81

Sirkeci- Eminönü Gizli Kalmış Mekanlar

“Kendinizi, kendinizle vakit geçirmeyi yalnızlık sanmayacağınız şekilde yetiştirin,” demiş Andrey Tarkovski. Ben de yavaş yavaş bunu öğreniyorum. Eskiden bana, “Senin asıl sorunun çevreni küçültmemek,” derlerdi. Oysa çevremde birçok insan var; sadece herkesin farklı zevkleri, ihtiyaçları ve zamanları var. Bazen ben de herkes gibi yalnız kalıyorum. Ama bu güzelim İstanbul’da yalnız kaldım diye karalar bağlamaya gerek var mı? Atla metroya, düş kentin sunduğu sayısız imkânın peşine. Hele bir de bu senin ilgi alanınsa… Bugün, bu güzel cumartesi havasında uzun zamandır görmek istediğim Yeditepe Bienali’ni ve onun yeryüzüne çıkardığı saklı mekanları keşfetmek için Sirkeci-Eminönü taraflarına geldim. Gelmişken, daha önce detaylı incelemediğim birkaç yeri de ekledim rotama.

İstanbul, Batı’nın bitip Doğu’nun başladığı yer. Bir başka deyişle Doğu ile Batı’nın birleştiği nokta. İşte bu nokta Sirkeci Tren Garı.

Yapıyı Alman mimar August Jachmund eklektik üslupla 1890’da yapmış. Granit cephesi, mermerleri Marsilya Aden’den getirilmiş taşlardan yapılmış.Romanlara konu olan Şark Ekspresi uzun yıllar boyunca Paris’ten kalkarak bu istasyona yolcu taşımış. Garın içinde TCDD İstanbul Demiryolu Müzesi’yle, 1890 tarihli Orient Express Restaurant yer alıyor.

23 Eylül 2005 tarihinde açılan İstanbul Demiryolu Müzesi, demiryolcularının kıymetli hatıralarını bir araya getirilmiş. Müzede, TCDD’nin Trakya hattına ait orijinal çizimler, nostaljik fotoğraflar, demiryolu aletleri, haberleşme araçları, demiryolcuların nostaljik kıyafetleri, demiryolları idaresine ait geçmişteki okullar, TCDD hastanelerine ait objeler ve fotoğraflar bulunuyor. Bir de garın içerisinde göz alıcı Agatha Christie’nin efsanevi romanı” Doğu Ekspresinde Cinayet” kitap ve filmine konu olmuş, 1890 yılından beri hizmet veren Gar Lokantası var. Efsane tren Orient Ekspres’in efsane garı Sirkeci Tren Garı halen efsane güzellikte.

“Gölge varsa ışık da var”. Bu tema, bu yıl Yeditepe Bienali’nde yalnızca sanatı değil, İstanbul’un saklı kalmış mekanlarını da aydınlatıyor. Bugün, bienalin fırsatında şehrin gizli kalmış mekanlarını adımlarken, her mekânda bir hikâye, her duvarda bir sanat eseriyle karşılaştım.

İlk durağım Sirkeci Gar Ambarları…Rumeli Demiryolu Hattı ile dış ticaret noktasında Avrupa’ya açılan kapıların başlangıç noktasında bulunan Sirkeci Gar Sahası yapılarından; Sirkeci Garı Gümrük ve Ambar Binaları günümüze endüstriyel miras kapsamındadır.

İkinci durağım Nuruosmaniye Mahzeni. Nuruosmaniye Cami’sini daha önce gezmiştim. Cami ile ilgili yazımıwww.onbitv.com Beyazıt-Laleli  https://l24.im/rcx8b9 gezimden okuyabilir siniz.

Nuruosmaniye Cami meyilli bir arazide kurulduğundan cami ile avlunun teşkil ettiği terasın altında camiye zemin oluşturma amacıyla yapılmış ve belki de çarşı olarak düşünülmüş. 825 metrekare kullanım alanına sahip ve 2 bin 42 metrekare büyüklüğündeki mahzen ilk kez 2018 yılında açılmış ve bienal kadar da hiç kullanılmamış.

Buranın Bizans’tan kaldığı düşünüyorlar ama öyle değil. Mahzen uzun yıllar boyunca su deposu olarak kullanılmış. Mahzen içindeki su aslında bir sarnıç değil binalarının temeli yapılırken su toplama çukuru. Binanın altına gelen yağmur sularını uzaklaştırmak için yapılmış. Mahzenin girişi, cadde üzerindeki Vakıf Han’dan.

Eminönü meydanında anıtsal Yeni Camii tarihinde Osmanlı hanedanı iki ilginç valide sultanı rol oynamış. Camiyi yapma kararını veren, Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu III. Murat’ın karısı ve ondan sonra tahta çıkan III. Mehmed’in annesi Venedik asıllı Safiye Sultan’dır (Baffo). Safiye Sultan’ın, Venedikli Baffo adında soylu bir aileden geldiği, babası Korfu’da valiyken bir deniz yolculuğunda korsanlara tutsak düşerek İstanbul’a getirildiği söylenir. Ama Arnavut olduğunu söyleyenler de vardır. Safiye Sultan camiyi zamanın başta gelen mimarı Davut Ağa’ya ısmarlar. Sinan’ın yanında kalfalıktan yetişen Davut Ağa yapıma başladıktan kısa bir zaman sonra ölünce, Dalgıç Ahmet Çavuş işi devralır. Ama bu sefer de padişah III. Mehmet ölür. Finans yönünden camiye devam edilemez, bu arada Safiye Sultan’da vefat eder. Elli küsür yıl sonra bu sefer IV. Mehmet’in annesi Turhan Sultan yarım kalmış camiyi tamamlamaya karar verir ve böylece, 1663’te Yeni Cami, başmimar Hacı Mustafa Ağa’nın çabasıyla şehrin belli başlı eserleri arasına katılır.

Bu büyüklükte bir camiyi denize bu kadar yakınında yapmak, özellikle temellerde ciddi bir mühendislik gerektiriyor. Bu yüzden cami bir yükselti üzerine oturtulmuştur. Planı Sinan’ın Şehzade’de, Mehmet Ağa’nın Sultanahmet’te uyguladığı plan gibidir. Dört fil ayağına oturturmuş kubbe, dört yanından dört yarım kubbe ile çevrilidir.

İç mekân mavi yeşil çiniler ve kalem işçiliğiyle süslüdür. Kare avlusu ve ortasında sekizgen şadırvan, üçer şerefli minareler ve cani duvarına bitişik Hünkâr kasrı ve buradan geçen kemerli geçit, köşedeki muvakkithane (şehirdeki büyük camilerin bahçesine inşa edilmiş bir iki odadan büyük olmayan yapılar. Bu yapılar içinde bulundukları külliyenin veya bitişik olduğu caminin vakfı tarafından idare edilir, burada çalışan kimselere ise zaman ayarlayan, vakitten sorumlu kişi manasında muvakkit denir.) yan yapılardır.

Yeni Cami’ye gelmemin asıl sebebi bu sene açılan Hünkâr Kasrı’nı görmek. İçindeki çinileri, dökme demirden üç pencereli sebili ve bir de çevresindeki güvercinleriyle ünlü. İstanbul Ticaret Odası tarafından restore ettirilen ve ziyarete açılan Yeni Cami Hünkâr Kasrı şehrin sırları arasında kalmış gerçek bir mücevher.

Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi Yeni Camii Külliyesi içerisinde 1663 yılında Mimar Mustafa Ağa tarafından inşa edilmiş. Türbenin banisi olan Hatice Turhan Valide Sultan, Sultan İbrahim Han'ın hanımı ve Sultan IV. Mehmed Han'ın annesidir. Türbede Hatice Turhan Valide Sultan'ın yanı sıra Osmanlı padişahlarından Sultan IV. Mehmet Han, Sultan II. Mustafa Han, Sultan IIL Ahmet Han, Sultan I. Mahmud Han, Sultan III. Osman Han ve bunların çocukları şehzade ve hanım sultanlar yatmaktadır.

Dördüncü Vakıf Han karşısında sağımızda bir türbe görüyoruz. I. Abdülhamit’in türbesi. 18. yy. sonlarında yaşayan Abdülhamit’in başında bulunduğu yorgun imparatorluk, bu yıllarda birbirini izleyen Rus savaşları ile başa çıkamamış, Abdülhamit’te, saltanatı sırasında en fazla toprak kaybeden padişahlardan biri olarak tarihe geçmiş. Zaten bu dertler ve sıkıntılardan bulanarak öldüğü söylenir. Medrese binasının arsası İstanbul Ticaret Borsası’nın kullanımındadır.

27. Osmanlı padişahı olan Sultan I. Abdülhamit, Sultan III. Ahmet ile Rabia Şermi Sultan'ın oğludur. 21 Ocak 1774'te kırk dokuz yaşında tahta çıkmış. Sultan I. Abdülhamit Osmanlı Devleti'nin İstanbul'daki son selatin külliyesini yaptırmış. Külliyenin bir parçası olan türbesi de padişah ölmeden önce 1780 yılında inşa edilmiş.

Türbe, kare planlı olarak kesme taş ve mermerden yapılmış ve üzeri kubbe ile örtülmüş. Türbenin sol duvarına gömülü olarak sergilenen Kadem-i Şerif (Hz. Muhammed'e ait ayak izi) yer alır. Bu Kadem-i Şerif Şam'dan Sultan I. Abdülhamid'in emriyle getirilmiş olup türbesine konulmuş. Kadem-i Şerif'in kapısı tamamen som sedeften yapılmış.Kubbe içerisi ve kemer içleri tamamen pastel renklerden, barok üslupta kalem işleriyle süslüdür. Türbe içinde Sultan I. Abdülhamit ve Sultan IV. Mustafa dışında on sekiz şehzade ve hanım sultan yatmaktadır.

Büyük Postane’nin arkasında, Aşir Efendi Sokağı’nda yer alan ve bir 15. yy. camisi yerine Muzaffer Bey’in mimar Vedat Tek’e yaptırdığı 1909’da yapılan Hobyar Mescidi soğanvari kubbesi ve minaresiyle oryantalist, seçmeci mimari çizgiler içeriyor.

Yeni Cami karşısındaki ünlü Nimet Abla Milli Piyango Bayii önündeki Arpacılar Caddesi'ne girip ilk sola dönünce hemen Yalı Köşkü Caddesi üzerinde 1887'de eskisinin yerine II. Abdülhamit zamanında mimar A. Vallaury tarafından yapılan, pencerelerinde at nalı biçimli kemerlerin bulunduğu oryantalizm etkili II. Mahmut’un yaptırdığı Hidayet Camii’ni görüyoruz.

Mısır Çarşısı'nın sağ yanından Balık Pazarı’nı geçip farklı bir sokağa açılıp oradan sola, sonra ilk sağa dönüp yürürsek az sonra sağımızda Rüstem Paşa Cami’sini görüyoruz. Sinan yapısı olan bu cami, İstanbul’un en görülecek yapılarında biri. Kanuni Sultan Süleyman’ın iki kez sadrazamlığını yapan ve padişahın kızı Mihrimah Sultan ile evlenen Rüstem Paşa tarafından 1561’de yaptırılmış. Rüstem Paşa’nın yükselişi 1539’da Mihrimah Sultan ile nişanlanması ile başlar. O zaman Diyarbakır valisiymiş. Düşmanları Mihrimah Sultan ile evlenemesin diye cüzzamlı olduğu dedikodusunu yaymış. Ama saray doktorları Rüstem’i muayene ettiklerinde bit bulmuşlar. O zamanki tıbbi kaniye göre cüzzamlılarda bit olmayacağından dolayı cüzzamlı olmadığını ilan etmişler. Mihrimah Sultan ile evlenmiş ve Kanuni Sultan Süleyman onu ikinci vezirliğe getirmiş. Beş yıl sonra sadrazamlığa getirmiş ve Sultan’ın en güçlü ve en zengin adamı olmuş. 1561, yılında vefat eden Rüstem Paşa’nın kabri Şehzade Cami yanındaki türbesindedir.

Tahtakale denilen semt, caminin yapıldığı sırada bir çarşı semtiymiş. Caminin dükkanlar üzerindeki avlusuna dört köşedeki dört merdivenden çıkılıyor. Köşelerdeki iki kapalı merdivenle geniş ve güzel avluya çıkılıyor. Caminin iki revakı var. Dış duvarda başka camilerde görülmeyen çiniler var. Cami, iç duvarlarındaki İznik çinileri ile meşhur. Duvarlar ve sütunlardaki çiniler simetrik bir şekilde yapılmış. Çiniler Hatayi ve Rumi motifleriyle donatılmış. Camide 36 adet meşhur lale motifi, 56 adet çeşitli motif ve beş renk ile süslenmiş 16.043 adet çini bulunmakta. İznik çinilerinin kırmızısının bulunduğu döneminin örnekleri bu camidedir.

Sinan’ın bu camiyi Edirne’deki Selimiye’nin maketine benzer yaptığı söylenir farklı zamanlarda yapılmasına rağmen planlarında benzerlikler vardır. Kubbesi sekiz dayanağa oturturmuş, dört kemer ve dört yarım kubbe ile desteklenmiş. Kuzey ve güney yanlarında iki galeri var.

Kuveloğlu Han da meşhur pide için biz de bekleme listesine girerim artık.

Eminönü Küçük Pazar’da son dönem tarihi Osmanlı hanlarından birisi Kuveloğlu Han. Tam olarak 208 yıllık (1810) bir geçmişi var. Amacımız Osmanlı padişahlarının ekmeklerinin yapıldığı ve 400 yıllık mazisi olan, talaş ile yanan bu fırında Ahmet ustanın hünerli ellerinde pide ve pizza yemeden buradan ayrılmamak. Ahmet usta bir milli atlet aynı zamanda...

Dönerken Sirkeci Doğubank yan cephesinde Bedri Rahmi’nin İstanbul’da 1953 yılında ilk kez kamusal alanda bir dış cepheye uyguladığı mozaik çalışmasını da atlamamak gerek. Üzerindeki D ve B harfleri Doğubank İş Hanı’na atıfta bulunmakta.

Ben sizlere “işin tadını” daha fazla hissedebileceğiniz ve kendinizi çok yormadan, zorlamadan gezebileceğiniz günlük bir program sundum. İstanbul’a karşı içinizde var olan ve şimdiye kadar pek günışığına çıkmamış ilginizi katlanarak arttığını hissedebildiysem ne mutlu. Şimdi sizlere allahaısmarladık diyor ve İstanbul’un bir başka yöresini görmeye hazırlanıyorum.

Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel

İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge

Strolling Through İstanbul- Hilary Summer-Boyd & John Freely

Haritalarla Gezi Rehberi-IBB

İstanbul Şehrin Sırları-Faruk Pekin

Türkiye’nin Tarihi Eserleri

Yeditepe Bienali

Gezer Döner

Kültür Envanteri

Tarihi İstanbul

İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim.

Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaşsam da özel izinle fotoğraflama ve yayınlama hakkına sahip gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeleme şansı buluyorum. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir işbirliğim veya reklamım yok.