223

Doğu Amerika Günlükleri 3: Washington

Washington yazısı

Doğu Amerika Günlükleri 3:

Şehirler, Üniversiteler, Anılar…

Anılarla ve Tarihle Dolu Bir Ziyaret

Başkent Washington DC

Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington DC, ilk bakışta kalabalık bir metropol gibi görünse de içinde kaybolduğunuzda sizi bolca yeşil alanla şaşırtıyor. Şehrin tam ortasında yer alan geniş parklar, yürüyüş yolları ve çimenlerde koşturan sincaplar, betonun arasında bile doğayı hissettiriyor.

“Washington” deyince yanına “DC” eklemeyi ihmal etmedim çünkü Amerika’nın kuzeybatısında bir de Washington eyaleti var. Karışıklık olmasın diye başkente genellikle sadece “DC” deniyor – hatta Amerikalılar arasında neredeyse sadece bu şekilde anılıyor.

Hepimizin bildiği gibi ABD bir eyaletler birliği. Ancak DC, bu sistemin dışında kalan tek bölge. Adı üzerinde: District of Columbia yani Columbia Bölgesi. Hiçbir eyalete bağlı değil, bağımsız bir idari yapı. Bir belediye başkanı var ama valisi yok. Temsilciler Meclisi’nde bir temsilcisi var ama o kişinin oy hakkı yok. Senatörü ise hiç yok.

İşin daha da ilginç kısmı: Burada yaşayan insanlar, 1961 yılına kadar başkanlık seçimlerinde oy bile kullanamıyordu. Koca bir ülkenin yönetildiği bu şehirde, demokrasi biraz eksik çalışıyor diyebiliriz. Bu da Washington DC’yi diğer tüm şehirlerden farklı ve bir o kadar da ilginç kılıyor.

Washington DC’ye gelip de The National Mall’da vakit geçirmemek neredeyse imkânsız. Şehrin simge yapılarının neredeyse tamamı bu uzun ve etkileyici alanın çevresinde yer alıyor. Bir ucunda Kongre Binası (Capitol), diğer ucunda Lincoln Anıtı bulunan yaklaşık 2 kilometrelik bu park alanı, hem tarihi hem mimarisi hem de sembolik anlamlarıyla büyüleyici. Üstelik yürüyerek rahatça keşfedilebilecek kadar ulaşılabilir.

The National Mall’un doğu ucunda yer alan United States Capitol, yani Amerikan Kongre Binası, çoğu kişinin ilk bakışta Beyaz Saray zannettiği ikonik yapılardan biri. İnşası 1793 yılında başlamış ve mimar William Thornton’un tasarımına bağlı kalınarak şekillendirilmiş. Burası sadece bir yapı değil; 200 yılı aşkın süredir Senato ve Temsilciler Meclisi burada toplanıyor. Binanın kuzey kanadı Senato’ya, güney kanadı ise Temsilciler Meclisi’ne ev sahipliği yapıyor.

Ve tabii o ünlü merdivenler… Amerikan başkanlarının yemin törenleri – son olarak Trump’ta da gördüğümüz gibi – tam da bu binanın ön cephesinde, merdivenlerin tepesinde gerçekleşiyor. Pek çok filme ve tarihi ana ev sahipliği yapan bu yapı, Amerika’nın siyasal kalbi konumunda.

1800 yılında tamamlanan Kuzey Kanadı, Amerikan Kongresi’nin ilk toplantılarına ev sahipliği yapmış özel bir bölüm. Burayı ziyaret etmek isteyenler, kapıda kısa bir kuyruk bekledikten sonra rehber eşliğinde yapılan turla Temsilciler Meclisi başta olmak üzere toplantı salonları ve önemli odaları gezme fırsatı buluyor.

Eğer Kongre oturumlarını canlı izlemek istiyorsanız, önceden ayrı bir randevu almak gerekiyor. Biz de şansımıza uygun olan oturuma katıldık. İçeriye girerken tüm eşyalarınızı teslim etmeniz gerekiyor; bu yüzden telefon ya da kamera gibi cihazlarınızla fotoğraf çekmek mümkün olmuyor. Bu sayede ortamda tam anlamıyla dikkat ve güvenlik sağlanıyor.

Amerikan federal hükümetinin tavan arasında saklanan tüm önemli belgeler ve tarihi eserler burada, National Archives’ta toplanıyor. Bu devasa arşiv, hükümetin korumaya değer gördüğü belgelerin sadece küçük bir bölümünü barındırıyor; çünkü her yıl milyonlarca belge üretiliyor ve bunların yalnızca %2 ila %5’i burada yer alıyor.

Burada toplamda yaklaşık 14 milyon fotoğraf ve poster, 15 milyon harita ve milyarlarca sayfa metin bulunuyor. Koleksiyonun içinde oldukça ilginç ve farklı eserler de var. Örneğin, Richard Nixon döneminden kalma “Tricky Dick” lakaplı başkanın, pirinç tanesine çizilmiş minik bir portresi; Watergate skandalının aktörlerinden Howard Hunt’ın kırmızı peruk gibi dikkat çekici objeleri de sergileniyor.

Tabii ki, National Archives denilince akla ilk gelenler arasında, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi, Anayasa ve Haklar Bildirgesi gibi ulusun temel taşları olan belgeler yer alıyor.

Binanın kendisi de bir sanat eseri adeta. Uzun ve görkemli merdivenleri, taş frizleri, yivli sütunları ve devasa bronz kapılarıyla, Ulusal Galeri’nin mimarı John Russell Pope tarafından tasarlanmış. Burası, sadece belgeleri değil, aynı zamanda Amerikan mimarisinin zarafetini de gözler önüne seriyor.

164 milyondan fazla kitabıyla Kongre Kütüphanesi, dünyanın en büyük kütüphanesi olarak biliniyor. 1800 yılında Başkan John Adams tarafından kurulmuş bu devasa bilgi hazinesi, Amerika’nın hafızası niteliğinde.

Kütüphane pazar ve pazartesi günleri kapalı; diğer günlerde ise 10:00 – 17:00 saatleri arasında ziyaret edilebiliyor. Giriş ücretsiz, ancak mutlaka önceden rezervasyon yaptırmak gerekiyor.

Kongre Kütüphanesi sadece kitaplardan oluşmuyor; içinde Gutenberg Kutsal Kitabı gibi nadir eserler, Kuzey Amerika’nın en büyük nadir kitap koleksiyonu, bir milyondan fazla hükümet belgesi, son üç yüzyılda yayımlanmış bir milyon gazete ve dünyanın en kapsamlı hukuki belge arşivleri yer alıyor.

Kongre Binası’nın hemen karşısında yer alan Supreme Court Yüce Mahkemesi Binası, 1935 yılında hizmete açıldı. Tarihin ve hukuk sisteminin kalbinin attığı bu yapıya girerken, içeride fotoğraf veya video çekmenin yasak olduğunu bilmek önemli.

Mahkeme oturumlarının olmadığı zamanlarda ise Mahkeme Salonu’nda düzenlenen konferanslara katılma şansınız oluyor. Bu konferanslar, Amerikan hukukunun temel taşlarını anlamak için iyi bir fırsat.

Bazen “Florida Büyükelçiliği” ya da “Manning Evi” olarak anılan Florida House Capitol Hill, Washington D.C.’nin kuzeydoğusunda yer alan özel bir eğitim ve bilgi merkezidir. Burada, Floridalılar ve başkenti ziyaret eden herkes için toplantı salonları, derslikler ve resepsiyon alanları sunuluyor.

Florida House, özel bağışlarla finanse edilen, kâr amacı gütmeyen bir hayır kuruluşu olarak faaliyet gösteriyor. Önemli bir detay da bu binanın Florida Eyaleti’ne ait olmaması ve Florida vergi mükelleflerinin parasıyla desteklenmemesi.

Washington DC’nin en zarif ve karakterli bölgelerinden biri olan Capitol Hill, sadece politik gücün kalbi değil, aynı zamanda bakımlı tarihi evleri, sakin sokakları ve şık kafeleriyle yaşanılası bir mahalle hissi uyandırıyor.

Bu semtte yer alan St. Peter’s Kilisesi, Capitol Hill’in en eski Katolik cemaatlerinden birine ev sahipliği yapıyor. 1820’de kurulan cemaat, bölgedeki Katolik tarihinin önemli bir parçası. İlk kilise binası 1889 yılında inşa edilmiş, ancak 1940’taki büyük bir yangında yıkılmış ve ardından yeniden inşa edilmiş. Bugün hala aktif olan kilisenin sloganı ise oldukça anlamlı:

“Toplumda Mesih’in somut bir tezahürü olmak.”

Washington DC’deki en özel kültürel duraklardan biri olan Folger Shakespeare Kütüphanesi, Shakespeare ve dönemi üzerine dünyanın en kapsamlı koleksiyonlarından birine sahip. İçeride 280.000’den fazla kitap ve el yazması bulunuyor. Ama küçük bir not: Eğer araştırma yapmak isteyen bir lisansüstü öğrenci değilseniz, bu nadir koleksiyonlara doğrudan erişim ne yazık ki mümkün değil.

Yine de ziyaretçilere açık alanlar oldukça etkileyici. Binanın içine girip, koyu meşe panelleriyle kaplı Tudor Galerisi’ni gezebilirsiniz. Elizabeth dönemi oymaları ve atmosferiyle büyüleyici bir iç mekân sunan bu galeri, genellikle kütüphane koleksiyonundan seçilen eserlerin sergilendiği geçici sergilere ev sahipliği yapıyor.

Smithsonian Enstitüsü, Amerika’da bulunan ve dünyanın en büyük müze ve araştırma kompleksi olarak kabul edilen bir kuruluş. Bilginin artırılması ve yayılması misyonuyla İngiliz bilim adamı James Smithson’un servetini bağışlamasıyla 1846 yılında kurulmuş. Bugün enstitüye dahil olan 19 müze, 21 kütüphane ve 9 araştırma merkezi mevcut.

National Mall’ın yanında yer alan yapı Norman stili mimarisi nedeniyle şato olarak da adlandırılıyor.

Havacılık ve uzay meraklılarının Washington DC gezilecek yerler listelerine ekledikleri Ulusal Hava ve Uzay Müzesi (National Air and Space Museum), Smithsonian Enstitüsü’ne bağlı olarak 1946 yılında kurulmuş. 1976 yılında National Mall içerisindeki binasında ziyaretçi kabul etmeye başlayan müzenin en büyük özelliği dünyanın en çok uzay ve hava taşıt koleksiyonunu sergilenmesi. Hava taşıtlarının hemen hemen hepsinin orijinal olması. İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan uçaklar ve savaşan pilotlara ait eşyalar, Apollo 11 uzay roketinin bazı kalıntıları da görmek mümkün. Müze olarak bilinmesinin yanında yapı içerisinde gezegen bilimi, jeoloji ve jeofizik alanlarında araştırmalar yapılıyor. Burada da uzaylı, uçaklı filmler gösterilen bir IMAX 3D sinema var.

Müzedeki en ilginç eserlerden birkaçı ise şöyle;

* Wright Flyer, Orville ve Wilbur Wright tarafından 1903’te yapılan ilk motorlu uçuşun kopyası

* Neil Armstrong, Buzz Aldrin ve Michael Collins’in Ay’a gittikleri ve döndükleri uzay aracı

* Chuck Yeager tarafından ses duvarını aşan Bell X-1 ilk uçak

* Charles Lindbergh’in Atlantik Okyanusu’nu tek başına ve durmaksızın geçtiği uçak

Smithsonian Enstitüsü’nün bir parçası olan Amerikan Ulusal Tarih Müzesi (National Museum of American History) National Mall Bölgesi’ndeki 14. Cadde üzerinde yer alıyor. 1964 yılında Tarih ve Teknoloji Müzesi adıyla kurulmuş. 1980’de şu anki ismini alan müzede Bağımsızlık Savaşı’ndan günümüze Amerikan kültürünü ve tarihini anlatan eserler sergileniyor.

Washington DC’deki en etkileyici duraklardan biri kesinlikle Amerikan Doğa Tarihi Müzesi. 1910 yılında açılan bu dev müze, Smithsonian’ın şehirdeki ilk yapılarından biri. İçeride 18 futbol sahası büyüklüğünde bir alanı kaplayan koleksiyon, sadece sergilemekle kalmıyor — aynı zamanda 200’e yakın bilim insanı burada doğa ve yaşam üzerine aktif araştırmalar yürütüyor.

Müze, tam 126 milyondan fazla doğa bilimi örneği ve kültürel esere ev sahipliği yapıyor. İçeride göze çarpan parçaların bazıları şöyle:

•Hope Elması: 45.52 karatlık bu mavi elmas, dünyanın en ünlü mücevherlerinden biri.

•Tyrannosaurus rex ve Triceratops iskeletleri: Dinozor severler için gerçek bir şölen.

•İnsan evrimi galerisi: Atalarımıza ait fosiller ve ilkel araçlar.

Bu müze, kişisel olarak benim de şimdiye kadar gezdiğim en eğlenceli ve en etkileyici müzelerden biri. Hem içerik açısından çok zengin hem de modern ve interaktif sunumlarıyla sizi içine çekiyor.

Mutlaka önerdiğim bir şey var: 3D IMAX sineması. Burada doğa ve bilimle ilgili kısa ama nefes kesici filmler gösteriliyor. Vaktiniz varsa sakın kaçırmayın!

Ve bir sürpriz: Müzenin içinde, rengârenk yüzlerce kelebeğin uçuştuğu canlı kelebek odası bulunuyor. Göz alıcı güzellikteki bu minik canlılar başınıza, omzunuza hatta burnunuza konabiliyor. Ama dikkat! Çıkarken üstünüzde bir kelebek kalmış mı diye görevliler sizi kontrol ediyor. Gerçekten ilginç bir deneyim.

Washington DC’de dolaşırken karşınıza çıkan bazı yapılar sadece mimarileriyle değil, taşıdıkları anlamla da dikkat çekiyor. Bunlardan biri Ronald Reagan Building. Tam 3,1 milyon fit kare alanıyla, Pentagon’dan sonra Amerika’nın ikinci en büyük hükümet binası. İçeride, 125 ft yüksekliğe ulaşan ve neredeyse bir dönüm genişliğinde camla kaplı dev bir atriyum yer alıyor. Bu alanda yürürken, Berlin Duvarı’nın gerçek bir parçası dâhil olmak üzere birçok heykel ve sanat eseriyle karşılaşıyorsunuz. Alt katta ise hem çalışanlara hem ziyaretçilere hizmet veren şık bir yemek alanı var — 20’den fazla restoran ve kafe seçeneğiyle mola vermek için oldukça ideal. Üst katlar ise Uluslararası Ticaret Merkezi’nin ofislerine ev sahipliği yapıyor.

Ve sonra… biraz daha ilginç bir yer: FBI Genel Merkezi.

Burası, şehir merkezine yaklaşık 4–6 km uzaklıkta bulunan J. Edgar Hoover Building. Bina, adını FBI’ı onlarca yıl boyunca yöneten ve epey tartışmalı bir figür olan J. Edgar Hoover’dan alıyor. Mahremiyet konusuna pek de hassas olmadığı bilinen Hoover, görevdeyken kadın ajanlara karşı ayrımcılık uygulamış, yıllarca FBI’ın sadece erkeklerden oluşmasını savunmuş. Hoover’ın ölümünden ancak bir yıl sonra, FBI tekrar kadın ajan almaya başlamış.

Binanın mimarisi, dürüst olmak gerekirse oldukça sert ve soğuk — ama içeriği bu eksikliği fazlasıyla telafi ediyor. FBI turu, adeta bir polisiye dizinin içine düşmek gibi. Girişte sizi, kartondan kesilmiş ünlü gangster figürleri karşılıyor. Ardından ele geçirilen uyuşturucular, kaçak silahlar ve casuslukta kullanılan ekipmanların sergilendiği alanlar geliyor.

Tur sırasında, boş ama gerçek bir DNA laboratuvarının önünden geçiliyor, gizli operasyonlarda kullanılan binlerce kaçak silah sergileniyor. Son kısımda ise bir ajan sahneye çıkıyor: iki tabanca ve otomatik bir tüfekle, içinde kamera, disket ve tebeşir bulunan küçük bir kutuyu dramatik bir şekilde havaya uçuruyor. Elbette, ardından alkışlar kopuyor!

Reagan Binası ve FBI Karargâhı… İkisi de aynı şehirde, ama biri uluslararası diplomasi ve ticaretin temsilcisi, diğeri ise suçla mücadelenin beyni. DC’de gezilecek yerler listesinde iki çok farklı durak.

Washington DC’de adeta zamanda donmuş bir yapı var: Eski Postane Binası. Romanesk mimarisiyle çevresindeki modern binalara adeta meydan okuyan bu yapı, 1899 yılında tamamlandığında pek sevilmemiş. Bir New York Times muhabiri o dönem onu, “bir katedral ile pamuk fabrikası arasında bir şey” diye tanımlamış. Hatta binanın yıkımı 1971’de onaylanmış, ama tarihi eser koruyucuları devreye girince kurtarılmış. Şimdi ise, mimari zevklerin nasıl değiştiğine güzel bir örnek olarak ayakta duruyor.

Bina sadece dış görünüşüyle değil, içeriğiyle de dikkat çekici. İlk katlarında, etnik restoranlar, hediyelik eşya dükkânları ve küçük sahne gösterileri barındıran bir alan bulunuyor: Pavillion. Özellikle yerel tatları denemek ya da kısa bir mola vermek için oldukça keyifli.

Ama asıl olay yukarılarda! Binanın en üst katında yer alan saat kulesi, şehrin en güzel manzaralarından birine ev sahipliği yapıyor 270 fit yükseklikten, arada hiçbir cam ya da parmaklık olmadan Capitol Binası, Lincoln Anıtı ve Beyaz Saray’a kadar geniş bir alanı seyredebilirsiniz. Üstelik Washington Anıtı’ndaki gibi saatlerce beklemek de gerekmiyor.

Saat kulesinin içinde ayrıca oldukça ilginç bir detay daha var: Ditchley Vakfı tarafından hediye edilen 10 dev çan! Ağırlıkları 581 ile 2953 pound arasında değişen bu çanlar, her perşembe akşamı saat 19:00 – 21:00 arasında, Washington Çan Çalma Derneği tarafından çalınıyor. Ulusal bayramlarda ise 1,5 saatlik büyüleyici bir performans sunuluyor. Eğer şanslıysanız, yukarı çıkarken bu dev çanları çalışırken izleme fırsatını da yakalayabilirsiniz.

Washington DC’de gezerken Amerikan tarihinin en dramatik anlarından birinin yaşandığı yere uğramak, gerçekten sarsıcı bir deneyim. Ford’s Theatre, ilk olarak 1863 yılında açılmış. Ancak onu tarih kitaplarına sokan şey, burada sergilenen bir oyun değil… 14 Nisan 1865 gecesi, Başkan Abraham Lincoln, sahneyi değil, suikastçısını izliyordu.

Lincoln, o akşam eşiyle birlikte “Our American Cousin” adlı oyunu izlemek üzere tiyatroya geliyor. Ancak gece, tarihe kazınacak şekilde karanlık bir olaya dönüşüyor. John Wilkes Booth isimli bir aktör ve Güney sempatizanı, başkanın locasına gizlice girip Lincoln’ü başından vuruyor. Başkan, aldığı yara sonucu ertesi sabah hayatını kaybediyor.

Bugün tiyatroyu ziyaret ettiğinizde, Lincoln’ün oturduğu loca özel bir bölüm olarak korunuyor. İçeri adım attığınızda, o geceye dair detaylar ve dönemin atmosferi etkileyici bir şekilde sunuluyor. Ford’s Theatre sadece bir tiyatro değil; bir suikastın gölgesinde şekillenen bir ulusun hafızası.

Aynı binanın bodrum katında, olayın ayrıntılarının anlatıldığı küçük bir müze de bulunuyor. Lincoln’ün son saatlerine, suikast planına, zanlının kaçışı ve yakalanmasına kadar pek çok bilgiye burada ulaşmak mümkün.

Washington’da gezilecek yerlerin başında elbette Beyaz Saray geliyor. ABD başkanlarının hem resmi ikametgâhı hem de çalışma ofisi olan bu yapı, sadece mimarisiyle değil, taşıdığı tarihsel anlamla da oldukça etkileyici.

Yapımına 1792 yılında, George Washington’un çizdirdiği planlara uygun olarak başlanan Beyaz Saray, 8 yıllık bir sürecin ardından 1800’de tamamlanmış. Ancak George Washington yapının bitimini görememiş; burada yaşamaya başlayan ilk başkan John Adams olmuş. Binanın ilk adı “President’s House” (Başkanlık Konutu) iken, bugünkü ismini 1901 yılında Başkan Theodore Roosevelt koymuş: White House – Beyaz Saray.

Neoklasik mimari tarzıyla inşa edilen yapıda toplam 132 oda, 35 banyo ve 6 kat bulunuyor. İnşasında kullanılan taşlar Virginia’daki Aquia Creek bölgesinden çıkarılan açık renkli kireç taşları. Bu taşlar, binaya bugünkü “beyaz” görünümünü kazandırmış.

Beyaz Saray zaman içinde birçok olaya tanıklık etmiş; örneğin 1814 yılında İngilizler tarafından yakılmış, ardından orijinaline sadık kalınarak yeniden inşa edilmiş. O günden bu yana aynı yerde, aynı işlevle hizmet vermeye devam ediyor.

Ziyaret konusuna gelirsek… Ne yazık ki bizim gibi sıradan ziyaretçilerin içeriye girip gezmesi kolay değil. Beyaz Saray’a girmek için 6 ay öncesinden başvuru yapmak ve oldukça detaylı bir güvenlik sürecinden geçmek gerekiyor. Biz de, çoğu turistin yaptığı gibi, dışarıdan, demir parmaklıklar önünden bir fotoğrafla yetindik.

Biraz daha geriye gidersek, ABD tarihindeki ilk başkanlık konutları New York’taydı: Samuel Osgood House ve ardından Alexander Macomb House. Daha sonra başkent geçici olarak Philadelphia’ya taşındığında, başkanlar 10 yıl boyunca oradaki President’s House’ta ikamet etti. Beyaz Saray’ın bugünkü yeri olan Washington D.C. ise başkent olarak kalıcı hale geldi.

Ve son bir not: Beyaz Saray’ın resmi, 20 dolarlık banknotların arka yüzünde yer alıyor. Elinizde varsa bir bakın, gözünüze tanıdık gelecektir.

II. Dünya Savaşı Ulusal Anıtı’nı geride bırakıp National Mall boyunca yürümeye devam ettiğinizde, şehrin siluetini domine eden Washington Anıtı karşınıza çıkıyor.

Amerika’nın ilk başkanı George Washington’ın anısına inşa edilen bu görkemli yapı, 1848 yılında temelleri atılmasına rağmen siyasi ve mali sebeplerle ancak 1885’te tamamlanabilmiş. Tasarımı mimar Robert Mills’e ait olan anıt, 169 metre yüksekliğiyle hâlâ dünyanın en yüksek taş yapısı ve dikilitaşı olma unvanını koruyor.

Anıtın formu Antik Mısır dikilitaşlarını andırıyor. Belki de bu yüzden yerel halk arasında takılan lakap da oldukça sade: “The Pencil” yani Kurşun Kalem.

İçine girmek ve tepeye çıkmak mümkün. Asansörle yukarı çıktığınızda National Mall’un dört bir yanına yayılan olağanüstü bir manzara sizi bekliyor.

En ilginç detaylardan biri ise anıtın iç cephesinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu’na ait bir kitabe. Sultan Abdülmecid döneminde gönderilen bu mermer plakanın üzerinde Ziver Efendi’ye ait bir beyit yer alıyor. Böylece, Osmanlı’nın Amerika’nın kurucu liderine gösterdiği saygı, anıtın duvarlarında bugün hâlâ görülebiliyor.

Navy Memorial

Pennsylvania Caddesi’nin hemen karşısında, Archives Metro İstasyonu yakınlarında, Washington’un popüler açık hava dinlenme ve öğle yemeği mekanlarından biri olan United States Navy Memorial yer alır.

Anıt, çağlayan çeşmeleri ve dalgalanan donanma bayraklarıyla bir geminin güvertesini andıran bir atmosfer sunar. Ortasında oyulmuş granit dünya haritası, denizlerin büyüklüğünü ve Amerikan Donanması’nın küresel etkisini simgeler.

Stanley Bleifeld’in ünlü “The Lone Sailor” heykeli, okyanusun sakinliği içinde derin bir tefekküre davet eder. Donanma ilahisinin gravürleriyle birlikte, ziyaretçilere denizcilik tarihine saygı duruşu niteliğinde bir mekân sunar.

Yaz aylarında salı akşamları saat 20:00’de Donanma Orkestrası burada ücretsiz konserler verir. Aynı gün öğle saatlerinde ise ABD Donanma Tören Muhafızları, saat 13:00’te seremonilerini gerçekleştirir. İlkbahar döneminde ise lise ve üniversite grupları, koro toplulukları burada öğle yemeği konserleriyle anıtı canlandırır.

Lincoln Anıtı

ABD’nin 16. Başkanı Abraham Lincoln’ün anısına yapılan Lincoln Anıtı (Lincoln Memorial), 1914 yılında inşasına başlanan ve 1922 yılında tamamlanan önemli bir simge yapıdır.

Yunan tapınaklarını andıran mimarisiyle dikkat çeken anıt, National Mall’un batı ucunda yer alır. En dikkat çekici unsuru ise, Daniel Chester French tarafından tasarlanan ve 5,80 metre yüksekliğinde, beyaz Georgia mermerinden işlenmiş Lincoln heykelidir.

Anıtın güney duvarında Lincoln’ün ünlü Gettysburg Söylevi, kuzey duvarında ise ikinci kez başkan seçildikten sonra yaptığı konuşma yer alır. Lincoln, Amerikan İç Savaşı sırasında ülkenin birliğini sağlamış, köleliği kaldırmış ve bu büyük hizmetlerinden sonra ne yazık ki kısa süre içinde suikasta uğramıştır.

Lincoln Anıtı’nın merdivenleri ise, Martin Luther King Jr.’ın tarihi “Bir Hayalim Var (I Have a Dream)” konuşmasını yaptığı mekandır ve Amerikan sivil haklar hareketinin sembollerinden biridir.

Lincoln Anıtı’nın önündeki Reflecting Pool, gerçekten Washington D.C.’nin en ikonik ve anlamlı mekanlarından biri. Forrest Gump filmindeki sahnelerle popülerliği daha da arttı. Martin Luther King Jr.’ın 1963’te burada yaptığı “Bir Hayalim Var” konuşması, bu havuzun tarihsel önemini daha da derinleştiriyor.

Reflecting Pool’un hemen arkasında yer alan 2. Dünya Savaşı Ulusal Anıtı (National World War II Memorial) ise 2004’te açıldı ve 48 eyalet, 7 federal bölge ile Columbia Bölgesi’nin birliğini simgeleyen 56 granit sütunu ve ortasındaki su fıskiyesiyle etkileyici bir yapı.

Bunların yanında Washington Mall’da görmeye değer diğer anıtlar ise:

•Vietnam Veterans Memorial: Siyah granit üzerine kazınmış binlerce savaş gazisinin isminin yer aldığı duvar, sarsıcı ve duygusal bir anma alanı.

•Franklin Delano Roosevelt Memorial: 4 bölümlü, açık hava anıtı, FDR’nin hayatını ve dönemini detaylı şekilde yansıtan heykeller ve alıntılarla dolu.

•Martin Luther King Jr. Memorial: Sivil haklar liderinin anısına yapılmış, büyük bir granit heykel ve etkileyici alıntılarla dolu alan.

The Korean War Memorial (Kore Savaşı anıtı yansıma havuzunun hemen yanında bulunuyor ve Kore Savaşı’nda görev yapmış 19 Amerikan askeri birliğini simgeliyor.

Bu anıtın özel bir yanı da Türkiye’nin de burada adı geçen ülkeler arasında olmasıdır. Türkiye, Kore Savaşı’na katılan önemli müttefiklerden biri olarak burada anılıyor. Anıtta, savaşın zorluklarını ve askerlerin fedakarlığını yansıtan heykeller ve semboller yer alıyor.

The New Martin Luther King (Martin Luther King Jr. Ulusal Anıtı)

Sivil Haklar Hareketi lideri Martin Luther King Jr.’ın granit heykelinin ilham kaynağı 1963 yılında Luther King’in yaptığı “Bir Hayalim Var” konuşmasındaki “Umutsuzluk dağından bir umut taşı.” cümlesi olmuş. Bu anıt King’in sivil haklar hareketi, adalet, barış ve eşitlik konusundaki düşüncelerini yansıtmasıyla ön plana çıkıyor.

Japanese Lantern

King heykelinin hemen yanında yer alan Japanese Lantern (Japon Feneri), II. Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yeniden ortaya çıkan kalıcı kültürel ortaklığı sembolize ediyormuş. Asıl güzel olan ise bu fenerin çevresini kaplayan kiraz ağaçları ve onun yarattığı atmosfer.

Thomas Jefferson Memorial, ABD’nin kurucularından ve 3. Başkanı Thomas Jefferson’a adanmış anlamlı bir anıt. Neo-klasik tarzda inşa edilen yapı, mimar John Russell Pope tarafından tasarlanmış. İnşaatı 1939’da başlayıp 1943’te tamamlanmış, Jefferson’un bronz heykeli ise 1947 yılında yerleştirilmiş.

Heykelin Beyaz Saray’a dönük olması, Jefferson’un Amerika’nın başkenti ve liderlik merkezi ile olan bağını simgeliyor. Anıt, hem mimarisi hem de Jefferson’un Amerikan bağımsızlığı ve özgürlük fikirlerine olan saygısıyla ziyaretçilerin ilgisini çekiyor.

Altı yüz on iki dönümlük engebeli tepeler ve ağaçlarla çevrili caddeler, beş yıldızlı generallerden bilinmeyen askerlere ve Clinton kampanyası bağışçılarına kadar ABD askeri gazilerinin yattığı yer Arlington Cemetery. ABD’deki en büyük askeri mezarlık olan Arlington, 260.000 gazi ve bakmakla yükümlü oldukları kişileri barındırıyor.

Burada en önemli atraksiyon her yarım saatte bir nöbet değişimi ritüeli. Nöbetçiler 21 adım atıyor ve ardından en yüksek askeri onur olan 21 top atışını sembolize etmek için 21 saniye boyunca mezara doğru dönüyorlar.

Mezar taşları, her askerin savaştığı savaşı belirtiyor. Batık bir kalkan, İç Savaş veya İspanyol-Amerikan Savaşları’ndaki hizmeti temsil ediyor; sivri mezar taşları, Konfederasyon askerlerini simgeliyor. Her gün ortalama 15 ila 20 cenaze töreni gerçekleştiriliyor; her tören sırasında Arlington House’daki bayrak yarıya indiriliyor.

Arlington House yakınlarındaki Crook Walk boyunca bir İç Savaş Anıtı bulunmaktadır. Bull Run Muharebesi’nde ve Rappahannock’a giden yol boyunca şehit düşen 2111 askerin kemikleri taş lahdin altında yatmaktadır; kalıntıları hiçbir zaman bulunamamış.

Yakınında, zamanının en yüksek rütbeli Afro-Amerikan subayı olan dört yıldızlı hava kuvvetleri generali General Daniel “Chappie” James’in mezarı bulunmaktadır.

Arlington ayrıca tarihin en uzun süre dünya ağır sıklet boks şampiyonu olan Joe Louis, Arktik kaşifleri Robert E. Peary ve Richard Byrd ve Yüksek Mahkeme Yargıçları Earl Warren ve Oliver Wendell Holmes’un mezarlarını barındırmaktadır.

Mezarlıkta en çok ziyaret edilen mezarlıklar Kennedy Mezarlıkları’dır.

1998’de ABD’li askerlerin adını taşıyan ve mezarından çıkarılan Bilinmeyenlerin Mezarı, ABD için savaşırken ölen askerleri onurlandırıyor. Hem Dünya Savaşları’ndan hem de Kore Savaşı’ndan kimliği belirsiz askerler, şehre bakan beyaz mermer lahdin altında yatıyor. Ünlü yazıt, “Burada, yalnızca Tanrı tarafından bilinen bir Amerikan askeri onurlu bir şekilde dinleniyor.” diyor. Mezar, Ordu’nun Üçüncü Piyade Alayı’ndan gelen delegasyonlar tarafından günde 24 saat korunuyor.

Mezarlığa en son eklenen yapı, etkileyici Amerika Askerlik Hizmeti Kadınları Anıtı.

Washington’da en sevdiğim yer olan Georgetown üniversitenin varlığı sayesinde genç nüfusun yoğun olduğu bir bölge. Burası biraz Nişantaşı, biraz Bağdat Caddesi karışımı bol bol restoran, cafe, barın bulunduğu ve bol alışverişli bir bölge.. Özellikle Wisconsin Avenue ve M street en hareketli sokaklarıdır. M caddesi ile N caddesi arasında 30.sokak ile 33.sokak arasındaki caddelerde gezebilirsiniz.

Çok eski dönemlerde tütün pazarı olan bu bölge şimdilerde birçok önemli diplomatlarının, akademisyenlerinin yani önemli isimlerin ikamet ettiği bir bölge olmuş.

Wisconsin Avenue’dan aşağı doğru yürüdüğünüzde ‘Washington Harbor Waterfront’ (liman) bulunduğu K Street’e geliyorsunuz. Burada Potomac Nehri önünde bulunan restoranlar ve barlar bulmak mümkün. Özellikle hava güzelken dışı olan bu barlar en popüler takılma noktalarından biri oluyor. Tatlı patates ve hamburgerden oluşan klasik menüleriyle ünlü pek çok kafenin ve restoranın bulunduğu semtte tek katlı tarihi yapılar oldukça otantik bir görünüm sağlıyor. M Street’in sonundaki ‘Exorcist Stairs’ (şeytan merdivenleri) Exorcist filmindeki camdan atlamalı, merdivenden yuvarlanmalı meşhur sahnenin çekildiği yer. Ayrıca birkaç şapel sahnesi de Georgetown’da bulunan Georgetown Üniversitesindeki şapelde çekilmiştir.

Bir cupcake dükkanının kapısının önünde 20-30 metre kuyruk görmek isterseniz M Street 3301 numaradaki Georgetown Cupcake’ i ziyaret edebilirsiniz.

DC’nin en önemli bölgesi. Georgetown Üniversitesi burada bulunduğundan öğrenci nüfusu da oldukça yüksek.

1788’de inşa edildi ve üniversite 1789’da açıldı ve Georgetown’ın 6.000 lisans öğrencisinin %50’si Katoliktir.

Healy Hall’un Gotik kıvrımları, 1870’lerde Georgetown Üniversitesi Rektörü olan Afro-Amerikan rahip Peder Patrick Healy’nin adını taşır. Hall’un önünde, Healy Circle’ın merkezinde, Üniversite’nin kurucusu Başpiskopos John Carroll’ın bir heykeli bulunmaktadır.

Vietnam’da ölen bir mezunun anısına inşa edilen Lauinger Kütüphanesi, 1,5 milyon ciltlik bir arşive sahiptir. Mark Twain’in Tom Sawyer eserinin orijinal el yazması gibi önemli eserlere ev sahipliği yapmaktadır.

Dahlgren Dörtgenin kuzey tarafında, şapelin sağında yer alan Eski Kuzey Salonu’nun basamaklarından on üç başkan konuşma yapmıştır; daha önce konuşma yapanlar arasında George Washington, Abraham Lincoln ve Bill Clinton bulunmaktadır.

Copley Çimenliği’nin sağında, Amerika’nın ilk iki Cizviti’nden adını alan White-Gravenor Salonu yer alır.

White-Gravenor Hall’un solunda, küçük bir Cizvit mezarlığına bakan, kırmızı tuğlalı devasa bir yapı olan Kültürlerarası Merkez yer alır. Merkez, ülkenin en büyük güneş enerjisiyle çalışan binası olarak tasarlanmış.

Beş lisans okuluna ek olarak, Üniversite’nin Hukuk, Tıp, İşletme ve Sanat ve Bilim Lisansüstü Okulu olmak üzere lisansüstü okullarında 6.500 lisansüstü öğrencisi daha vardır. Hukuk Fakültesi hariç tüm tesisler, Georgetown’ın ana kampüsünde bulunmaktadır.

Ünlü mezunlar arasında Yüksek Mahkeme Yargıcı Antonin Scalia, New York başrahibi John Cardinal O’Connor, televizyon gazetecisi ve yazar Maria Shriver ve en önemli isim Bill Clinton yer almaktadır.

Dupont Circle , 9 caddenin kesiştiği bir kavşak aslında. Massachusetts caddesinde süper güzel binalar var, zaten Türk konsolosluğu dahil bütün konsolosluklar sağlı sollu bu cadde üzerinde diyebiliriz. Connecticut Caddesi de aynı şıklıkta evlerin, restoranların ve pubların olduğu bir cadde.

ABD’nin ilk ve tek Atatürk heykeli Washington DC’de bulunuyor. Buralara kadar gelmişken atamızın heykelini görmeden gitmek içimize sinmezdi. Atatürk heykeli DC’nin önemli meydanlarından biri olan Sheridan Circle’daki Türk Konsolosluğunun önünde bulunuyor. Canim Atam “Peace at home, peace in the world” ile dunyanin öteki ucunda bile bizi gururlandırdığın için sonsuz teşekkürler…

Washington Ulusal Katedrali (Washington National Cathedral), yalnızca dini bir yapı değil; aynı zamanda Amerikan tarihinin, kültürünün ve ruhunun taşa işlendiği görkemli bir simgedir. 1907 yılında Başkan Theodore Roosevelt’in temel atma konuşmasıyla başlayan yapım süreci, 83 yıl boyunca sürmüş ve 1990’da tamamlanabilmiştir. Neo-gotik mimarisiyle, Avrupa’daki büyük katedralleri andırır; bu anlamda hem dini hem mimari açıdan ABD’nin eşsiz yapılarından biridir.

59 dönümlük bakımlı bir bahçe içinde yer alan katedral, sadece ibadet alanı değil, aynı zamanda önemli toplumsal ve kültürel etkinliklerin de merkezidir. Martin Luther King Jr.’ın son pazar vaazını burada vermiş olması, bu yapının sadece bir kilise değil, bir düşünce platformu olduğunu da gösterir. Aynı şekilde, Dalai Lama’nın konuşmalar yapmış olması, dinler arası diyaloğa açık bir mekân olduğunu vurgular.

Washington National Cathedral, aynı zamanda ülkenin seçkin şahsiyetlerine bir anıt mezar olarak da tasarlanmıştır. Her ne kadar bu fikir sınırlı uygulama alanı bulmuş olsa da, Başkan Woodrow Wilson’ın burada gömülü olması onu oldukça özel kılar. Wilson’ın mezarı, katedralin güney koridorunda yer alır ve ona ayrılmış vitray pencerenin altında uzanır. Katedralin en sıra dışı vitrayı ise NASA ile yapılan bir iş birliği sonucu ortaya çıkan, ortasında gerçek bir ay taşı bulunan uzay temalı penceredir.

Katedralin mizah anlayışı da dikkat çekicidir: Sol kuledeki gargoyle’lardan biri Star Wars serisinden Darth Vader’ın başıdır — genç bir öğrencinin yarışma yoluyla önerdiği bu figür, yapıya sıra dışı bir detay katmıştır.

Yeraltı seviyesindeki Bethlehem, Arimathea’lı St. Joseph ve Diriliş şapelleri ise sessizlik ve maneviyatla dolu alanlardır. Bu alanlardan birinde, görme ve işitme engellilere eğitimde çığır açan Helen Keller ile öğretmeni Anne Sullivan Macy’nin mezarları bulunur — bu da katedralin sadece büyük liderlere değil, insanlığa ilham veren figürlere de ev sahipliği yaptığını gösterir.

The Pentagon, sadece ABD Savunma Bakanlığı’nın merkezi değil, aynı zamanda mimarisiyle ve işleyişiyle Amerikan askeri gücünün adeta bir sembolüdür. Washington’daki anıtlardan farklı olarak, turistik bir ihtişamdan çok işlevselliğiyle dikkat çeker. Oval değil, dikilitaş değil, klasik bir hükümet binası da değil… Beşgen yapısıyla Pentagon, devasa askeri bürokrasiyi fiziksel olarak temsil eder.

17 Temmuz 1941’de sadece bir hafta sonunda tasarlanan bina, başlangıçta Arlington Mezarlığı’na yapılması planlanmıştı. Ancak gelen tepkiler üzerine yakınlardaki bataklık arazi Hell’s Bottom’a taşındı. 13.000 kişilik bir iş gücüyle 16 ayda inşa edilen Pentagon, hâlâ dünyanın en büyük ofis binasıdır.

Franklin D. Roosevelt, yapının “turistik” görünmemesi için inşaatta mermer kullanılmasını yasaklamış, böylece bina sade ama etkileyici bir görünüme kavuşmuştur. İnşa maliyeti 50 milyon dolardır.

•5 kat, 5 eş merkezli halka (koridor), 10 radyal koridor

•6,5 milyon ft² kullanım alanı

•23.000 personel (sivil ve askeri)

•27 hektarlık otoparkta 9.849 araç kapasitesi

•17,5 mil uzunluğunda koridor

•Her iki nokta arası yürüyüş mesafesi maksimum 7 dakika

•Örnek adres formatı: 2E751 → 2. kat, E halkası, 6. koridor, 51. oda

•Washington Anıtı Amerikan halkının direncini,

•Capitol Binası demokrasinin asaletini,

•Pentagon ise askeri organizasyonun gücünü ve karmaşıklığını sembolize eder.

Pentagon, ABD’nin en büyük askeri sanat koleksiyonuna da ev sahipliği yapıyor. Örneğin, General Henry “Hap” Arnold gibi önemli isimlere adanmış kalıcı sergiler bulunmakta. Yani sadece bir komuta merkezi değil, aynı zamanda askeri tarih ve kültürün de bir arşivi.

Tarihi adımlarla yürüdük bu şehirde…

Anıtlarda durduk, sessizliğe saygı kattık.

Beyaz Saray’ın önünde bir fotoğraf, Lincoln’un huzurunda kısa bir iç hesaplaşma…

Jefferson’a selam verip Georgetown sokaklarında kaybolduk.

Çan sesleri, suya yansıyan anıtlar, kiraz çiçeklerinin hayaleti…

Her köşe bir döneme, her durak bir insana dokundu.

Ve biz bu dokunuşları valizimize değil, hafızamıza koyduk.

Şimdi sırada bir başka Amerikan klasiği var: Baltimore, Annapolis, Atlantic City’de yeni keşifler için takipte kalın!

Bu gezimde de mekanların tarihleri, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

New York Eye Witness Travel Guides

Let’s Go Washington D.C.

USA The Rough Guide

Frommer’s Philadelphia & the Amish Country

Baska Kentler, Baska Denizler 3_ Murat Belge

Huseyin Sayin

Gezimanya

Wikipedia

Blondie on the road

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yok.

Tüm fotoğraflar tarafımdan çekilmiştir, içinde olduklarım hariç.