309

Bağlarbaşı Gezisi

Bugün yine görev ve eğlence bir arada yürüdü. Önce kızımı UAA’daki münazara yarışmasına bıraktım sonra yıllardır yanından, kıyısından defalarca geçtiğim ama önemini hiç düşünmediğim Bağlarbaşı semtini gezdim. 

Eski konaklar, zamanın yıpratamadığı çınar ağaçları ve dar sokaklardaki küçük esnaf dükkânları, buranın hâlâ kendine özgü bir ruhu var. 

İnsan bazen uzağa gitmeden de yeni yerler keşfedebiliyor, yeter ki gözlerini biraz daha dikkatli açsın.

Üzümleri ile meşhurmuş burası. Bağlar, üzüm bağları… İşte bu yüzden adı Bağlarbaşı

Zengin Ermenilerin ve özellikle Osmanlı ileri gelenlerinin sevdiği sayfiyeleri arasında olan Bağlarbaşı’nda sultanlar, paşalar bahçe içinde konak ve köşkler, hatta saraylar yaptırmışlar.

Semtler, sokaklarında yankılanan kahkahalar, yılların eskitemediği binalar ve orada yaşamış insanların anılarıyla şekillenir; her köşe başında bir hatıra, her duvarda bir iz, her sokakta anlatılmayı bekleyen bir hikâye saklıdır.

Bağlarbaşı’ndaki dünyanın en zengin adamı Calouste Sarkis Gülbenkyan (Kalust Sarkis Gülbenkyan). 1869’da İstanbul’da varlıklı bir ailede dünyaya gelen Gülbenkyan, Çarlık Rusyası’ndan lamba yağı ithal eden babasının işiyle başladığı kariyerinde ilerleyip, Irak petrolünün yüzde beşine sahip olur ve tarihe ‘Bay Yüzde Beş’ (Mr. Five Percent) olarak geçer. Londra’da eğitim gören, çeşitli Avrupa şehirlerinde yaşayan Gülbenkyan, aynı zamanda dünyaca ünlü bir sanat koleksiyonuna sahip. Ölümünden bir yıl sonra, son yıllarını geçirdiği Lizbon’da Gülbenkyan Vakfı kurulur ve sanat koleksiyonu da orada müzeye taşınır.

İstanbullu doktor ve araştırmacı Vahram Torkomyan. 1858’de doğan Torkomyan, Surp Haç Ermeni Okulu’nda başladığı eğitim hayatını, İstanbul’dan Paris’e uzanan bir tıp eğitimi alarak 1884’te tamamlar. Saray çevresinde de saygın bir hekim olan Torkomyan, İstanbul Hıfzıssıhha Kurulu üyeliği, İstanbul Ermeni Etıbba Cemiyeti kurucu başkanlığı ve 1914’te Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane başkanlığı görevlerinde bulunur. Ermeni Meclisi’nde vekillik de yapan Torkomyan, 24 Nisan 1915’te, önde gelen birçok Osmanlı Ermenisiyle birlikte tutuklanıp Çankırı’ya sürülür. İstanbul’u terk etmek zorunda kalan Torkomyan, 1942’de Paris’te vefat eder.

Zabel Yesayan, Osmanlı toplumunda antimilitarist hareketin öncüsü, ilk Ermeni sosyalist feminist kadın yazar.

Bağlarbaşında 4 hıristyan ve 1 musevi kabristanı bulunuyor.

Altunizade Capitol AVM’den başlayarak Kısıklı caddesi ve Nuh Kuyusu caddesi arasında kalan üçgende yer alan büyük mezarlık burası. Bağlarbaşı mezarlığı 3 kısımdan oluşuyor, semtin mevcut 2 Emeni kilisesinin Surp Hac Kilisesi ve Surp Garabet Kilisesi mezarlıkları arasında bir de Rum mezarlığı bulunuyor.

Bağlarbaşı Surp Haç Ermeni Mezarlığı’ndaki en eski mezar 1637 tarihlidir. Anıtsal ve görkemli mezar taşları sanat eseri niteliğindedir.

18. yüzyılda Aram adında bir tüccar satın aldığı geniş bir toprağı mezarlık olarak kullanılmak üzere Ermeni cemaatine bağışlamış. Onun için pek çok tanınmış Ermeni burada yatmaktadır. Bunlardan biri kabadayı olarak ün yapmış Balıkçı Mosike ait (Mosik bir kavgada bıçaklanmış).

Kimse demesin ki benim 

Ben söyledim ki benim 

Her kim ki derse benim 

Olur nice ki, benim…

Arap alfabesiyle yazılı bu mezarda mimar Krikor Balyan’a ait.

Mezarlıkta yatan diğer ünlüler… Bağlarbaşı Ermeni Mezarlığı'nın banisi Katırcı Aram, Patrik Yeğişe Turyan ve kardeşi ünlü şair Bedros Turyan, şair Mateos Zarifyan, okul kurucusu, eğitimci, pedagog, şair ve baş yazar Reteos Berberyan, eğitimci, öğretmen, pedagog ve yayımcı Hovhannes Hintliyan, Osmanlı Hariciye ikinci tercümanı ve saray basın danışmanı Nişan Seferyan, Osmanlı diplomatı Sarkis Efendi Hamamcyan, Hassa Mimarı Kayserili Sarkis Kalfa, Hassa Mimarı Bali Kalfa, Ebniye-i Hassa kalfaları Balyanlar'dan Krikor Amira Balyan, Sarkis Balyan…

1950’li yıllarda Türkiye Ermenileri Patriği olarak seçilip İstanbul’a gelen Başepiskopos Karekin Haçaduryan Sırpazan, hayalindeki ‘’Tıbrevankı’’nı hayata geçirebilmek için Surp Haç Okulu’nun (Tıbradun ve İskolya) eski binasını onarır, yanındaki arsayı da satın alarak buraya yeni bir okul binası yapar ve 1953’te İstanbul Valiliğine müracaat edilerek orta,lise ve üç yıllık teoloji bölümünü kapsayan “Surp Haç Tıbrevank Ermeni Ruhban Okulu” ismi ile okulu açar.

Bağlarbaşı’nda Kozanoğlu Sokak’ta bulunan Surp Haç Ermeni Kilisesİ, 1676 yılında Balatlı Peder Abraham tarafından ahşap olarak yaptırılmış. Avlusunda iki adet sarnıç, yüksek bir çan kulesi ve çeşmesi var. Kilisenin çatısı silindirik şekilde bazilika tarzında bir ahşap yapıdır. 

Kilisenin kuzey tarafındaki bahçede kilisenin ilk kurucusu Peder Abraham’ın kabri bulunuyor.

Bu kilise, bulunduğu mevkiden dolayı Selamsız Ermeni Kilisesi olarak da biliniyor.

Üsküdar’a gelen Fransız rahibeler tarafından 1883 yılında yapılan Bağlarbaşı Saint Vincent de Paul Fransız Okulu 1924 yılında kapanmış. 2020 yılı itibarıyla özel bir eğitim kültür derneği olmuştur.

1904’te Fransız frerler tarafından inşa edilen Saint Maria Fransız Okulu 1934’te frerlerin Türkiye’den ayrılmasıyla kapanmış ve o tarihten sonra Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı çeşitli eğitim kurumları olarak kullanılmış.

Saint Jean-Baptiste de la Salle tarafından kurulan Frerler Cemiyeti (Lasalle Enstitüsü) Türkiye’ye ilk olarak 1841’de gelmiş ve İzmir ve İstanbul’da birer okul açmışlar. Enstitünün 80’den fazla ülkede 1800 okulu, 60.000 eğitimcisi ve 1 milyona yakın öğrencisi bulunmakta.

Üsküdar’daki Bağlarbaşı’nın adı, 17. yüzyılda Surp Garabet Kilisesi’nin karşısından Ermeni ve Rum mezarlıklarına uzanan bir manastıra ait bağlardan geliyor. Zabel Yesayan’ın kitaplarında bahsettiği bağ ve bahçeleriyle bilinen ve eğitim kurumlarıyla ünlenen bölgede Ermeni, Rum ve Müslüman mahalleleri yer alırmış. 

16. yüzyılda, Van, Muş ve Kayseri’den getirilen Ermeni ustalar, Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Cami ve Çinili Külliyesi gibi yapıların inşasında çalışırken burada kendi mahallelerini kurmuşlar. Zaman içinde Anadolu yakasının en büyük Ermeni kiliselerinden olan Surp Haç Kilisesi ve Surp Garabet Kilisesi ve pek çok köklü okul burada kurulmuş.

Bağlarbaşı’nda Vasiyet Sokak’ta bulunan Surp Garabet Ermeni Kilisesi’nin ilk yapılış tarihi tam bilinmese de 1555 yılından beri varlığını sürdürmekte. Kilise, 1617 yılında Vardapet Zakarya tarafından Sarkis Kalfa isimli bir mimara eski ahşap kilisenin yerine tekrar yaptırılmış. 

Büyük bir avlu içinde yer alan yapı, Ermeni kiliselerinde çok az görülen bazilikal plana sahip. Beş kapısı bulunan kilisenin, Vasiyet Sokağı üzerinde iki kapısı ve bunlar arasında kitabesiz, üç yüzlü bir çeşmesi bulunmakta. Anıtsal giriş kapısı, bunun üzerinde üç satır halinde iki Ermenice kitabe, bu kitabenin yanında da Hz. İsa’nın hayatını sembolleştiren, taşa oyulmuş bir arma bulunuyor.

Bağlarbaşı Kalfayan Ermeni okul yetimhanesinin kurucusu Rahibe Sırpuhi Nışan Kalfayandır. 1866’da kurulmuş olan okul 1900 yılına kadar yetimhane ve el sanatları okulu olarak hizmet vermiş. 1900’dan 1928 yılına kadar kız yetimlere çatı olmuş ve onları evliliklerine kadar sahiplenmiş. 1928’de yatılı okula dönüştürülerek varlığını sürdürmüş. İstanbul-Halıcıoğlu’ndaki okul 1971’de istimlak nedeniyle Okul Üsküdar- Bağlarbaşı’na taşınmış. Bağlarbaşı’nda bulunan bugünkü okul binası Kalfayan öğrencilerinin yatakhanesi olarak hizmet vermekte. Kalfayan okulu 1999-2000 öğretim yılında Üsküdar’daki Semerciyan- Cemaran Ermeni okulu, 2000-2001 yılı öğretim yılında ise Üsküdar Nersesyan -Yeromyan Ermeni okulu binasında ilk ve ortaokul bölümüyle faaliyet göstermiş. 1838’de Cemaran ismiyle inşa edilen okul, 1841’de Askeri hastane olarak kullanılmış. 1846’da tekrar okula dönüşmüş. 

1911’de Levon Semerciyan isimli bir hayırsever aynı yerde bugünkü görkemli binayı inşa ederek ismini de Semerciyan Cemaran olarak değiştirmiş. Okul halen anasınıfı bölümüyle faaliyet göstermektedir.

Aynı binada Kalfayan Okulu da faaliyet göstermekte.

1871'de kâgir olarak mimar Krikor Nersesyan ve tüccar Arakel Taşcıyan tarafından yaptırılan Nersesyan-Yermonyan Ermeni İlköğretim okulu, önceleri kız ve erkek öğrenciler için iki bölümde eğitim vermiş. "Taş Mektep" ismiyle de anılmış. Daha sonra 1915'te karma olarak eğitime devam etmiş.

1916'da Birinci Dünya Savaşı'nda kapanan Okul 1924’te yeni bir yönetmelikle eğitime yeniden başlamıştır. Okulun ahşap olan iç yapısı zamanla eskidiğinden, 2000 yıllarında öğrenci yokluğu sebebiyle Kalfayan okul ile birleşmiş.

Bağlarbaşı Hacı Murat Sokağı’nda bulunan Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi, İlyas (ilya, elijah) peygambere adanmış. 1831 yılında, Sultan II. Mahmud’un izniyle inşa edilmiş. Kapısında asılı Rumca kitabede yazılı. Avlusunda ayazması bulunduğu söylenen kilise uzun süredir kapalı bulunuyor.

Hemen karşısındaki Profiti İlya Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olarak 1901’de kurulmuş bir Bağlarbaşı Rum okulu var. Rum mektebi, öğrenci yokluğundan dolayı 1987 tarihinde, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel okul olmuş.

Bağlarbaşı’nda bulunan ama şimdi olmayan bir başka okulda Berberyan Okulu. En eski Ermeni okuluymuş. 1876 yılında Reteos Berberyan tarafından kurulmuş. Okulun mottosu İncil’deki ayetten geliyormuş: "İyi, Doğru ve Güzel". Reteos Berberyan 1907 yılında ölümüne kadar okulun müdürlüğünü yapmış. 1924 yılında okul Kahire, Mısır'a taşınmış fakat 1934 yılında finansal sorunlar sebebiyle kapanmış.

Okul, Ruben Sevak, Şahan Şahnur, Vahan Tekeyan, Hovhannes Hindliyan gibi birçok bilim, edebiyat ve sanatçının bulunduğu yaklaşık 450 mezun vermiş. 

İstanbul'un önemli okullarından Üsküdar Amerikan Koleji (UAA) de Bağlarbaşı'ndadır.

Çocuk Şube Müdürlüğünün hizmet verdiği “Çinili Karakol”’u, Abdülmecid Han Seraskerlik Rıza Paşa’ya verdiği talimatla inşa ettirmiş ve 1842’de tamamlanmış. 

Önünde kocaman çınar ağacı bulunan tarihi binaya, her iki yanındaki mermer merdivenlerden çıkılarak giriliyor. 

Binanın ön cephesindeki giriş kapısının üstünde bulunan kitabesinde:

“Derecesi çok yüksek olan dünyanın padişahı Abdülmecid Han askerini şaha yakışır şekilde iltifatlara nail eyledi. Bu iltifatlarından birisi olarak Müşir-i Asker-i hassı şan ve şöhret sahibi Rıza Paşa’ya bu karakolun inşasını emreyledi.

Binasının himmet ile sona erdiğini görünce Hüsni kulu da acizane iki tam tarih söyledi. Sultan özel ve beğenilmiş askeri için bu üstün mekânı yaptı. Selami’de bu güzel ve yüksek karakol yapıldı. 1842’’ yazılı.

Üsküdar’da bir semte ismini veren taşlar var. Bu iki taşın mucidinin Fatih Sultan Mehmet olduğu söyleniyor. İstanbul’un fethinde kullanılan bu toptaşları aslında granitten yapılan güllelerdir. Bu gülleler Valide-i Atik Camii’nin olduğu yerde yapıldığı için Valide-i Atik Camii’nin diğer adı da Toptaşı’dır.

Üsküdar’ın en görülmesi gerekli en görkemli yapısı Atik Valide Camii ve Külliyesi’dir. 

Sinan tarafından 1583’te Sultan II. Selim’in eşi, Sultan III. Murat’ın annesi Nurbanu Sultan için yapılmış. Sinan’ın İstanbul’daki eserleri içinde, Süleymaniye hariç, en görkemli ve kapsamlı olanıdır. Caminin yanı sıra medrese, darüşşifa, İmaret, tabhane, darülhadis, darülkurra, mektep, kervansaray, hamam ve hankâh (derviş konukevi) hepsi bugün hâlâ mevcut. 

Cami giriş kapısında ilk gözüme çarpan kapıda asili duran zincirler. Bu zincirlere Enaniyet zinciri deniliyor. Enaniyet (benlik, bencillik, benmerkezcilik) demek. Cami taç kapısının kilit taşından başlayarak aşağı doğru sarkıp, sağ ve sol olmak üzere iki yana ayrılmakta. Camiye girecek kişiler, caminin dışında zincire değmemek için eğilerek geçmekteler. Makam mevki gözetmeksizin her insanın bu kapıdan eğilmek suretiyle zincirin altından geçmesi, ben kavramına zincir vurmak olarak yorumlanmış ve bu manada sembolize edilmiştir

Bahçeden, sol taraftaki bir kapıdan, avluya giriliyor. Müthiş uyumlu oranlar, mermer sütunlarla desteklenen kubbeli revaklar, ortada güzel şadırvan, yaşlı çınar ve selvi ağaçları.  Mekânın üç tarafında galeriler bulunuyor. 

Mihrap kare seklinde ve İznik çinileriyle kaplı. Pencere çerçeveleri sedef kakmalı. Sokak medresenin altındaki kemerli yoldan geçmekte. Medrese şimdi Fatih Üniversitesi ve sokağın karşı tarafında. Hamam yeniden restore edilmiş ve halka açık. 

Burası tüm Türkiye’de Osmanlı Mimari eserleri içinde en etkileyici örneklerinden biri.

Sokullu Mehmet Pasa İlkokulu 1878’te Askeri Rüştiyesi olarak, Abdülaziz Han tarafından açılmıştır. Üzerinde “Ne İstanbul’u kaldı ne Bağdat’ı, ne Suriye’si. Sen de paranı velvaktini vererek okumak ve öğrenmek için buraya gel. Şimdi bilginin ölçüsü tartısı herkesin alabileceği kadar ucuzdur. Kalemi vatan için coşan Hüsni (bu Okul için) tarih düşürdü: Bu Askeri Rüşdiye çalışmadan doğan bereketin kaynağıdır.” yazılı.

Atik Valide’den çıkıp yolun sağından yürüyerek Çinili Cami’ye geliniyor. 17. yüzyıl ortasının eseri. Yaptıran, Osmanlı dönemin ünlü valide sultanlarından Mahpeyker Kösem Sultan. I. Ahmet’in karısı olan Kösem neredeyse bütün 17. yüzyıl boyunca Osmanlı tarihinde rol oynamış. Oğulları IV. Murat ile Deli İbrahim’in saltanatları boyunca yaşamış; torunu IV. Mehmet zamanında, onun annesi Turhan Sultan’la giriştiği iktidar mücadelesinde, bir saray entrikasında boğularak öldürülmüş.

Kösem’in camisi ile, Üsküdar’ın bir “Valide Sultanlar” semti olduğu insanın aklına getiriyor. Zaten, semtteki “atik” ve “cedid” valide camilerinden ötürü bu caminin bir diğer adı da “Orta” Valide camii. Cami küçük ve sevimli. Üç yanını kuşatan ahşap bir galerisi var. Caminin iç duvarları, minberin külâhı, gri-mavi çinilerle kaplı.

Küçük avlunun köşesindeki büyük dondurma külahlı şadırvanı ve yokuş aşağı meyilli üçgen seklinde medresesi bulunuyor. Caminin son cemaat yeri barok tarzda. Etrafında çini kursları verilen galeriler var.

Cami ve medrese ile biraz ilerideki Çinili Hamam bu dönemin önde gelen mimarı Kasım Ağa’nın eseri. Çinili Cami, sebil, hamam devamında eğitim alanları aslında tam bir kompleks. Bahçenin hemen dışında çok şirin bir de mektep bulunuyor.

Caminin karşı köşesindeki alt katı kâgir, üst iki katı ahşap olan ve tarihi 1790’lara uzanan Afganiler Tekkesi eski İstanbul evlerinin bir güzel örneği olarak duruyor. “Afganî Kalenderhânesi” adıyla da geçen tekkenin bânisi bilinmiyor. Tarikat yaymak amacıyla kurulan herhangi bir tekkeden farklı olarak, o dönemde Asya’nın uzak bölgelerinden özellikle hac yolculuğu sırasında İstanbul’a uğrayan tarikat mensuplarının barındırılmalarını sağlayan bazı kuruluşlar (Özbekler ve Hindîler Tekkesi) gibi Afganîler Tekkesi de Afganistan’dan gelen “mücerred kalenderler” yani bekâr ve seyyah dervişlerin barındırılmaları için kurulmuş. Saray ve Bâbıâli nezdinde bir nevi kültür ataşeliği veya konsolosluk hükmünü taşıyan bir kuruluş olması sebebiyle tekkenin postuna, kapatılışına kadar yalnız Afganlı mücerred Nakşibendî şeyhleri oturmuş. Şeyhlik makamının Nakşibendiyye’ye verilmesi de bu tarikatın Afganistan’daki güçlü durumundan dolayı olduğu söyleniyor. 19. yüzyılda birkaç defa tamir edilen tekke, 1925’te kapatıldıktan sonra bir süre daha Afganlı dervişleri barındırmışsa da daha sonra harap olmuş ve 1942’de büyük kısmı yıktırılarak kitâbesi Amcazâde Hüseyin Paşa Külliyesi’ne (Türk İnşaat ve Sanat Eserleri Müzesi) götürülmüş.

Tekkede zamanında konaklama ihtiyaçlarına ağırlık verilerek mescidtevhidhane (mescidleri olmayan tekkelerde âyinin icra edildiği, vakit namazlarının kılındığı mekân), şeyh meşrutası, derviş hücreleri, imaret niteliğinde büyük bir mutfak, kiler, taamhane (yemekhane), selâmlık köşkü (konak, köşk ve saraylarda veya açık alanlarda gelenleri veya gidenleri (uğurlama), diplomatik kabul ve görüşme için ayrılan yapı), çeşme, havuz ve hazîre yer alıyormuş. Bunlardan bugüne kalanlar ihata duvarı (eğer yükselti 2 metreyi geçerse istinat duvarıdır, eğer 2 metre altındaysa ihata duvarıdır), cümle kapısı (anıtsal yapılarda cephelerin en süslü kısımlarıdır), çeşme, hazîre ve meşrutanın (cami, kütüphane, sıbyan mektebi, tekke vb. vakıf eserlerde çalışan imam, müezzin, hatip, kayyım, hâfız-ı kütüb, muallim, şeyh, türbedar, mütevelli, muvakkit ve müderris gibi görevlilerin barınması için vâkıf tarafından tahsis edilen odalar veya evler) bir kısmı ile selâmlık köşkü’dür.

Yaklaşık bugünden 330 sene evvel Divitciler Yakup Ağa Sıbyan Okulu olarak yapılan bu günkü adıyla Divitçiler Mescidi olarak anılan ve zamanla harap olan yapı, Yakup Ağa’nın 443 m²’lik bir arsa bağışlamasıyla bugünkü Divitçiler Cami meydana gelmiş.

Kitabesi günümüze kadar gelemeyen Kasımağa çeşmenin ilk yapılış tarihinin 17. yüzyıl başları olabileceği tahmin ediliyor. Çeşme 1704 yılında onarılmış ve bânisinin Kasım Ağa olduğu çeşme kenarında yazmakta. Yanında da aynı isimli bir hazire bulunuyor.

Zeynep Kâmil Hastanesi’nin bahçesinde Zeynep Sultan ve esi Kâmil Paşa’nın türbesi bulunuyor. 

Yusuf Kâmil Paşa, Malatya Arapgir’de doğmuş. İlk olarak Dîvân-ı Hümayun (Osmanlı Devleti'nin en üst siyasi ve idari karar organı) kaleminde göreve başlamış daha sonra Hazîne-i Mısır kitabetinde (Osmanlı İmparatorluğu'nun devlet hazinesinin ve bunlarla alakalı evrakların muhafaza edildiği yer) görevlendirilmiş, Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye’de (Tanzimat döneminde Osmanlı Devleti'nin günümüzün Yargıtay ve Danıştay eşdeğeri olarak hizmet veren üst kurulu) üyelik ve başkanlık yapmış. Mısır görevi sırasında Mısır valisi Mehmed Ali Paşa’nın kızı Zeynep Hanım’la evlenmiş. Kâmil Paşa ve eşi Zeynep Hanım, Üsküdar’da Nuhkuyusu semtinde yüz yataklı bir “nisâ “kadın” hastahanesi” inşa ettirip vakfetmişler. Hastane bugün Zeynep Kâmil Hastanesi adıyla hizmet veriyor. Zeynep Hanım ve Kâmil Paşa vefat edince yaptırdıkları hastanenin bahçesinde bulunan türbeye defnedilmişler.

Türbe, mermer ve kesme taştan yapılmış sekiz köşeli olup üzeri kubbeyle örtülü. Türbe içerisi pastel renkli kalem işleriyle süslü. Türbede Zeynep Hanım, eşi Yusuf Kâmil Paşa ve manevi kızları olduğu tahmin edilen bir kişi olmak üzere üç kişi yatıyor.

Üzerinde “İnsanları bir araya getiren mekânların ruhudur.” yazan “Nevmekan Bağlarbaşı”. Nev, Farsça “yeni” demek. Mekân yeni olsa da bina çok eski. Yaklaşık 100 yıllık bir yapı. İETT’nin Üsküdar-Bağlarbaşı-Kısıklı tramvay hattının hem hangarı hem de elektrik santrali olarak inşa edilmiş. Yaklaşık 10 bin kitabın bulunduğu, içinde sanat galerisi olan huzurlu bir ortamda kahvenizi yudumlayabileceğiniz Üsküdar’ın sloganı olan “İyi ki Üsküdar var!” kapsamında güzel bir mekân. Kitapların haricinde içerde güzel bir tarihi saat koleksiyonu var. Binanın içinde elektrik santrali olduğu dönemde trafoları taşımak için kullanılan bir vinç var. Şimdi ise bu vinç etkinlik olmadığı zamanlarda sahneyi havaya kaldırılmak için kullanılıyor. 

Eeee “Yolda durmadan iz toplanmıyor” muş.

120.000 metrekare alana sahip koru içinde bulunan Abdülmecit Efendi Köşkü 1880-1885 yılları arasında Mısır Hidivi İsmail Paşa tarafından av köşkü olarak yaptırılmış. Daha sonra Şehzade Abdülmecit tarafından yazlık konut olarak kullanılmış. Osmanlı Ahşap Sivil Mimarisi'nin en üst düzeye ulaşmış örneklerinden biri. 

Mimarı için Vallaury söyleniyor ama kesin değil. Bir katı yaklaşık 600 m² büyüklükte olan köşk üç katlıdır. Büyük bir eyvan (binaların ortasında bulunan ve iç avluya açılan üç tarafı kapalı, üstü tonoz örtülü mekân) ile girilen zemin kat oldukça ihtişamlı. Giriş kapısı zemini çini kaplı büyük bir sofaya açılıyor.

Bağlarbaşı Üsküdar’ın hemen yanında bir zenginlik. Yazık ki gerektiği gibi burayı da koruyamamışız! Oysa bu tarihsel sürecin arkasında daha kim bilir ne yaşam hikayeleri var!

Pek çok İstanbullunun bile bilmediği gerçekler!

Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:

Taşların Dilinden İstanbul-Sami Bayraktar

Strolling Through İstanbul-Hilary Summer-Boyd & John Freely

Tarihi Yarımada-Tayfun Nasuhbeyoğlu

Turan Akıncı

Mustafa Cambaz

Kültür Envanteri

Yolda Olmak-Kemal Kaya

Tarihi Mekanlar Kişisel Ansiklopedi-Erol Şaşmaz

WordPress

Türkiye’nin Tarihi Eserleri

Tarihi İstanbul

Wikipedia

Tarihi.ist

Hanriet Badoğlu

Agos Gazetesi

Çılgın Rotalar

Ekşi Sözlük

İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim. 

Emeğe saygı önemli

Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yoktur.