Sütlüce-Hasköy Gezisi
Bu pazar eşimle birlikte Sütlüce-Hasköy bölgesini gezdik. Arada fırsat buldukça bana eşlik ediyor. O da benim gibi keşfetmeyi, yeni yerler görmeyi seviyor ama fotoğraf çektirmeye hiç yanaşmıyor. Oysa benim için gezdiğim mekanlar kadar o anlara dair anılar da önemli. Dönüp baktığımda sadece güzel bir manzara değil, paylaştığımız o anın sıcaklığını da görmek istiyorum. Bir fotoğraf karesi, birlikte yaşadığımız anları hatırlamamın en güzel yollarından biri. Ama sanırım bu konuda yalnızım. Yine de gezmeye, keşfetmeye devam edeceğim… Ruhsuz, soğuk ve yalnız karelerle yetinerek.
Hasköy, Bizans zamanında, Karaim kolundan gelen Yahudilerin oturduğu bir semtmiş. Eminönü’nde Yeni Cami yapılırken oradaki Yahudiler buraya gönderilmiş. Semtin eski sokak adları, artık hemen hemen hiç izi kalmayan bir Yahudi geçmişini gösteriyor. Örneğin, Basmacı Avram Sokağı Basmacı Ruşen Sokağı olmuş. Terzi Hayim, Terzi Kasım Sokağı’na dönüşmüş. Sinagog sokakları, sinagog çıkmazları ortadan kalkmış.
Naim Güleryüz bu semtte sadece Karai geleneği uyarınca yeraltında inşa edilen Kalha Kadoş be Kuşta Bene Mikra Sinagogunun ayakta kalabildiğini söylüyor? Sedat Hakkı Eldem, Hasköy’de 18.yy.dan kalma ahşap Hahambaşı konağını bulmuş? Çeşitli Yahudi okulları da yanmış ya da yıkılmış.
Haliç kıyısının en tanınmış eseri Aynalıkavak Kasrı’dır.
Bu saray 17.yy. başında yapılmıştı, ama bugün gördüğümüz şeklini 19.yy. başında III. Selim döneminde almış. Haliç’in güney ve kuzey kıyılarına çeşitli dönemlerde saraylar yapılmış. Aynalıkavak bunların en büyüğü ve günümüzde kalan tek Haliç sarayı. Kıyıdan Okmeydanı’na doğru genişleyen ve “Hasbahçe” adıyla anılan büyük bir korunun kıyısındaydı. Çoğu Osmanlı sarayı gibi bu da, padişahların eklediği yeni binalar ve köşklerle genişlemiş büyümüş sonra da Osmanlı’nın genel talih çizgisine uyarak, yavaş yavaş harap olmuş, küçülmüştür. Böylece bugün müze haline getirilen III. Selim’den kalma Hasbahçe Köşkü’nden ibaret kalmış.
Şahane bir bahçesi de bulunan bu tarihi yapı günümüzde bir müzedir ve alt katında ayrıca bir müzik müzesi bölümü ve çok değerli müzik üstadları Tamburi İsak, Baron Usta, Manol Usta, Kapıdağlı İlya Kanakis, Hasköylü Mığırdıç, Onmik Garipyan, Hadi Eroğlu Haldun, Menemencioğlu, Emin Usta, Vasıl’ın bilgileri ve müzik aletleri vardır.
“Aynalıkavak Kasrı giriş kapısı yanında Nişan Taşı” ya da “Bilal Ağa’nın Menzil Taşı” bulunuyor. Nişan taşı ya da menzil taşı olarak isimlendirilen taşlar belirli bir mesafenin üzerinde yapılan ok atışlarını belgelemek için dikilmişlerdir.
Aynalıkavak Kasrı dış bahçesinde bulunan taş da Sultan III. Selim’in mabeyincisi ve hazine vekili Musahip Bilal Ağa tarafından 1787 yılında diktirilmiştir. Bilal Ağa 1787 yılında poyraz havasıyla oku 954 gez (630 m) fırlatmış ve merasimle bu menzil taşını dikmiştir.
Menzil yarışmaları ve menzil bozma atışları havanın durumuna göre yapılmaktaymış. Atıcı hangi hava ile atmak istiyorsa, o havanın estiği günlerde atmak istediği menzil üzerinde çalışırmış. Atış yapılacağı zaman, rüzgârı arkaya alıp ve rüzgârın estiği yöne doğru atış yaparmış. Rüzgârın yönünü belirlemek için, havaya ipek mendil atılır, rüzgâr mendili estiği yöne doğru götürür ve bu şekilde rüzgârın yönünün belirlenmesine “Dökül” denilirmiş. İstanbul Ok Meydanı’nda atış yapılacak rüzgâr yönleri şöyleymiş: Yıldız, Poyraz, Gündoğusu, Keşişleme, Kıble, Lodos, Batı ve Karayel.
Gezilerimde en çok karşılaştığım ve en büyük sıkıntıyı çektiğim şey şu cümle: “Fotoğraf çekmek yasak!” Kamuya açık bir alana giriyorsunuz, örneğin bir kasra… İçini görüntülemek yasak deniyor. Tarihi bir binaya giriyorsunuz, içinde bir karakol varsa fotoğraf çekmek yine yasak. Sinagoglar, Ortodoks kiliseleri ve azınlık mezarlıklarına zaten çoğunlukla giriş izni verilmiyor. Tekkeler ve medreseler ise vakıf adı altında korunarak ziyaretçilere kapatılıyor.
Bu sefer artık sabrım tükendi ve bu caminin içinde fotoğraf çekmemi engellemeye çalışan kişiye tepki gösterdim. Neden herkes tarihe ait bu mekanları kendi mülkü gibi sahipleniyor ve gerekçesiz bir şekilde yasak koyuyor? Halbuki hepimiz Instagram’da veya arşivlerde eski İstanbul fotoğraflarını hayranlıkla inceliyoruz. Peki ya gelecekte bizden sonra gelenler? Depremler ve yangınlarla sürekli sınanan bir ülkede yaşıyoruz. Eğer biz bu tarihi yapıları belgelemezsek, yarın bir felaketle yok olduklarında gelecek nesillere neyi, nasıl aktaracağız?
Tarih sadece binalardan ibaret değil, onu yaşatan ve koruyan bizleriz. Ancak fotoğraf çekmek gibi basit bir arşivleme yöntemine bile bu kadar yasak getirilmesi, tarihimizi bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde unutturmaktan başka bir şey değil.
Şimdi kıyıdan Haliç Köprüsü’ne doğru ilerliyorsunuz. Burada yer alan parka girdiğinizde çok eski ve küçük bir camii göreceksiniz. Fatih devrinden Handan Ağa yaptırmış ve onun adıyla tanınır. Bir diğer adı da Kuşkonmaz Camisi’dir.
Okmeydanı’ndan gelen caddenin kıyısında Kuşkonmaz Camii’nin karşısında 1787 tarihli Silahtar Yahya Efendi Çeşmesi bulunuyor. Çeşmenin tonoz haznesinin bir yüzü ve iki köşesi mermer kaplı. Tekneleri çukurda kalmış. Sağ ve sol köşelerindeki Arapça Kitabe var.
Şimdi kütüphane olan Esgher (Azgar) Sinagogu.
Sefarad: “Sefarad” İbranicede “İspanya” kelimesinden türemiş. Sefarad Yahudileri İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Kuzey Afrika ve Ortadoğu´da yaşayan Yahudiler ve onların soyundan gelenler. 1492’de İspanya engizisyonu ardından yaklaşık 200.000 Sefarad Yahudisi İspanyol krallığı ve Katolik kilisesi tarafından ülkeden kovuldular. Bunların büyük çoğunluğu Osmanlı İmparatorluğu’na göç ederek Hasköy civarına yerleştiler.
Bugün Türkiye´de yaşayan 25.000 Yahudi´nin yaklaşık %96´sını oluşturan Sefaradlar´ın sayısı 24.000 civarında olduğu söyleniyor.
Aşkenazlar, Almanya, Fransa ve Doğu Avrupa’da yaşayan veya onların soyundan gelen Yahudilerdir.
Sefaradlar ise İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan, Türkiye, kuzey Afrika ve Ortadoğu’da yaşayan Yahudiler ve onların soyundan gelenlerdir.
Hasköy girişinde biraz iç kısmında Aya Paraskevi Rum Kilisesi yani Tekstilcilerin Azize’sinin Kilisesi bulunur. İlginç bir efsanesi de var. Bursa’da Argiri adında bir kıza bir Türk aşık olunca ailesi kızı bir Rum ile evlendiriyor; ama Türk aşık bir paşanın oğlu olduğu için kızı kaçırıp İstanbul’da tersane zindanına kapatıyor. Kız, paşazade ile evlenme tehditlerini reddediyor, yemek yemeyerek intihar ediyor. Onun üzerine Hasköy’deki kilisenin avlusuna gömülüyor. Derken avludan alevler yükseliyor, kilise papazı “beni buradan çıkarın” diye bir ses işitiyor. Patrikhaneden gelen uzman kurul önünde mezar açılınca mumyalanmış bir ceset çıkarılıyor. Her nedense başı kesilip Rusya’ya gönderiliyor, mumyalı ceset de camlı bir tabut içinde kilisenin içine konuluyor. Türkler, başı Rusya’ya taşınan geminin arkasına takılıyor. Pamuk taşıyan Rus kaptan hafifleyip hızlanmak için bazı balyaları denize atıyor, pamuklarda Türk gemisinin uskumrusuna takılıp onu durduruyor.
Bugün Hasköy’de terkedilmiş içi boş durumda bulunan onlarca sinagogdan birisi de bir eşi İzmir’de bulunan “Sinyora” Sinagogu’dur. El Kal de Sinyora – Sinyora Sinagogu 16. Yüzyılda Avrupa ve Osmanlı tarihinde önemli bir rol oynamış, Kanuni Sultan Süleyman’ın Yahudi bankeri olarak da bilinen “Dona Gracia Mendes Nasi” adına yapıldığı rivayet ediliyor. Portekiz’de başlayan, Hollanda ve Venedik’te devam eden Dona Gracia Nasi’nin hikayesi Kanuni’nin doktoru Josef Hamon’un Sultana durumu anlatması ile Osmanlı’da kesişir. Hayatı boyunca Yahudi toplumu için ve özellikle Marranos’ların tekrardan Yahudiliğe dönmesi için mücadele eden Nasi’ler Tiberia’da Kanuni’nin izni ile toprak satın alarak bir anlamda da Siyonizm’in temellerini Theodor Hertzl’den çok daha evvel burada hayal etmişler.
Hasköy’de bir diğer harap sinagogda Parmakkapı Abudara Sinagogu’dır. Sinagoga diğer adını veren Parmakkapı ismi ile ilgili farklı rivayetler olmasına rağmen en bilineni İstanbul surlarında bir zamanlar en fazla bir insan vücudunun sığabileceği eni boyu dar ve kısa kapılardan birinin de burada bulunmasıymış. Halk arasında ana kapılar kapandıktan sonra ancak tanınmış kişilerin geçebileceği bu kapılara parmakkapı adı verilmiş.
Hasköy’deki Mayor Sinagogu, (Hasköy Mallem Sinagogu) Sefarad göçleri sırasında İspanya’nın Mayorka Adaları’ndan göç eden Yahudiler tarafından kurulmuş. 1960’lara kadar varlığını sürdüren sinagog günümüzde oldukça bakımsız durumda.
Sahil yolunun iç kısmında, Kırmızı Minareli Cami’ye ulaşıyoruz. Kiremitçi Ahmet Cami olarak da bilinen cami 1591 yılında, Kiremitçi Ahmet Ağa tarafından yaptırılmış.
Kırmızı Minare Cami karşısında bir de Osmanlı mektebi ve Mustafa Ağa Çeşmesi durur. Camiyle birlikte bunları Kiremitçi Ahmed Efendi 1591’de yaptırmış. II. Abdülhamid ise 1889’da yenilemiş.
1524 yılında Musevi Yasef Efendi tarafından yaptırılan Yasef Efendi Çeşmesi üstünde çamaşır asılan bir balkon olmuş.
Osmanlılarda gemiyi sabitlemek için denize atılan zincir ve ucundaki çapaya Lenger, bunların yapıldığı yere ise Lengerhane denilirmiş. Bizans döneminde inşa edilmiş bir binanın temelleri üzerine kurulmuş bu Osmanlı Lengerhanesinin geçmişi, Sultan III. Ahmet zamanına uzanmaktadır. 1991 yılından beri Rahmi Koç Sanayi Müzesi’dir.
Binanın etrafına dolandığınızda köşede Lengerhane Çeşmesi’ni görüyorsunuz.
Koç Müzesi’nin arkasında yer alan Piri Paşa Hamamı zamanında Piri Paşa Cami’sine gelir getirmesi için yapılmış. Piri Paşa Camii ise 1915 yılında askeri cephaneliklerin patlamasıyla yok olmuş.
II. Mahmud döneminde kurulan Eyüp Feshane Fabrikası’nın karşısına, Cumhuriyet döneminde bir şapka fabrikasının kurulması ilginç bir tesadüf olsa gerek. Yıllarca metruk durunda kalan Eski Şapka Fabrikası bugün Rumeli Üniversitesi binası.
Abraham de Kamondo’nun desteği ile önce bir kız okulu olarak açılan Hasköy Alliance Israelite Yahudi Okulu, 1888’de erkek okuluna dönüşerek batılı tarzda bir eğitim verme amacıyla kurulmuş. 1875-1882 tarihleri arasında İstanbul’da 11 Alliance okulu kururmuş ama Hasköy’dekinin dışında hepsi kapanmış. Sokağa da adını vermiş 150 yıllık görkemli bir yapı. Bugün burası Kadir Has Üniversitesi Öğrenci Konukevi olarak kullanılıyor.
Hepimiz Haliç’i bir özel isim olarak kullanıyoruz ve Haliç deyince İstanbul’u aklımıza gelir fakat aslında dünyanın çeşitli yerlerinde de haliçler vardır. Haliç, kelime anlamı olarak akarsu yatağına denizin dolmasıyla oluşmuş girinti anlamına gelir.
Camialtı, Taşkızak Tersaneleri’nin bulunduğu bölge, Hasköy Tersanesi’ni de katarsak Osmanlı İmparatorluğu’nun Tersane-i Âmire’si olur. Hasköy Tersanesi, 1861 yılında Şirket-i Hayriye tarafından kendi gemilerinin bakım-onarımı için kurulmuş.
Fatih Sultan Mehmet döneminde temeli atılan zamanla 250 dönüm araziye yayılan tarihi Haliç Tersanesi, 2 yat limanı, 400’er odalı 2 adet 5 yıldızlı otel, bin kişilik cami, AVM ve otopark olarak rant olma yolunda.
4 tersane yok oluyor.
Taşkızak Tersanesi – Cumhuriyet döneminde Deniz Kuvvetleri tarafından kullanılan
Camialtı Tersanesi
Haliç Kasımpaşa Tersanesi – Camialtı ve Kasımpaşa tersanelerini Denizcilik İşletmesi tarafından kullanılan
Hasköy Tersanesi – Şehir Hatları Vapur İşletmesi’ne aitti. Rahmi M. Koç Müzesi’ne tahsis edilen
Halıcıoğlu semtinin kıyısında, Haliç Köprüsü’nün tam altında duran iki minareli anıtsal Mihrişah Sultan (Kumbarhane) Humbaracılar camiyi, Sultan III. Selim’in annesi Valide Mihrişah Sultan 1792 tarihinde III. Selim’in humbaracılar ve lağımcılar için yaptırdığı kışlanın ortasına yaptırmış.
Bu cami, başlangıçta tek minareli yapılmış. III. Selim buna bir minare daha ilave ederek 1793 yılında ibadete açmış.
Halıcıoğlu semtinin ismi de 17. yüzyılda halı işiyle uğraşan ve buralarda bir de konağı bulunan Halıcıoğlu Mehmed Efendi’den geliyor.
Cami yanındaki binalar Mühendishane olarak yaptırılmış. Yanındaki yapı grupları ise Humbaracı (havan topu) Kışlası’na ait.
Valide-Atik Medresesi, Ayasofya Medresesi, Gülhane Parkı, Yenikapı Mevlevihanesi ve Haliç’teki kışla hepsi ne hikmetse Fatih Sultan Mehmet Vakfı Üniversitesi’nin.
Üniversite bahçesinin içinde Mihrişah Sultan Çeşmesi 18. Yüzyıl sonlarında yaptırılmış. 2019 senesinde kapsamlı bir restorasyondan geçen çeşmenin kitabesi de günümüze kadar ulaşmış. Yoldan geçerken görmek biraz zor, çünkü kot farkından aşağıda kalmakta.
Bu tesislerin gerisindeki Abdüsselam Sokağı’nda 16.yy.dan kalma Abdüsselam Cami durur. Burası bir zamanlar Erenler (Kendini doğanın ve evrenin işleyişine ve yoluna bırakmış, doğrudan yalnızca bunlardan öğrenmeyi yol edinmiş evliya, ermiş) Dergâhı olarak bilinirmiş. Defterdar Abdüsselam tarafından 16. yüzyılda yaptırılmış. Camiye dönüştürme tarihi ise 1925.
Az ilerisinde de Turşucu Hüseyin Camisi var. Mimar Sinan camisi denilse de tam yansıtmıyor zira; 16. yüzyılda Turşucu Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış. 1975’te tamamen yıkılarak aynı mimari özellikte yeniden inşa edilmiş.Tamamı ahşap olan cami eğimli bir zeminde dikdörtgen planlı olarak yapılmış.
Caminin bahçesindeki haziresinde bânisi Turşucu Hüseyin Çelebi’ye ait kabir bulunuyor. 1795 tarihli Humbaracılar Kışlası şimdilerde İstanbul Halıcıoğlu Askerlik Şubesi olarak hizmet veriyor.
Humbarahane, Osmanlı Devleti’nde orduya topçu yetiştirmek için ilki Sultan I. Mahmud tarafından 1734 yılında açılan ve aralıklı olarak III. Selim zamanına kadar devam eden askerî okullara verilen ad.
Humbarahane, 1734’te Üsküdar’da Toptaşı’nda açılan askeri okuldur. Askerliğin bir uzmanlık dalı haline geldiği Avrupa ülkelerindeki okullar örnek alınarak kurulmuş. Kara ve deniz subayı yetiştirmek üzere Yeniçeri Ocağı’nın haseki ortalarıyla Boğaziçi bostancılarından seçilen adaylar okulun ilk öğrencileri olmuş. Humbaracı Ahmed Paşa’nın öncülüğünde kurulan okulda Pirizade Said Efendi de hendese (geometri) dersleri veriyormuş. Yeniçerilerin bu girişime karşı çıkması üzerine, Humbarahane mezun veremeden 1736’da kapanmış.
Sadrazam Koca Ragıp Paşa tarafından 1759’da Haliç’te yeniden açılan okul, Osmanlı ordusunun subay gereksinimini karşılamaktan uzak olsa da, 1790’a kadar hizmet vermiş. Ordunun eğitimi için Fransa ve İsveç’ten kurmay subay ve mühendisler getirten III. Selim 1792’de Humbarahane’nin Hasköy’de yeniden açılmasını sağlamış. Sütlüce’deki lağımcı kışlası yeniden düzenlenerek Humbarahane’ye eğitim alanı olarak yapılmış. 1795’te Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un açılması üzerine Humbarahane kapatılmış. Bugün Halıcıoğlu Askerlik Şubesi olarak kullanılıyor.
Eski bir Rum köyü olan Sütlüce, adını buradaki bir mağaradan akan su kaynağından almış. Rivayete göre Bizans döneminde sütten kesilen kadınlar mağaradaki bir kadın heykelinin göğüslerinden akan suyu içerlerse sütlerinin tekrar geleceğine inanırmış. Osmanlı döneminde de devam eden bu gelenekte bazı değişiklikler yapılmış. Artık kadınlar mağaraya girmiyor, kapıda bekliyor ve bir görevlinin getirdiği testiden su içiyormuş. Bugün mağaradan ve heykelden tabii ki hiçbir iz yok.
Buranın en ünlü yeri günümüzde Haliç Kongre merkezi olarak değerlendirilen 1923 tarihli yüz yıllık salhane, yani Sütlüce mezbahası...
Eski günleri hatırlatan tek şey ise çevredeki “uykuluk” lokantaları.
Sütlüce Kongre Merkezi’nin yakınında Sinan’a ait olduğu ileri sürülen eski bir hamam var. Sanırım ismi Sütlüce Hamamı.
Bunun yanında da 16.yy.den kalma Çavuşbaşı Camii (Mahmutağa) Camisi var. Eski caminin çatı kurşunları 1800’de yaşanan Rus savaşında kurşun gereksinimini karşılamak amacıyla yerlerinden sökülüp eritilmiş.
Kanuninin Kapı ağalarından Mahmut Ağa henüz Çavuş başı iken padişahın çok sevdiği «Cafer abat» tekkesinin hemen altına camiini yaptırmış. Yapıda Sinan’ın yüksek zevki hâkim. Dört duvarı hiç zarar görmeden bu zamana kadar gelebilmiş.
Mabedin sağında Hamam sokağının üstündeki çeşme de Sinan’ın ese¬ridir.
Mahmut Ağa caminin hemen yamacında İstanbul’un en önemli Sadi dergâhlarından biri olan 18.yy. sonlarından kalan ünlü Hattat Hasırizade (Elif Efendi) Dergâhı bulunur. Tekkenin kurucusu Hasırizade Şeyh Mustafa İzzi Efendi’dir
Burası bir Sa’dî tekkesi. Sa’dî tekkesi, Osmanlı döneminde İstanbul’da kurulmuş bir Bektaşi tekkesidir. Adını, İranlı ünlü şair ve mutasavvıf Sa’dî-i Şîrâzî’den almıştır. Bu tekke, özellikle Bektaşilik tarikatına mensup dervişlerin toplandığı, ibadet ettiği ve tasavvufi eğitim aldığı bir mekândı.
Sa’dî tekkeleri, genellikle Bektaşi kültürünün ve edebiyatının yaşatıldığı yerler olarak bilinir. İstanbul’da ve Osmanlı coğrafyasındaki bazı şehirlerde bu adla anılan tekkeler bulunmaktaydı. Osmanlı’nın son dönemlerinde tekkelerin kapatılmasıyla birlikte bu yapılar işlevini yitirmiştir
Dergâhın sokağını süsleyen çeşmesi ve giriş kapısı oldukça bakımlı.
Hasırizade Tekkesi şeyhinin oğlu Elif Efendi, Nakşibendi ve Mevlevi şeyhlerinden dersler almış, tasavvufla ilgilenmiş. Şeyh Elif Efendi’nin kendisi de iyi bir hattat ve şairmiş.
Dergâhın avlu kapısının karşısındaki boş arsada yakın zamana kadar Galata Mevlevihanesi şeyhlerinden Hüsn-ü Aşk’ın yazarı Galip Dede’nin de evi varmış.
Hasırizade tekkesinin hemen arka sokağında semtin tarihi camilerinden biri daha bulunuyor. Kaysunizade Mehmet Efendi camisi ya da Gaysunizade Camisi. Banisi, reisületıbba yani başhekim olan Kaysunizade Mehmet Efendi olup kendisi 1611’de vefat etmiş ve bu mescit civarına defnolunmuş. Bugün caminin hemen girişinde bir temsili mezarı bulunuyor. Yapı Mimar Sinan tarafından tasarlanmış ama yapım tarihi tam olarak bilinmiyor. 80’lerde mescidin sadece batı ve kuzey duvarları ayakta kalmış. 1997’de ise cami yeniden inşa olmuş.
Kaysunizade, Osmanlı tabiblerinin üstadı olarak kabul ettikleri bir şahıs olduğu için, pek çok hekim öldükten sonra onun yamacına gömülmek istemiş ve zamanla burada küçük bir hekimler mezarlığı oluşmuş. Ancak cami 1894 depreminde büyük zarar görmüş ve sonrasında kaderine terk edildiği için de doktor gömüsü yapılması bırakılmış.
Sütlüce – Halıcıoğlu hattının sırtlarında, Haliç Köprüsü’ne inen otoyolun sağ tarafındaki yokuştan köprüye inerken sağ koldaki sırtın hemen üzerinde 19.yy. bankerlerinden Abraham Salomon Komondo’ya ait lahit mezar bulunuyor. Bugün, varlığından uzun zamandır haberdar olduğum ama arabasız ulaşımı mümkün olmadığı için bir türlü gidemediğim bu mezara bugün gidebildim. Yerini bulmak çok kolay olmadı. Beyoğlu Belediyesi Atık Getirme Merkezi binası bahçesinde.
Burası aslında Yahudi mezarlığı. Hemen E5’in üzerinde olan bu alan, yolun karşısındaki mezarlıkla bütünmüş. Yol yapımı esnasında burası ayrı kalmış.
Yolun karşı tarafında Çıksalın Yahudi Mezarlığı var. Antik dönemde mezarlığın olduğu mevkide Apollon’a adanmış kutsal bir koruluğun olduğu, Hıristiyanlık döneminde de Aya Paraskevi ayazmasının bulunduğu biliniyor.
Parkın hemen ilerisinde Orta ve Doğu Avrupa'da bulunan Musevi Kırım Türk topluluğu olan Karaim’lerin Kabristanı bulunuyor.
Buradaki mezarlık ve Anıt mezar hiç iyi durumda değil. Tamamen unutulmuş. Mezarların çoğu kırılmış, otların arasında kalmış, bazılarının kapakları açılmış.
Kamondo ailesinin geçmişi engizisyon mahkemeleri kurulmadan önceki İspanya’ya oradan sonra Venedik’e dayanıyor. Kendileri Osmanlı İmparatorluğu’na gelip yerleşmiş Sefarad Yahudilerinden. Tıpkı Rönesans Dönemi’nde Medici Ailesi’nin İtalya’da yapmış olduğu gibi 19. yüzyılın Osmanlı İmparatorluğu’nda bankerlik yapan Kamondolar, devlete dahil birçok konuda finansman sağlamışlar, İstanbul’da modern belediyeciliğin gelmesinde önemli rol oynanışlar, Galata’nın şehrin finans merkezi olmasına ön ayak olmuşlar.
1970’li yılların başında Boğaziçi Köprüsü’ne bağlanan çevre yolu mezarlıkların ortasından geçince Ermeni ve Yahudi mezarlığı ikiye bölünmüş.
17. yüzyılda Gürün’den gelen Ermeni göçmenler Hasköy’de yerleşerek kiremit fabrikaları açarlar. Ölülerini gömmek için bu mezarlık arazisini satın alırlar. Burada gömülü olan önemli kişiler arasında Bursa Ruhani Önderi Baş Episkopos Manuel Yerzngatzi, Şahnazaryan okulu kurucusu Rahip Garabed Şahnazaryan, Mıgırdiç Amira Cezayirliyan, Osmanlı Devlet Bakanı Krikor Ağaton bulunuyor.
Halıcıoğlu Ermeni Mezarlığı’nın karşı tarafında yolun kıyısında küçük bir köşe park içinde II. Mahmud için diktirilen bir nişantaşı var. II. Mahmut padişah okçularının en başarılı isimlerinden bir tanesiymiş. Yaşamı boyunca birçok kez rekor atışta gerçekleştirmiş. Bu rekor atışlardan bazıları: 1225 gez (808,5 m), 1228 gez (810,48m) ve 1219 gez (804,54 m).
Kırılan rekorların anısına, her biri birer belge ve sanat eseri niteliğinde olan hâtıra taşları dikilmiştir. Bu taşlara menzil taşı denirdi. Menzil taşlarının hemen hepsinde okçunun adı, erişilen mesafe ve rekor atışın yapıldığı tarihin yazılı olduğu metin olurdu. İstanbul genelinde 300'den fazla menzil taşı olduğu söyleniyor.
Tokaç Sokağı’nda semt konağı olarak kullanılan yapı eski bir Proteston Ermenilerin kilisesiymiş. Zamanla metruk hale gelen kilise 1995 yılında kamulaştırılmış. Surp Asdavadzadzin Protestan Ermeni Kilisesi günümüzde Beyoğlu Belediyesi Alev Ofluoğlu Çıksalın Semt Konağı olarak kullanılıyor.
Güzel manzaralı, geniş bir çevreye hâkim olan bölgeye, halk arasında “çık, salın” denilirmiş. Bol rüzgâr alan bir yer olması ve eskiden kendisinde yürüyeni neredeyse uçuracak kadar açıklık olması nedeniyle “Çık salın!” yani “Sallan” anlamında bu ismi aldığı da düşünülmekte. Rivayete göre isminin Fatih Sultan Mehmet tarafından konulmuş. Fatih Sultan Mehmet bu tepenin manzarasını çok severmiş, fakat sokaklar çok dik olduğu için bu tepeye bu ismi vermiş.
Sütlüce Mezbahası’na adını veren Karaağaç Bektaşi Tekkesi, II. Bayezid Vakfiyesi’ne bağlı olarak kurulmuş. II. Mahmud’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasından sonra diğer Bektaşi tekkeleriyle birlikte kapatılan Karaağaç Tekkesi unutulmaya yüz tutmuşken 2000’li yılların başında Alevi Vakfı tarafından yeniden ayağa kaldırılmış. Geçmişi Kanuni dönemine kadar giden Bademlik Münir Baba Bektaşi Tekkesi’den günümüze ancak küçük bir hazire alanı ulaşmış durumda.
Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:
İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel
İstanbul Gezi Rehberi - Murat Belge
Strolling Through İstanbul - Hilary Summer-Boyd & John Freely
Turan Akıncı
Mustafa Cambaz
Kültür Envanteri
Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi - Erol Şaşmaz
Wikipedia
Türkiye’nin Tarihi Eserleri
Tarihi_Istanbul
Tarihi.ist
Moris Gabay
Avlaremoz
Salom Gazetesi
Yasin Karabacak
İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim.
Bazı mekanlarda “Fotoğraf çekmek yasak!” engeliyle karşılaşsam da özel izinle fotoğraflama ve yayınlama hakkına sahip gezginlerin sayfalarından alıntı yaparak bu yerleri belgeleme şansı buluyorum. Onların paylaşımları sayesinde, bizlerin erişemediği birçok tarihi mekâna uzaktan da olsa tanıklık edebiliyoruz. Bu değerli arşivleri bizlere açarak ulaşmamızı sağladıkları için kendilerine teşekkür ederim.
Emeğe saygı önemli.
Tavsiye ettiğim yerlerle bir işbirliğim veya reklamım yok.