşa edilmiş.

Stockholm, Gamla Stan’ın etrafında yuvarlak bir şekilde genişliyor. Binalar ve küçük dar sokaklarda kendinizi Ortaçağda ve bir açık hava müzesinde geziyormuş gibi hissediyorsunuz.

Gamla Stan bölgesi birbirinden kanallarla ayrılan üç adadan oluşuyor.

Stadsholmen Adası; üç adanın en büyüğü ve “Şehir Adası” anlamına geliyor. Stortorget, Kraliyet Sarayı, Kraliyet Şapeli, Katedral (Storkyrkan), Bonde Palace (Yüksek Mahkeme), İsveç Kraliyet Akademisi, tarihi alışveriş caddesi Vasterlanggatan bu ada üzerinde bulunuyor.

Riddarholmen Adası; Eski Parlamento Binası, Riddarholmen Kilisesi bu ada üstünde bulunuyor.

Helgeandsholmen Adası; İsveç Parlamento Binası da bu minik ada üstünde bulunuyor.

Östermalm Adası; Army Museum (Ordu Müzesi), The Swedish History Museum (İsveç Tarihi Müzesi), The National Maritime Museum (Ulusal Denizcilik Müzesi), The National Sports Museum of Sweden (İsveç Ulusal Spor Müzesi), The Museum of Science and Technology (Bilim ve Teknoloji Müzesi), Swedish Police Museum (İsveç Polis Müzesi) ve Museum of Ethnography (Etnografya Müzesi) bulunuyor.

Djurgarden Adası; Gröna Lund, Skansen Open-Air Museum (Skansen Açık Hava Müzesi), Museum of Biology (Biyoloji Müzesi), Nordiska Museet, The Vasa Museum, Swedish Museum of Natural History & Cosmonova (İsveç Doğal Tarih Müzesi, Bergius Botanic Garden (Botanik Bahçesi) ve Abba muzesi bulunuyor.

Skepps Holmen Adası; Uzak Doğu Müzesi ve Modern Sanatlar Müzesi (Moderna Museet) bulunuyor.

Gamla Stan bölgesinin tarihi en dar sokaklarından biri olan Prastgatan, Kraliyet Sarayı’nın batısındaki çıkmaz sokaktan eski şehrin güney köşesindeki Österlanggatan caddesine uzanıyor.

Prastgatan tam olarak ‘Rahibin Sokağı’ anlamına geliyor. Sokağın adı, 16. yüzyılda üç papazın da dahil olduğu kilise sakinlerinden geliyor. Tarihi 1586 yılına kadar uzanan sokak, rengarenk tarihi evleriyle ilgi görüyor olsa da, sokağın ana cazibesi köşesindeki duvarda yer alan 1100’lü yıllardan kalma rune taşlarıdır.

Birbirinden renkli binalara ev sahipliği yapan Stortorget Meydanı, dar ve Arnavut kaldırımlı sokakları, geçitleri ve tarihi renkli binaları ile şehrin tarihi bölgesi.

Stockholm’un Orta Çağ’da genişlemesi tam da bu noktada başlamış, bu yüzden de çok dramatik olaylara sahne olmuş.

Bunlardan biri, Danimarkalı güçler tarafından meydanda 90 kadar kişinin infaz edildiği 1520 Stockholm Kan Banyosu adı verilen olay. 16.yy. da İsveç’in Danimarka’dan bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Danimarkalılar 1520’de, İsveç’in kraliyet ve aristokrat ailelerinden 80 kişiyi bu meydanda katlederek meydanın ortasındaki kuyuya atmışlar. Bunun üzerine Kalmar Birliği dağılmış, hayatta kalan aristokrat ailelerden birinin oğlu olan Gustav Vasa seçimle kral olmuş ve İsveç Danimarka’dan ayrılmış.

Şehrin en eski yapılarından biri olan Riddarholmen Kilisesi Stockholm’ün en tarihi yeri Riddarholmen adasında bulunuyor ve tarihi13. yüzyıla dayanıyor. İsveç hükümdarlarının mezar kilisesi olma özelliğini de taşıyan tarihi kilise orijinalinde manastır olarak inşa edilmiş sonradan Protestan Kilisesi’ne dönüştürülmüş. Bunda Protestan Reformu’nun etkisi büyük. Riddarholmen Kilisesi şu an için anma-cenaze törenleri için kullanılsa da 1800’lü yıllara kadar oldukça aktifmiş.

Kungliga Slottet (Royal Palace), bugün hala aktif olarak kullanılan, 230 metre uzunluğunda ve 125 metre genişliğinde, Avrupa’daki en büyük saraylardan biri. İsveç monarşinin rolünün sembolik ve temsili olduğu üniter bir parlamenter demokrasiye sahip. Saray, büyük ölçüde 18. yüzyılda İtalyan Barok tarzında, “Tre Kronor” kalesinin 1697’de yandığı yerde inşa edilmiş.

Tarihi şehir merkezinde bulunan Stockholm Sarayı kralın kabul törenleri için kullanılıyor. 600 odalı, 600 pencereli ve içinde Devlet Salonu, Kraliyet Hanedanlığı, Şövalye Birlikleri ve Kraliyet Şapeli bulunuyor.

Sarayın avlusunda her gün saat 12.00’da pazar günleri ise 13.00’da muhafız değişim töreni var. Saray 30.000 kişilik Kraliyet Muhafız Ordusu tarafından korunuyor.

Ana kraliyet sarayı, ancak kraliyet ailesi çoğunlukla, Stockholm’ün hemen dışındaki, 1981’de yapılmış Drottningholm Sarayı’nda ikamet ediyor.

Gamla Stan’da Stockholm Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında zarif ve tarihi mimarisi ile yükselen Storkyrkan (Stockholm Catedral) şehrin en eski kilisesi. Yapı aynı zamanda Aziz Nikola Kilisesi veya Büyük Kilise olarak da isimlendiriliyor. 13. yüzyılda (1279) inşa edilen Storkyrkan, ilk önce Katolik kilisesiyken 1527 senesi ile birlikte Luteryen Protestan kilisesine dönüştürülmüş. İçeride çok ilginç eserler var! 1489’dan kalma Aziz George ve Ejderha heykeli, 1535’li efsanevi Vädersoltavlan ve Lena Lervik‘in Joseph ve Mary heykelleri. İsveç prens ve prenseslerin düğün törenleri de hala Aziz Nikolaos kilisesinde yapılıyormuş.

Gamla Stan’ın (Gamla: eski, stan: kasaba) batı kanadına doğru yürüyünce The House of Nobility, yani “Asillik Evi” karşımıza çıkıyor. İsveç soylu ailelerinin, kontlarının bir simgesi sayılan bu yapı 17. yüzyılda inşa edilmiş.

Gamla Stan'ın yanında Ridderholm yani dilimize “Şövalyeler Adası” olarak çevrilebilen bu küçük ada üzerinde İsveç tarihi için önem teşkil eden birçok yapı bulunuyor. Ada üzerinde birçok eski saray binası bulunuyor. Bu güzel rengarenk yapılar günümüzde yüksek mahkeme veya devlet bankası gibi kurumlara ev sahipliği yapıyor.

Gamla Stan’da Stortorget’teki Nobel Ödülü Müzesi‘nin önüne geliyoruz. Bu meydan küçük ama bir o kadar da şirin bir meydan. Nobel Ödülü Müzesi aynı zamanda İsveç Akademisi ve Nobel Kütüphanesi’ne de ev sahipliği yapıyor.

Müzede Albert Einstein, Marie Curie, Gabriel Garcia Marquez, Mario Vargas Llosa, Dalai Lama, Boris Pasternak, Alexander Fleming’e özel eşyaları yani sıra ülkemizin gururu olan Orhan Pamuk ve Aziz Sancar’a ait görseller de sergilenmekte.

1906 yılından kalma Art Nouveau mimariye sahip eski bir gümrük binasının 2010 yılında modern bir fotoğrafçılık müzesine çevrilmesiyle ortaya çıkan Fotografiska.

Kungsholmen Adası üzerinde, 1923 yılında inşa edilen “Stockholm Belediye Binası” başta Nobel Ödül Törenleri olmak üzere, çok önemli aktivitelere ev sahipliği yapıyor. Nobel Ödül Törenleri, her yıl 10 Aralık günü gerçekleştirilirken etkinlik, sarayın Blue Hall isimli ana salonunda yapılıyor. Tören sonrasında ise yine belediye binası içinde bir balo düzenleniyor. Aktif olarak kullanılan bir devlet dairesi olduğu için sadece rehberli turlar ziyaret edilebiliniyor. Mimarisinde özellikle altın mozaikler ve renkli cam detayları ile meşhur, özellikle duvarlarında kullanılan altın miktarının yaklaşık 11 kg olduğu söyleniyor. 106 metre yükseklikteki kulesi su üzerindeki bir kuğudan esinlenerek tasarlanmış ve kuğunun boynunu temsil ediyor. Binanın dış avlusu 8 milyon adet tuğladan yapılmış. Binanın duvarlarında İsveç tarihinden bazı sahneleri tasvir eden figürler bulunmakta.

Gamla Stan’ın karşı kıyısına denk düşen kısımdan Djurgarden (Kraliyet adası) doğrultusunda yürüyoruz. Djurgarden, en iyi müzelerin olduğu bölge. Ada 15. yüzyıldan beri kraliyet ailesinin mülkiyetine ait ve bir bolumu av alanı olarak kullanılmış. Kelime anlamı “Av Sahası” anlamına geliyor.

Stockholm’un ünlü halk bilimi müzesi Nordiska Müzesi. Bir Rönesans sarayı olan bina 1907’den beri İsveç’in tarihi kültürü ve etnografik yapısına yönelik sergilerin bulunduğu bu müze. 19.yüzyılın sonlarında kurulmuş. Müzede 1,5 milyon parça sergileniyor. Bunlar kıyafetler, mobilyalar, ev eşyaları, oyuncaklar… Ayrıca 6 milyon fotoğraflık bir arşiv ile çok zengin bir kütüphanesi var.

Adadaki bir diğer ünlü müze de 1970’li yıllarda müziğe damga vuran “SOS”, “Super Trouper”,” Money Money Money” gibi kült şarkıların yaratıcısı İsveçli ünlü pop grubu Abba’ya adanmış The Abba Museum. 2013’te açılan bu interaktif müze klasik bir müze anlayışından oldukça farkli. Örneğin grubun üyelerinden Benny’nin evindeki piyanoya bağlı olan müzedeki piyano, Beny evinde ne zaman piyanosunu çalsa ona bağlanıyor ve aynısını çalmaya başlıyor.

Bir diğer müze de, 17. yüzyılda dönemin en büyük savaş gemisi olarak inşa edilip sulara indirildikten çok kısa bir süre sonra batan Vasa Gemisi’nin adını taşıyan Vasa Müzesi. Stochholm şehir merkezinin sularında yer alan batık geminin 20.yüzyılda yapılan çalışmalarla çıkarılmış. Bu gemiyi kızımın ortaokuldaki matematik ödevi projesi olmasından dolayı çok iyi bildiğimden müzeyi görmek istedim. Döneminin en büyük savaş gemisini yapmak isteyen İsveçliler, bu büyük gemiye 64 tane top-ağır silah yerleştirmişler. Ancak ağırlık merkezi hesabını yanlış veya eksik yapmışlar. Gemi sulara indirildikten sonra top kapakları açıkken yön değiştirmek istenince, gemi topların da kapaklarda hareket etmesi sonrası yan yatmış. Kapakları kapatmak mümkün olmayınca da su almaya başlamış ve durum giderek daha da kötüye gitmiş. Sonuç olarak Vasa ilk seferine çıktıktan çok kısa bir süre sonra Stockholm sularına gömülmüş…

Djurgarden’den ayrıldıktan sonra şehir merkezine dönünce Kungsträdgården, “Kral’ın Bahçesi” Stockholm’ün en eski halka açık parklarından biri. Park, büyük değil ama çok hoş. Etrafı kafe ve banklar ile çevrili.

Buraya gelmişken Stockholm’un (Mavi Hat) Kungstradgarden metrosuna girin. Moskova’ya benzer şekilde, Stockholm’un tunnelbana‘sı da sanat galerisini andıran metro durakları ile ünlü. 1950’lerde metroyu inşa etmeye başladıklarında, sanatı kamusal alana getirmeye karar vermişler. O nedenle de şehrin 100 metro istasyonunun 90’ından fazlası, murallerle, enstalasyonlarla ve heykellerle süslü.

Kungstradgarden istasyonu, Kuzey Avrupa’da mağarada yaşayan Lessertia dentichelis-örümceğinin bulunabileceği tek yer olması bakımından da önemli bir yere sahip.

Vasastaden bölgesinde Observatorielunden parkının kuzeydoğu köşesinde yer alan Stockholm Public Library (Halk Kütüphanesi) orta silindirindeki okuma odası dizaynı çok güzel. 3 teraslı açık raf bölümleri ise okuma odasını çevreliyor. Stockholm Halk Kütüphanesi, Stadsbiblioteket olarak da biliniyor.

Bölgede açık raf sistemi ile açılan ilk kütüphane olan Stockholm Halk Kütüphanesi’nde 2 milyondan fazla cilt ve 2,4 milyondan fazla ses bandı var.

Kütüphane, 1920’lerde İsveçli mimar Gunnar Asplund’un öncülüğünü yaptığı İskandinav Klasisizminin bir örneği.

Stockholm’deki favori mekanlarından biri Brunkeberg tüneli! Brunkebergstunneln, sizi Luntmakargatan / Tunnelgatan ve David Bagares Gata / Birger Jarlsgatan arasında götürecek bir kısayol. Bu enteresan sarı tünel 231 metre uzunluğunda, 4 metre genişliğinde ve 3,9 metre yüksekliğinde. 1886’da Kral Oscar II tarafından açılmış.

Kungsträdgården’ın çevresinde Geç Gotik, Rönesans ve Barok özelliklerine sahip kırmızı boyalı Aziz Jacob’a adanmış St. Jacobs Kilisesi bulunuyor.

Bundan başka şehir merkezinde önemli dört kilise daha var: Jacobs Kyrka, Klara kyrka, Adolf Fredriks Kyrka, Hedvig Elenora Kykra.

Belediye Binası’ndan Grand Station’ın önünden Gamla Stan’ın karşı kıyısına denk düşen kısımdan yürüyüşümüze devam ederken Parlamento Binası, Royal Theatre, Opera Binası ve Milli Sanat Müzesi (National Museum) gibi şehrin en önemli binalarını görüyoruz.

Burası Norrmalm bölgesi. Santral istasyon, Belediye binası (City Hall), Kültür evi, Konser salonu, Ulusal müze ve Opera bu alanda bulunuyor.

Yatların ve otellerin bulunduğu Nybroviken bölgesinin girişinde The Royal Theatre binası görülmeye değer yapılardan biri.

Royal Swedish Opera yani İsveç Kraliyet Operası, II. Oscar tarafından 19. yüzyıl sonlarında inşa edilmiş bir “Neo-Klasik” yapı.

Milli Sanat Müzesi (National Museum) 19. yüzyılda tamamlanmış ve yaklaşık 700.000 kadar eseri ile İsveç’in en büyük sanat koleksiyonunu barındırıyor. Müzede tabloları bulunan bazı ünlü ressamlar Renoir, Depas, Rembrandt Pipi, Rubans ve Goya...

Stockholm’un meşhur caddeleri:

Gamla Stan’ın iki ana caddesi Vasterlanggatan ve Österlanggatan.

15. yüzyıla kadar Stockholm şehrinin batı surları arkasında kalan Vasterlanggatan Caddesi sonraları kentin sınırları içine dahil olmuş ve Gamla Stan’ın en işlek caddeleri arasında yer alıyor. Cadde eski şehir Gram Stan’ı oluşturan 3 adadan en büyüğü olan Stadsholmer’da yer alıyor ve Mynttorpet ile Jorntorpet arasında uzanıyor.

Kungsträdgården’ın çevresinde Sergels Torg‘a doğru ilerliyoruz. Sergels torg şehrin ana kamusal alanı. Etrafta paten yapanlar, merdivenlerde sohbet eden insanların vakit geçirdiği yerlerden ziyade bir buluşma noktası. Burası bir zamanlar bağımsız bir şehir olan Norrmalmda. 1635 yılından beri Stockholm’ün bir parçası. Şehir merkezi ve alışveriş caddesi. Hem şehrin ana alışveriş bölgesi hem de her yere bağlantısı olan bölgesi.

Sağlı sollu mağazalar, kafe ve restoranlarla dolu trafiğe kapalı Sergels Torg’u diklemesine kesen Drottninggatan, zincir mağazaların bulunduğu bir alışveriş alanı.

Östermalm, (Öster: doğu) Stockolm’un Nişantaşı!Pahalı bir bölge burası. Yerleşim pahalı, konaklama pahalı, yeme içme ve alışveriş de pahalı… Lüks marka ve mağaza arayanlar direk Östermalm’a gelsin.

Stockholm’ün en zarif ve en turistik caddelerinden biri olan Strandvagen, Östermalm bölgesinde bulunuyor. Şehrin en prestijli caddelerinden biri olarak da bilinen Strandvagen, 1897’de Stockholm Dünya Fuarı için kurulmuş. Şehirdeki en zenginlerin yaşadığı yer.

Södermalm (Söder: güney) Adası’nın tam ortasından geçen, 12. yüzyıldan beri varlığını sürdüren, Stockholm’un en uzun caddesi Götgatan Caddesi, hipster diye tanımlanan restaurant, kafe ve barlarla dolu.

Tarihi Gamla Stan’ın aşağısında kalan Södermalm Hipster mahallesi. Södermalm Bölgesi bir ada ve Gamla Stan’e göre oldukça geniş bir bölge. Şehrin tarihi Ortaçağ atmosferinden ziyade bohem bir havası var. Burada vintage dükkanlar, İskandinav tasarım butikler, plak dükkanları, üçüncü dalga kahvecilerle, esnaf, sanatçı atölyelerini bulabileceğiniz Stockholm’un bohem bölgesi.

Kelime anlamı ‘yenilikçi’ demek olsa da ‘hipster’ aslında ‘eskiye dönüş, eskiye özenmek’ anlamını taşıyor. Bu akımın başlangıcı 1940’lı yıllara dayanıyor. Hatta ‘çiçek çocuk’ ve ‘hippi’ akımının temelini oluşturuyor. Günümüzde ise yayılması 2010’lu yılların başında oldu.

Biz bu bölgede kaldık. Hazır buradayken yolunuzu biraz uzatıp ikonik kırmızı İsveç evlerini görmek için Bergsprängargränd’a uğrayın.

Sodermalm bölgesine Västerbron köprüsü ile bağlanan Langholmen adası 1974’e kadar bir hapishane adası olmuş. Bölgedeki cezaevi günümüzde cezaevi müzesi ile beraber bir hostel olarak hizmet veriyor.

Gamla Stan’dan 10-15 dakikalık yürüyüşle ulaşabileceğiniz Mariatorget Parkı kuzeyindeki Blecktornsgränd caddesi “The Girl with the Dragon Tattoo – Ejderha Dövmeli Kız” filminin kahramanlarında Mikael Blomkvist‘in evinin ve filmin son sahnesinin geçtiği yer Bellmansgatan adlı gotik apartmanın olduğu tarihi yer.

Stockholm’un merkezinde zeminden yaklaşık 40 metre yükseklikte Tarihi Katarina Asansörü, Sörder Tepesi’ne çıkıyor ve 1882 senesinde inşa edilmiş. O yıllarda buharla çalışan asansörün yenilenmesi ise 1930’lu yıllara denk geliyor.

Stockholm sanat galerisini andıran metro durakları ile de ünlü. Şehrin 100 metro istasyonunun 90’ından fazlası, murallerle, enstalasyonlarla ve heykellerle süslü. Hal böyle olunca da bu metro istasyonları Instagram sayesinde çok popüler turistik yerler haline gelmiş. Yolunuz düşerse uğrayabileceğiniz bazı metro istasyonları:

Solna Strand (Mavi Hat)

Solna Centrum (Mavi Hat) 1975 yılında mavi hattın ilk kolu olarak açılmış. Stockholm’ün en popüler metro istasyonu. Kıpkırmızı bir tavan ve parlak yeşil istasyonun ana rengini oluşturuyor. Mavi hat üzerinde hizmet veren metrolarla bu istasyona ulaşabilirsiniz.
– T- Centralen (Mavi Hat) 
– Stadion (Mavi Hat) bir mağara havasına sahip ve içinde parlak maviye boyanmış duvarlar arasında canlı renklerde güzel bir gökkuşağı var. 1973 yılında inşa edilmiş olan bu istasyon, Ake Pallarp ve Enno Hallek tarafından tasarlanmış.

Citybanan-Odenplan (Yeşil Hat),

Tekniska Högskolan (Kırmızı Hat)

Sodermalm’da Meatballs For The People (reklam değildir) İsveç köftesi (Köttbullar) yenilecek en iyi yermiş. Oldukça popüler, yirmi beş dakika kuyrukta bekledik.İçerisi oldukça küçük, dar, atmosferi de ahşap ağırlıklı bir yer. Menu, klasik İsveç köfte, domuz, dana, ördek, balık, geyik ve mus gibi çeşitlerden oluşuyor ve yanında sosu, patates püresi, lingonberry ve turşu ile servis ediliyor. Lingonberry (İsveç Kirazı) olarak da bilinen Kekreyemiş, Stockholm’deki her restoranda yemekle geliyor.

Söylenene göre, İsveç Kralı 12. Karl’ın, Rusya’ya karşı mağlup olduğu bir savaşın ardından Osmanlı topraklarına sığınarak 5 yıla yakın Osmanlı topraklarında yaşamış. 18. yüzyılda Kral Demirbaş Şarl (Kral 12. Karl), Osmanlı İmparatorluğu’ndan dönüşte, köfte (köttbullar), kahve ve lahana dolmasını (kaldomar) da beraberinde getirmiş. İtalya’dan bir köfte makinesi getirip geyik ve moose gibi egzotik etlerden Türkiye’den getirdiği tarife göre İsveç köftesini yapmaya başlamış. Çok da lezzetli olmuş. Methini duyduğumuz Shanti Gossip’de (reklam değildir) ortamdan ödün vermeden iyi yemek yiyebileceğiniz keyifli bir mekân.

Fika, esasen belirli bir zamanı olmayan, ancak her zaman sosyal bir olay olan bir kahve molası. İngilizlerdeki 5 çayı gibi bir şey. Fakat kahve ile olanı ve belirli bir saati yok. Fika aslında yavaşlamayı, günlük yaşamda, bir fincan kahve vesilesi ile kaliteli zamana yer açmayı ifade ediyor. İsveç’in gerçek bir kahvekolik olduğunun da altını çizelim. Günde ortalama içilen 3-4 fincan ile İsveç dünyanın en büyük kahve tüketicileri arasında.

Kahveye eşlik olarak, İsveç’in geleneksel tarçınlı rulo çörekleri olan kanelbullar’ı tavsiye ederim. Tarçınlı, vanilyalı, kakuleli olan bu çörekler, bizim için simitin olduğu gibi, İsveç mutfağının vazgeçilmezi. Mesela İsveç’te birinin evine davetliyseniz, bu tarçınlı çöreklerden götürmek adet. Kahvaltılık bir çörek gibi görünüyor ama İsveçliler kahvaltıda yemiyorlar.

İsveçlilerin hayat standardını yükselten ve mutlu bir yaşama sahip olmalarının nedeni olarak gösterilen: Lagom felsefesi “ne çok az, ne çok fazla, kararında” anlamına geliyor. Ben de kararında gezimi noktalıyorum. Nitekim bizimkilerin bana yaptığı gibi “neyseki gezerken seni dengelemeyi öğrendik” durumu. Dinginlik size de bulaşsın, keyfini sürün.

Aslında hazır tatil planlarına sonradan dahil olmaya herkes bayılır. Her şey düşünülmüş, seçilmiş oluyor; bizlere de sosyal medya mecralarında gideceğimiz yerin fotoğraflarına bakıp deliler gibi heveslenmek kalıyor. Ama öyle değil… Her yolculuğun arkasında uzun bir hazırlık süreci yatıyor. Çoğu zaman, yeni ülkeler görebilmek için planlar yaptım, bütçeler ayarladım ve seyahat rotaları belirledim. Bu hazırlık süreci bile başlı başına bir maceraydı. Hangi şehirde ne yenir, hangi uygun lokasyonda kalınır, hangi müze gezilir, hangi sokakta kaybolmak gerekir; bunların hepsini araştırmak ve planlamak ayrı bir zevkti.

Bu gezimde yararlandığım kaynakların hepsi muhteşem, eğlendirici ve bir o kadar da eğitici bilgiler içermekteydi. Buralardan yararlanarak rotamı çizdim, içini de kendi deneyimlerim ile zenginleştirip, çektiğim fotoğraflar ile süslemeye calıştım. Umarım benim geziden zevk aldığım kadar siz de bu yazıdan keyif alabilmişsinizdir.

Yararlandığım kaynaklara ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum.

Biz Evde Yokuz,Gezip Gordum,Nasil Gezdim,Cigdem Ceylan Gezi Rehberi,Ozan’in Seyir Defteri,Turna Com,The Magger,Merve ile Melih,Ontrail Store,Yolda Bi Blog,Yine Gidiyoruz,Travelingturks,Gezginim Gezgin

Tüm gezi yazımda yeme içme mekanları reklam değildir. Bizzat yedim, içtim ve beğendiğim için tecrübelerimi paylaştım.

Gezmek, bana sadece yeni yerler görmek değil, aynı zamanda kendimi de keşfetmek için bir fırsat sundu. Her yolculukta, kendi sınırlarımı zorladım, yeni beceriler edindim ve korkularımla yüzleştim. Yeni bir ülkede kaybolmak, farklı bir dilde anlaşmaya çalışmak, beklenmedik durumlarla başa çıkmak; bunların hepsi, bana cesaret ve özgüven kazandırdı.

Sonuç olarak, gezmek benim için bir yaşam tarzı haline geldi. Yeni ülkeler görmek için çalışmak, hayatımın bir parçası oldu. Her yeni yolculuk, bana yeni bir dünya sundu ve beni daha da zenginleştirdi. Gezmek, sadece fiziksel bir eylem değil, aynı zamanda ruhsal bir yolculuk oldu benim için. Bu tutku, beni her zaman ileriye taşıdı ve dünyayı daha geniş bir perspektiften görmemi sağladı.

Başka rotalarda görüşmek üzere...