97

Büyükada Aya Yorgi Kilisesi Ritüelleri Ayrı Bir Alemdir

Bugün hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın coşkusunu yaşamak hem de baharın bu güzel gününü değerlendirmek için rotamızı Büyükada’ya çevirdik. Hedefimiz sade ve netti: Keyifli bir gün geçirmek.

Büyükada tam anlamıyla bir şenlik yerine dönüşmüştü. Bir yanda Türkiye’nin dört bir yanında kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın neşesi, diğer yanda ise Ortodoks mezhebine göre “Yorgo” isim günü… Ada hem bu milli bayramı hem de dini günü kutlayan insanlarla doluydu. Ortalıkta çiçekler dağıtanlar, ilahiler okuyanlar, dua edenler… Ve tabii ki çocuk kahkahaları, rengârenk balonlar, bayraklarla dolu sokaklar. Her köşe ayrı bir bayram yerine dönüşmüştü.

Ne yazık ki bu güzel gün, bir depremle yarıda kesildi. Bir anda hissedilen sarsıntı adadaki herkesi etkisi altına aldı. Telefonlar sustu, bağlantılar koptu. İnsanlar sevdiklerine ulaşmaya çalışırken bir belirsizlik ve kaos havası yayıldı. Kimse ne olduğunu tam olarak anlayamadı ama herkes, doğanın bize sessiz bir uyarı verdiğini hissetti.

Bu tür sarsıntılar, uzmanlara göre İklim Krizi’nin olası sonuçlarından biri. Mağma tıpkı nükleer reaktördeki uranyum gibi düşünülmeli; serin kalması için yeraltı sularına ihtiyaç var. Ancak bu kaynaklar hızla tükeniyor. Sonuç? Isınan mağma yer kabuğunu çatlatıyor ve depremler kaçınılmaz hale geliyor. 

Diğer yandan (Güven İslamoğlu’ndan alıntı) eriyen buzullar, özellikle Antarktika plakası üzerindeki 2 kilometrelik buz tabakasının erimesi, büyük tektonik levhaları harekete geçirebiliyor. Volkanlar faaliyete geçiyor, ardından küresel ısı dengesi bozuluyor. Bu da bize doğanın ne kadar hassas dengelere bağlı olduğunu bir kez daha hatırlatıyor.

Yine de Aya Yorgi Yolundan şaşmadık. Çünkü senede iki kere 23 Nisan ve 24 Eylül’de olan bugünü kaçırmak istemedik.  Yaklaşık bir kilometrelik Arnavut kaldırımlı dik yokuşu tırmandıktan sonra vardık Büyükada’nın en yüksek noktasındaki Aya Yorgi Manastırı’na. 1751 yılında inşa edilen bu küçük, kiremit çatılı kilise bugün hem yerli hem yabancı ziyaretçilerin akınına uğruyordu.

Burası, Efes’teki Meryem Ana Evi ile birlikte Türkiye’deki iki önemli Hristiyan hac noktasından biri olarak kabul ediliyor. Özellikle 23 Nisan ve 24 Eylül tarihlerinde Ortodoks inancına göre kutsal kabul edilen bu tepe, dilekler ve dualarla dolup taşıyor.

Efsaneye göre, Bizans döneminde işgal altındaki adada, kilisedeki kutsal emanetler papazlar tarafından toprağa gömülür. Yıllar sonra Aziz Aya Yorgi, bir çobanın rüyasına girerek bu yolu ona gösterir. Çoban, üç gece üst üste aynı rüyayı görünce, çıplak ayakla ve hiç konuşmadan bu yokuşu tırmanır, çan sesi duyduğu noktada toprağı kazar ve gömülü emanetleri bulur.

Bugün hâlâ bu geleneği yaşatmak isteyenler, yokuşu konuşmadan, hatta çıplak ayakla çıkmaya çalışıyor. Bazı ziyaretçiler ise iplik makaralarını yol boyunca çalılara bağlayarak dilek tutuyor. Yolun sonuna kadar kopmadan uzatılan ipliğin, kısmet açacağına inanılıyor.

Kilise girişinde mum alınıp dilek dileniyor, içeride ise kâğıda yazılan dilekler dilek kutusuna bırakılıyor. Kilisenin arka kapısından çıkınca ziyaretçiler şeker ve ağaç dallarıyla yazılar ve şekiller yaparak dileklerine son dokunuşu yapıyor. Efsaneye göre dilekler gerçekleşirse, teşekkür amacıyla yeniden gelip şeker dağıtmak adetten.

Bir Gün, Üç Gerçek aynı anda…

23 Nisan’ın coşkusu…

İnançların insanlar üzerindeki derin etkisi ve yüzyıllardır süren geleneklerin gücü…

Doğanın bize verdiği sessiz ama ciddi uyarı…

Hem kutladık hem diledik hem düşündük. Yine de… Ne güzel bir gün, 23 Nisan değil mi?