308

Sarı ve Turuncu Şehir: Kopenhag

Ne diyelim, kuzey hiç bu kadar popüler olmamıştı. Şimdilerde birçok ülke sosyal adalet ve eğitim sistemlerini geliştirmek için kuzey ülkelerinden politikalar ithal ediyor, Nordik tasarıma olan talep zirve yapmış durumda ve Instagram, İskandinav şehirlerinin huzur veren fotoğrafları ile dolup taşıyor. Hal böyleyken bizde sekiz gün Kopenhag-Oslo-Stockholm yapalım dedik. Hani meşhur tekerleme İsveç, Norveç, Danimarka……”. İskandinav hayranlığının dışavurumu…

Bu yazımda sizlere sekiz günlük bir gezi programı olan İskandinavya üçlemesi Danimarka Kopenhag- Norveç Oslo- İsveç Stockholm anlatmak istiyorum.

İskandinavya denince aklımıza soğuk, ıssız yerler ve dünyanın en yüksek intihar oranları geliyor. Oysa Avrupa’nın bu kuzey bölgesi olağanüstü güzellikteki doğası, aynı derecede güzel insanları ve yüksek hayat standartlarıyla ziyaret edilmeyi kesinlikle hak ediyor. Yaz aylarında gece yarısına dek süren güneşli günlerden dolayı İskandinavya’ya yazın gelmeyi tercih ettik.

İskandinav gezimde gördüğüm en hoşuma giden özellik çok güvenli bir ülke olması, hırsızlığın asla olmaması öyle ki insanlar bebek arabaları dışarda market önüne koyup gidip alışveriş yapıp geliyorlar. Birinde ben resmen panik oldum, içgüdüsel olarak bebeğin başında bekledim.

Tabii bir de kızları, erkekleri çok ama çok güzeller. Kızımla bakmaktan gözümüzü alamadık. Üstelik uzun boylu ve incecikler. ‘Coğrafya kaderindir’ lafı hiç bu kadar acı gerçek olamazdı.

Yazımı üç bölüme ayırdım. Dolayısıyla kaynaklar kısmını üçüncü bölümün sonuna ekledim. Ayrıca yeme içme mekanları reklam değildir. Bizzat yedim, içtim ve beğendiğim için tecrübelerimi paylaşıyorum.

Her sene dünyanın en mutlu ülkesi seçilen Danimarka’nın (Danca ‘’Ticaret limanı’’ demek) turuncu mu turuncu, kartpostal şehri Kopenhag’dayız.

Kopenhag metrosu, havalimanından merkeze ulaşımın en pratik ve en hızlı yolu. Ulaşım yaklaşık 15 dakika sürüyor. Pasaport kontrolünden geçtikten sonra kalabalığı takip ederek Terminal 3’e doğru ilerledik. Zaten yürürken metro yönlendirme tabelalarını görülüyor. DSB bilet otomatlarından 90 DKK üç metro bileti aldık. Hani söyleyeyim 5 ile çarpmak gerekiyor. Yani 450TL. Buralar pahalı deniliyordu ama metro bileti bu kadarsa şehri düşünemiyorum. Makinalar sadece bozuk para ve kredi kartı kabul ediyor, kâğıt para girişi yok bilginiz olsun. Zaten sekiz gün boyunca üç ülkede hiçbir yerde tek bir kuruş para kullanmadık zira sadece kredi kartı kullanılıyor. Bilet alırken dikkat etmeniz gereken en önemli nokta, ineceğiniz noktaya kadar kaç bölgeden geçeceğiniz çünkü bilet ücreti buna göre belirleniyor. Maalesef ulaşımın bu kısmı biraz beyin yakıyor ama neyse ki gayet güzel İngilizce bilen elemanlar sayesinde hemen halloldu. Biletinizi aldıktan sonra bir yere okutmanız ya da valide etmeniz gerekmiyor, aldığınız anda süre işlemeye başlıyor ve 90 dakika geçerliliği var.

Kopenhag’ın ilk gördüğüm manzarası beni büyüledi. Mis gibi güneşli bir hava, harika bir mimari ve rengarenk şehir. Şehir yürümeye oldukça uygun olduğu için her yeri yürüyerek keşfetmeyi tercih ettik.

Danimarka’nın başkenti İskandinavya’nın güney ucunda, Almanya’yla aralarında bir tek Kuzey Buz Denizi yer alıyor. Danca Almancayı andıran bir dil. Danlar da fiziksel olarak Almanlara bir hayli benziyorlar. Kopenhag küçük bir merkeze sahip, nüfusu 1 milyonu bulmayan, sevimli, sessiz bir kent.

Mimar Martin Myrop tarafından 1892 ile 1905 yılları arasında inşa edilen Rådhuspladsen yani Belediye Binası ilk durağımız.

İçeride hesaplamaları ve yapımı 50 yıl süren saat yetenekli bir çilingir olan Jens Olsen’in eseri olan Dünya saati bulunduğunu okumuştum. Ama kapalı olduğu için biz göremedik. Yine de ilgimi çektiği için anlatmak istiyorum.

Bu saate yıllarını vermesine rağmen Martin Myrop çalıştığını göremeden ölmüş. Ölümünden 10 yıl sonra onun tasarımına uygun olarak parçalar birleştirilmiş ve 1955 yılında kral IX. Frederick ve Olsen’in torunu Birgit tarafından çalıştırılmış. Sadece zamanı göstermeyen bu saat, gün ay yıl hesaplarını, ay ve güneş tutulmalarını, gezegenlerin o anki konumlarını ve sonsuz bir takvimi gösteriyor. Ayrıca çok ince astronomik hesaplamalar da yapabiliyor. 12 ayrı mekanizmadan oluşan saatin 15.448 hareketli çark ve dişlisi var. En hızlı dişli 10 saniyede bir dönerken en yavaş dişlinin bir tam devrini tamamlaması 25.753 yıl sürüyor. Dünyanın en yavaş dönen dişlisine sahip olan bu saat aynı zamanda dünyanın en hassas mekanik saati. 68 yıldır hiç şaşmadan çalışan saat mekanik olduğu için de haftada bir kez kuruluyormuş.

Üçüncü kata kadar her katı gezebiliyormuş. Çalışma, okuma odaları ve kütüphane...

Avrupa’nın en eski eğlenceli parkı Tivoli tam bir Kopenhag klasiği! Her daim önü kalabalık. Walt Disney’in bu parktan ilham alarak Disneyland’i kurduğu söyleniyor. Tivoli Bahçeleri aslında bir lunapark ve George Carstensen’in çocukluk hayali olarak hayata geçirilmiş. 1843 senesinde Kral’ın da desteğiyle Carstensen’in projesi onaylanmış.

Tivoli Bahçeleri aynı zamanda Roller Coaster’ın da ilk kez görüldüğü yer.

Tam karşısındaki Belediye binasına doğru bakınca, sağ tarafınızda dünyanın en ünlü masalcısı Hans Christian Andersen’in heykeli ve sol tarafınızda ise dünyanın en uzun yaya alışveriş caddesi Stroget yer alıyor.

Şehrin en kalabalık ve en bilindik yerlerinden birisi Strøget Caddesi (Stroget Street) (ø : o diye okunuyor). Belediye Binasının bulunduğu ana meydandan başlayıp King’s Garden’a kadar uzanıyor. Toplam 1,1 km uzunluğundaki bu alışveriş caddesinde ne arasanız var; Lüks mağazalar, bütçe dostu mağazalar, restoranlar, kafeler, barlar…

Kopenhag’da yürürken girip çıkabileceğiniz renkli sokaklarla tam bir görsel şenlik.

Kopenhag sokaklarını keşfedeyim ve gizli kalmış lokasyonları fotoğraflayayım diyorsanız bu caddelere mutlaka gelin!

1. Studiestræde

2. Jægersborggade

3. Snaregade

4. Gråbrødretorv

Bu sokaklar güzel fotoğraflar çekebileceğiniz, görülmeye değer fotojenik ve keyifli yerler.

Bu sokaklardan en özeli İskandinavya’nın ilk beton binasını da barındıran Magstraede sokağı. Tam fotoğraflık!

Larslejsstraede sokağındaki mavi ev tam instagramlık.

Bir diğeri ise Olufsvej! Renkli tarihi binaları, tasarım dükkanları ve kafeleri ile oldukça sevimli burası.

Overgaden Oven Vandet, yine görsel olarak bayağı hoşunuza gidebilecek bir başka sokak.

Kopenhag’ın renkli sokaklarını fotoğraflamadan dönmek istemeyenler için iki sokak daha önereceğim.


İlki, Nyboder; burası Kral 4. Christian tarafından zamanında denizciler için yaptırılmış sıra evlerden oluşan bir lojman. Neredeyse her kapının önünde duran o bisikletler, kiremit çatılar ve evlerin turuncumsu, sarımsı renkleri tam fotoğraflık!

Nyboder, Kral IV. Christian tarafından hızla büyüyen Kraliyet Donanması askerlerinin ve ailelerinin barınma ihtiyacını karşılamak için yaptırılmış bir nevi lojman. Evlerin en belirgin özelliği hardal sarısı dış boyası ve kışla gibi uzun olması. Hatta bu renk, Danca’da Nyboder sarısı diye hala kullanılmakta. Yapıldığı zaman burası ayrıcalıklı bir bölgeymiş. Bölgenin özel bir hastanesi, özel okulları ve kendine ait bir polis gücü varmış. Bu kadar ayrıcalığın karşılığında da buradaki erkeklerin 20 yıl askerlik yapması zorunluymuş. 400 yıl sonra hala bu evler Danimarka ordusu, donanması ve hava kuvvetleri mensuplarına ev sahipliği yapıyor. 2006 yılından sonra ise siviller de burada oturmaya başlamış.

Hemen dibindeki Krusemyntegade sokağı da aynı şekilde, rengarenk boyanmış sıra sıra dizili evlerden oluşan bir başka sokak. Turist kalabalığı olmayan, çok güzel evlerin olduğu şirin bir yer.

En sevdiğimiz Kopenhag fotoğraflarımız buradan oldu.

Palads Cine, Palads Biograferne görsel şölen sunan bir başka foroğraflık mekan. Bu tatlı pembe binaya bayılmak garanti. Burası aslında bir sinema salonu, sinemaya girmeyecek olsanız bile - hoş Danca bir filme girmemiz beklemiyor sonuçta - etrafını gezip, bol bol fotoğraf çekmek için muhteşem!

Kopenhag’ın en hareketli yerlerinden biri Nyhavn’a (Kopenhag Limanı).

Nyhavn, “yeni liman” demek. Şehrin simgesi haline gelmiş, rengarenk boyanmış binaların yer aldığı harika bir kanal bölgesi. Nyhavn Kanalı şehrin 17.yy.da İsveç-Danimarka savaşı esnasında ele geçirilen savaş kölelerinin inşa ettiği 17-18.yy.dan kalma tarihi eski bir liman bölgesi. Eskiden genelevlerin bulunduğu bu liman zamanla mekanların açılması ve evlerin renk renk boyanmasıyla turistlerin uğrak yeri olmuş. Bazı binaların geçmişi 400 yıl öncesine kadar dayanıyor. Örneğin 1681’de yapılan 9 numaralı mavi bina, hala sapasağlam ve korunuyor. Binanın dış cephesinde, yapıldığı tarihi görebiliyorsunuz. Kırmızı 20 numaralı evde meşhur masalcı Andersen yaşamış.

Nehrin üzerinde 1875 senesinde yapılmış tarihi bir köprü bulunuyor.

Burada güzel kafelerin ve restoranların gün boyu keyfini çıkarabilirsiniz. Kanallarda bot turları da yapılıyor.

Kunsthall Charlettenburg’dan Nynhavn’a doğru değil de içerideki kemerlerden bahçenin diğer tarafına doğru yürürseniz, Kongens Nytorv meydanına çıkıyorsunuz.

Kongens Nytorv yani Kralın yeni meydanı; eski kentin kalbinde 1907 yılında inşa edilmiş, Arnavut kaldırımlı büyük bir meydan. Ortasında da V. Christian’ın heykeli var. Meydanı çevreleyen tarihi binalardan en dikkat çekeni, dışındaki ve üzerindeki heykeller ve mimarisiyle Kraliyet Tiyatro Binası ve Hotel D’Anglettere.

Christiansborg Sarayına hemen 2 dk yürüme mesafede Danimarka Millî Müzesi (National Museum of Denmark) bulunuyor. 1743 senesinde Prens Sarayı olarak inşa edilen bina şu anda Ulusal Müze olarak kullanılıyor. Müzede Taş Devri’nden Vikinglere oradan da günümüze uzanan Danimarka tarihi var.

Müzenin Büyük Salon’da bugün halen Kraliyet Ailesi tarafından yemek davetleri veriliyormuş.

Müzenin kalıcı koleksiyonları arasında ise eski dönem oyuncaklar, paralar, eski Mısır ile Viking mumyaları, çeşitli sanat eserleri ve birbirinden ilginç objeler teşhir ediliyor. Örneğin erken Bronz Çağ zamanlarında yapıldığı tahmin edilen bir Güneş Arabası’nın dünyada eşi benzeri yok ve asırlar öncesine ait olan antik obje oldukça özel bir tasarıma sahip.

Müzenin hemen yanında ziyaret edilen bir diğer bölüm ise Viktorya Evi. 19. yüzyıl sonlarından kalma olan bu ev Viktorya dönemi özelliklerini yansıtıyor.

Tarihi 17. yüzyıla uzanan eski Borsa Binası, Christiansborg Sarayı’na çok yakın. Zaten binayı özel kılan cok keskin kule ve yeşil bakır çatı tasarımı görmemek imkânsız. Binanın kulesindeki ejderha figürleri Danimarka, Norveç ve İsveç arasındaki yakın ilişkinin simgesi (Kalmar Birliği). Ayrıca kule tepesindeki 3 taç da İskandinav Birliği’ne işaret ediyor.

Bir adacık gibi görünen Christianshavn bölgesinde dış spiral merdivenleri ve Barok tarzı bir mimarisi olan Church of Our Savior (Kurtarıcımızın Kilisesi) Kopenhag’ı simgeleyen yapılar arasında.

Kilise ilk olarak tüccarlar için geçici olarak 17. yüzyılda yaptırılmış ancak daha sonraları yeni sunağı ve kulesi ile birlikte kalıcı hale getirilmiş.

Church of Our Savior 18. yüzyıl ortalarında en son olarak meşhur kulesinin tamamlanması ve Kral’ın kuleye tırmanışı ile halka açılmış.

Kulenin dış spiralli merdivenleri tarihi yapının mimarisindeki en dikkat çekici detay. Merdivenlerin tam 400 adet basamağı var.

Kopenhag Rıhtımında, dünyanın büyük ve en modern mimarisine sahip kütüphanelerinden biri bulunuyor. Binanın yapımında siyah mermer ve cam kullanıldığı ve hemen suyun yanında yer aldığı için bina suyu yansıtıyor. Siyahgranitten yapılmış Royal Library (Black Diamond) Kraliyet Kütüphanesi’nde 17.yy.dan bugüne dek yayınlanmış kitaplar bulunuyor. Hatta kütüphanede 1482 yılında Johann Snell tarafından yazılmış, Danca basılmış ilk kitap da bulunuyor.

Mimari açıdan dikkatini çeken Holmen Adası’nda bulunan 14 katlı ve 1450 kişi kapasiteli Opera Binası yaklaşık 500 milyon dolarlık maliyetiyle aynı zamanda dünyanın en pahalı opera salonlarından biri.

Opera binasının fuayesi son derece şık ve gösterişli. Bu bölümde ve binanın çeşitli yerlerinde Alman kalkerler ile Sicilya mermerleri kullanılmış. Akçaağaç kaplı duvarlar, 24 ayar altın varaklı süslemeleri ve yaklaşık 3-4 futbol sahası büyüklüğündeki çatı tasarımı ile dikkat çekiyor.

Koleksiyonunda 13.000’den fazla bitki türü bulunan Kopenhag Botanik Parkı, geniş bitki koleksiyonu ile rengarenk görünümüyle şehrin ortasında adeta bir vaha.

1874 yılında inşa edilen tarihi cam evdeki Botanik bahçede 30’a yakın sera ve cam ev yer alıyor. Kozalak iğne yapraklı ağaçların bulunduğu alandan Palmiye Evi’ne, kaya bahçelerinden Kelebek Evi’ne ve Nordik Bira Bahçesi’ne kadar birbirinden ilginç birçok bölüm mevcut.

Eski şehir bölgesinde Kultorvet Meydanı’na iki dakika yürüme mesafesinde bulunan Rundetaarn (Yuvarlak Kule) Avrupa’nın en eski gözlem evlerinden biri. 17. yüzyılda astronomik gözlemler için inşa edilmiş spiral bir kule. O dönemlerde Danimarka astronomi çalışmalarında dünyanın en ileri ülkelerinden biriymiş.

Gözlem Kulesi’nin bu kadar meşhur olmasının bir nedeni de yukarı tırmanmak için merdiven yerine spiral rampa olması. Hassas astronomik cihazların zarar görmemesi için merdiven yerine yukarıya 7,5 tur dönen spiral rampa ile çıkıyorsunuz. Çıkması biraz zor olsa da, tepeye ulaştıktan sonra ayaklarınızın altında Kopenhag şehir manzarası gerçekten görülmeye değer. Kule de ayrıca eskiden kütüphane olan ama şu anda sergi salonu olarak kullanılan bölümler de bulunuyor.

Danimarka kraliyet ailesinin kışlık sarayı olan Rosenborg Sarayı’ndan yürüyerek gidebileceğiniz Amalienborg Sarayı (Amalienborg Palace) halan ailenin aktif olarak yaşadığı, şehrin hemen göbeğinde bir saray. İlk önce soylu aileler için inşa edilmiş ancak 18. yüzyıl sonunda Christiansborg Sarayı’nın yangında büyük zarar görmesi sonucu Kraliyet ailesi tarafından satın alınmış. Bir avluda birbirinin aynısı 4 bina var. Biri Kraliçenin biri Prensin evi, biri müştemilat biri de müze. Kraliçenin bacaları meşhur çünkü kendisi çok yaşlı olmasına rağmen inanılmaz sigara içtiği için saraya ekstra baca sistemi kurulmuş. Avustralyalı gelin ise Prensin büyük aşkı. Tanıştıklarında âşık olduğu adamın prens olduğunu bilmiyormuş ta ki bir gün Prensin ona Danimarka Kraliçeliği ile Avustralya Vatandaşlığı arasında seçim yapmak zorunda kalabilirsin demesine kadar. Şu an içinde hala Kraliçe Margrethe II oturuyor dolayısıyla sarayın her bölümü ziyarete açık değil. Belirli saatler arasında bazı bölümleri gezilebilen sarayda her gün saat 11:30- 12:00’da askerlerin nöbet değişim seremonisi var. Tören başlamadan ve tören sırasında görevli polisler, izleyicilerin konumlarını ayarlayarak herkesin seremoniyi engellemeden izlemesini sağlıyorlar.

Yaklaşık 10 dk süren törenden sonra, sarayın hemen yanında kocaman, yeşil renkli kubbesiyle dikkat çeken Mermer Kilise olarak da bilinen Frederik Kilisesi bulunuyor. Tamamı mermerden yapılmış. İskandinavya’nın en büyük kubbeli kilisesi. Yapımı yaklaşık 150 yıl sürmüş ve 31 metre genişliğindeki kubbe, 12 havariyi temsilen 12 sütunla desteklenmiş.

İçerisi oldukça aydınlık ve sade. İç bölümde 19. yüzyıl sonlarından kalma çam sunağı ilginç. Kilisesinin mimarisinde süslemeler, oymalar ve heykeller yer alıyor.

Kilise çevresinde ise Danimarka’nın önde gelen bazı isimlerinin heykelleri bulunuyor.

1606 yılında Kral IV. Christian tarafından inşa ettirilen Rosenborg Kalesi, Kopenhag’ın en güzel tarihi yapıları arasında.

1800’lü senelerin ortalarına kadar Danimarka Krallarına ev sahipliği yapan Rönesans stildeki Rosenborg Kalesi günümüzde müze. 1838 senesinde halkın ziyaretine açılmış.

Kale, Danimarka’nın en eski kraliyet bahçesi King’s Garden’da bulunuyor. Rosenborg Sarayı’nın da içinde olduğu King’s Garden 17. yüzyılda Kraliyet ailesine özel yaptırılmış. Şu anda ise halka açık dinlenme yeri.

Kanallar arasında yürüyerek Christiansborg Sarayı‘na geldik. Slotshormen isimli kucuk bir adada bulunan Chrstiansborg Sarayı (Christiansborg Palace) ülkenin hükümet organlarının üçünü de bünyesinde barındıran dünyadaki tek bina. Danimarka Başbakanlığı, Danimarka Yüksek Mahkemesi ve Danimarka Parlamentosu bu sarayda toplanmış.

Kraliyet Ailesi’nin kullandığı bazı bölümler halka kapalı olsa da genel olarak ziyarete açık olan sarayda Kraliçe birçok davet veriyor. Saray bünyesinde 10 tane farklı detaylarla dekore edilmiş misafir kabul odaları var. Kraliçe’nin yemek davetlerini verdiği salonlardan en görkemlisi yaklaşık 400 kişilik Büyük Salon. Kraliçe daha resmi konuklarını ise Taht Salonu’ndaki yemek salonunda ağırlıyormuş.

Kopenhag’da yer alan Free Town Christiania, Avrupa yasalarını kabul etmiyor ve kendi yasalarını uyguluyor. 1971 yılında bir grup hippinin kullanılmayan askeri bir bölgeyi işgal edip yerleşmesiyle başlayan bu hikaye Danimarka hükümetleriyle uzun yıllar süren çekişmeler sonunda 2012 yılında Danimarka’nın burayı özerk bölge olarak tanımasıyla son bulmuş.

Modern dünyanın kirlerinden uzaklaşmak ve özgürlük için kurulmuş olsa da buranın da kendi içinde kuralları ve yasakları var. Hırsızlık, ateşli silah, motorlu taşıt, şiddet, güvenlik tehdidi endişesi yarattığı için koşmak ve fotoğraf çekmek de yasak. Girişinde ‘’Şu an Avrupa Birliği topraklarından ayrılıyorsunuz’’ tabelasıyla karşılaştığınız bu ayrıcalıklı şehrin kendi para birimi ve bayrağı var. Yaklaşık bin kişinin yaşadığı bölge halkı geçimini küçük işletmelerden sağlıyor. Danimarka’da uyuşturucu yasak olmasına rağmen burada kimyasal olmayan uyuşturucu satışı serbest. Gezerken kenevir bahçeleri görebiliyorsunuz zaten bu bölgelerde fotoğraf çekmenin yasak olduğunu belirten uyarı tabelaları var.

Kastellet (Kopenhag Kalesi), kanallarla çevrili (hendek görevi gördüğünü anlaşılıyor) beş köşeli yıldız gibi görünen bir adacık. Köşelerinde burçlar bulunuyor ve beşgen şeklinde inşa edilmiş, Kasellet kale olsa da adacık üzerinde bir kompleks. Burada kale dışında yel değirmeni, gölet, kilise, park vb. yapı ve alanlar bunuyor. Kuzey Avrupa’nın en iyi korunmuş halen kullanılan en eski kalelerinden biri. Kale denizden gelen saldırılara karşı korunmak amacıyla yaptırılmış. Hala da içinde askeri birlik olduğu için iki kapsında da nöbet tutan askerler var. İçeride kışla şeklinde askeri binalar, çok geniş yemyeşil alanlar ve tarihi halen çalışan yel değirmeni var. Etrafta bolca yürüyüş ve kano yapan Danimarkalıları görüyorsunuz.

Kastellet’ten çıkınca hemen solda gördüğünüz St. Alban Kilisesi ve Gefion Çeşmesi Danimarka’daki tek Angelikan kilisesi. Dış duvarlarındaki taş dekorlarıyla çok güzel ve dikkat çekici bir mimarisi var.

Kilisenin hemen yanındaki Gefion Çeşmesi, İskandinav mitolojisinde Kopenhag’ın üzerinde bulunduğu Sjaelland adasının yaratılışının anlatıldığı bir hikâyeyi tasvir ediyor. Tanrıça Gefion, ilahi güçlerle dört oğlunu boğaya çevirmiş ve onlarla sürdüğü toprakları İsveç’ten almış. Ve tabii ki her havuzlu çeşmede olduğu gibi burada da dilek tutup havuza para atarsanız Tanrıçanın dileğinizi gerçekleştireceği söyleniyor.

Ünlü yazar Hans Christien Andersen Danimarkalı. O nedenle birçok yerde ona dair şeyler görmek mümkün. The Little Mermaid heykeli de Andersen peri masallarından biri olan küçük deniz kızına ithafen yapılmış, Kopenhag’ın merkezine yaklaşık 4 km uzaklıktaki Langelinie Limanı’nda yer alan mini bir heykel.

Heykel 1909 yılında heykeltıraş Edvard Eriksen tarafından yapılmış. Hikayeye göre denizkızı çok sevdiği prens sevgilisine kavuşabilmek uğruna deniz altındaki yaşamını terk etmeyi göze alıyor ancak prens onun yerine başka biriyle evleniyor. Çok üzülen denizkızı ise denizin sularında bir köpüğe dönüşüp yok oluyor.

Jacobsen bu masalın sahne uyarlamasını izledikten sonra deniz kızının hikayesinden çok etkilendiği için Minik Deniz Kızı Heykeli’ni yaptırmaya karar vermiş. Ama balede deniz kızını canlandıran baleti ikna edemedikleri için, model olarak heykeltıraşın kendi eşi kullanılırmış.

Göçmenlerin çoğunlukta olduğu Norrebro bölgesi farklı etnik grupları bir arada barındırıyor. Kopenhag’ın şimdilerde hipsterlaşmakta olan göçmen mahallesi.

Bu mahalledeki önyargıları yıkmak ve birliktelik duygusunu pekiştirmek için yapılan parklardan biri de Superkilen! Bu bölgeyi şehre entegre etmek için Superkilen projesini yapmışlar ve 60 ülkeden insan projeye katkıda bulunmuş. Ortaya da içerisinde spor yapmak için alanların olduğu, daha ziyade kaykaycı gençlerin takıldığı büyük bir park çıkmış. Park, The Red Square, The Black Market ve The Green Park olmak üzere her biri farklı bir bölgeden ilham alan, farklı şehirlerin izlerini taşıyan 3 bölümden oluşuyor.

Kızım neden her şehirde mezarlıkları annem gezdiriyor diye söyleniyor. Annemin ölüler, ruhlar alemi ile bir sorunumu var diye dalga da geçiyor. Halbuki mezarlıklar; etnik, dinsel, kültürel yapı ve statü gibi aidiyetlerin göstergeleridir. Her mezarlık, bulunduğu toplumun tarihine ve kimliğine dair sessiz bir tanıktır.

Assistens, Hans Christian Andersen, Søren Kierkegaard (Danimarkalı teolog yani din bilgini ve filozof) gibi meşhur isimlerin bulunduğu bir mezarlık.

Bu mezarlık oldukça enteresan çünkü, Kopenhaglılar burada özellikle gençlerin vakit geçirmeyi bayağı sevdiği bir nokta. Burada insanlar çimlerde piknik yapıyorlar, koşuya çıkıyorlar, çimlere uzanıp kitap okuyorlar.

Bu fikir teoride kulağa garip gelse de mezarlığa gidince insanların neden burada vakit geçirmeyi sevdiğini anladık.

Şehri bitirdik geldik şehrin enlerine! Yeme, içme kültürüne.

Kopenhag’ın nesi ünlü derseniz cevabımız çörekleri! Farklı farklı dolgulu, tarçınlı birçok çöreği burada bulmanız mümkün.

Sankt Peders Bageri Kopenhag’daki en eski fırın ve Danimarka hamur işleri yapıyor, tarçınlı çörekler ile ünlü.

Kanelsnegle, tarçınlı çörek veya tarçınlı rulo olarak da bilinir. Kanelsnegle mayalı bir hamurdan hazırlanır. Üzerine tarçın ve şeker karışımıyla birlikte tereyağı sürülür.

Danimarka’nın meşhur açık sandviçi Smørrebrød, genelde geleneksel ekşi esmer ekmeğin üzerine lezzetli deniz ürünleri ile hazırlanıyor. Biftek, turşu, hardal veya sebzeler ile de servis edilebiliyor. Özellikle ekmek ve malzemelerin altına sürdükleri tereyağı ve sos çok lezzetli!

Somonun Kopenhag’daki adı Laks. Kızarmış somon, yanında brokoli gibi yeşil sebzeler, limon ve patatesle servis edilir.

Kopenhag’ın sosisleriyle de ünlü ve etrafta birçok sokak sosisçisi bulunuyor. Farklı sos seçenekleri ile uygun fiyatlı bir öğle yemeği alternatifi. Pølsevogn dedikleri hot dog Rød pølse, ketçap ve mayonez ile servis ediliyor.

Copenhagen Street Food (Papiroen) konteynırlara kurulu, deniz kenarında çeşit çeşit sokak lezzeti tatmak için ideal bir yer

Torvehallerne KBH (Hav), haftada 80 binden daha fazla sayıda kişi tarafından ziyaret edilen Kopenhag’ın hem en büyük hem de en popüler birbirinden farklı mutfaklara ev sahipliği yapan bir food hall.

Cock’s & Cows, mukemmel burger yemek istiyorsanız ideal bir yer.

Turuncular Şehri Kopenhag gezisini de Hygge felsefesi ile bitirmek istiyorum. Bu felsefe bulunduğunuz ortamı, hayatı cozy, sıcak, sempatik, mutluluk uyandıran bir konsepte bürümek demek! Hatta insanlara karşı davranışlarınızla bile hayatı Hygge kafası ile yaşayabilirsiniz. Bu terim Norveçlilerde de var ama Danimarkalılar gibi günlük hayata uygulamıyorlar. Bu Danimarka kültürüne özgü bir kavrammış. Hayatınızda sıcak, huzurlu olduğunuz bir an geçirdiğinizde, örneğin bir arkadaşınızla sıcak bir kafede sakin bir yemek yediğinizde ‘Hygge’ yapmış oluyorsunuz. Uzun ve soğuk İskandinav gecelerinde Danimarkalıların mutlu kalma yöntemi buymuş. Herkese Kopenhag’da bol ‘Hygge‘ler…