Cağaloglu, Biraz da Divanyolu
Kızımızı İstanbul Erkek Lisesi’ndeki münazara turnuvasına bırakma bahanesiyle çok sık gittiğim ama detayına inmediğim Cağaloğlu’nu dip bucak gezelim dedik.
İstanbul eski ve yeni birçok semtiyle beni etkileyen bir şehir. Benim için bu şehirde yeni bir gün, yeni bir iskele demek. Bu şehri belirli rotalarla, birbirine çıkan ara sokaklarla gezmeyi çok seviyorum.
18. yüzyılda Osmanlı bürokrasisinin, sadrazamlık mensuplarının, paşaların oturduğu bir bölge iken 1870’lerden sonra ise Türk basının merkezi olmuştur.
Cağaloğlu’nun adı, Cenovalı Cicala ailesinden gelen ve sonrasında bir Osmanlı Amirali ve politikacısı olan Cigalazâde Yusuf Sinan Paşa’dan gelmekte olduğu söyleniyor.
Sirkeci Garı’nın yanından Muradiye caddesinde Muradiye Sebili var. 16. yüzyılda Mirmiran Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. V. Murad zamanında onarıldığı için Muradiye Sebili olarak adlandırılmış. Geniş saçaklı bir kubbesi var. İki yanında bulunan mermer çeşmeler de birer küçük kubbeyle örtülmüş.
Bâbıâli’de İstanbul valilik binasının yakınında bulunduğu için Bâbıâli Mescidi veya bânisine nispetle İmam Ali Mescidi diye anılırsa da bir zamanlar minare kürsüsünde bulunan nal şeklindeki izlerden dolayı halk arasında Nallı Mescit olarak tanınır.
Ankara Caddesi’nden Bâb-ı Ali Yokuşu’nu tırmanırken sağımızda İran Konsolosluğu binasını görüyoruz. Sur içi İstanbul’da elçilik veya konsolosluk binası olmaz. Pera’da toplanmıştır elçilikler. Sadece İran’a bir Müslümanülke olduğu için burada yapma ayrıcalığı tanınmış. Binanın mimarı 1830’larda İstanbul’a gelip uzun süre kalan İsviçreli-İtalyan Fossati kardeşlerdir.
Konsolosluktan içeri sapıp biraz yürüyünce, bahçe içinde oldukça görkemli İstanbul Erkek Lisesi karşımıza çıkıyor. Bina başlangıçta okul olarak yapılmamış. Osmanlı devleti 19.yüzyılda Batılaşma sürecine geniş bir dış borçlanma politikasıyla girmiş. Bu borçların geri ödenmesi imkânsız olunca Batılılar alacaklarını kendileri toplayabilmek için Yunanistan’da uyguladıkları bir model olan Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) adı altında bu kurumu kurmuşlar. IEL bu vergi toplama karargâhı olarak inşa edilmiş. O zaman Abdulhamit binanın masrafını da borçlara katıp ve borcun bitmesiyle mülkiyetin devlete geçmesi kararlaştırılarak okul haline gelmiştir.
Bu yoldan biraz daha ilerleyince solda, Rüstem Paşa Medresesi’ni görüyoruz. Mimar Sinan’ın Amasya’da daha eski bir medrese planından esinlenerek yaptığı bu bina dışından daha çok kare biçiminde ama içine girince sekizgen bir avludan oluşuyor. İçinde yüksek ve büyük kubbeli dershane, hamam, birkaç müze odası ve kadınlar için medrese bulunuyor.
IEL’nin bahçe duvarlarının içinde Çifte Saraylar diye bilinen ve bir yangında yok olan iki sarayın son kalıntısı bulunuyor. Semte adını veren Cağaloğlu Sinan Paşa (asıl adı Cegalo olan bir İtalyan-Osmanlı Paşa) ta İran Konsolosluğu’na kadar uzanan sarayıydı.
Merdivenden inince döner dönmez solda eski bir Bizans yapısının kalıntısı duruyor. Binanın ne olduğu bilinmiyor. Bir şapel de dahil, on iki kadar irili ufaklı oda ve çeşitli koridorlardan oluşan bir sarayın alt katı. Bir zamanlar sarnıç olarak da kullanıldığını düşündüren özellikleri de var. Son derece ilginç bu yapının şimdiki durumu içler acısı.
Vilayetin önünden dümdüz ilerleyip, Ayasofya yönüne sapınca Cağaloğlu Hamamı’na geliyoruz. I. Mahmud zamanında kalma bu hamam, Ayasofya Kütüphanesi’ne gelir sağlamak için yapılan bir binadır. Ayrıca odun ve su kıtlığa neden oluyor diye büyük hamam yapımını yasaklayan kanundan kısa bir süre önce inşa edildiği için son büyük Osmanlı hamamı. Sultan Mahmut tarafından mimar Abdullah Ağa’ya yaptırtılmış.
Kimler yıkanmış kimler… Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm, İngiltere kralı Edward, Macar besteci Franz Liszt, İngiliz hemşire Florence Nightingale, Rus balet Rudolf Nureyev, Mısırlı aktör Ömer Şerif…
Fin hamamı, sauna ve Japon hamamı gibi Türk hamamının da dünya çapında haklı bir ünü var. Türk kültüründe temizlik öncelikle akarsu ile sağlanır. Çünkü kirin üstümüzden akıp gitmesi gerekir. Geleneksel Türk hamamında ilkin hararet kısmına girilir, sıcak su dökülüp terlenir. Bu süreç derideki gözenekleri açar. Terlemek için alttan ısıtılan göbek taşına uzanılır. Bunu kese faslı izler. Tellak ya da natır, eline pütürlü bir eldiven geçirerek vücudu ovalamaya başlar. Eldiven vücuttaki ölü derileri soyar. Bu işlemden sonra tellak sabun köpürtür ve yıkar. Bol su le durulanıp çalkalandıktan sonra, yıkanma faslı sona erer. Artık soğukluk denilen yere geçilerek, serinlenir istenirse masaj yaptırılır. Eskiden evlerde banyo ve akarsu olmadığı için temizlenmek için İstanbullu aileler haftada bir temiz çamaşırlar, havlular hazırlanıp paketlenir, hizmetkarlara yüklenir, kamusal bir bina olan hamama giderlermiş.
Hamamın bir iki adım ilerisinde tasarruf ve kredi sağlamaya yönelik ilk Türk kurumu olan Emniyet sandığı binası var.
Hoca Rüstem Sokak üzerinde yer alan Kızlarağası Mehmet Ağa Medresesi, 16. yüzyılda inşa edilmiş ve şimdi Türkiye Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesi.
Sokağın sonunda sola dönüyoruz. İleride solda Ortodoks Müslümanlar için büyük sevinç kaynağı olan Cezeri Kasım Paşa Camii var. Rumeli defterdarı olan Kasım Paşa, Silistre valisi, sonra Şehzade Süleyman'a Lala ve defterdar, tahta geçmesinde de dördüncü vezir olmuş.Minaresi kıbleye göre sağ köşede ve yüksek merdivenlerle çıkılıyor. 200 ana bölümdeki mihrap ve yan duvarlar tarihi çinilerle kaplı.
Caminin karşısında dört köşe bir türbe var. Mali işlere aklı iyi erdiği için Abdüllaziz’in birkaç sefer sadrazam yaptığı, Rus elçisi Ignatiyef’e yakınlıyla da tanınan ve bu yüzden Nedimol diye anılan Mahmut Nedim Paşa’nın türbesi var.
Daha ilerde Bezmiâlem Valide Sultan’ın yaptırdığı Cağaloğlu Anadolu Lisesi, eski TMTF binası, Çatalçeşme Sokağı’nda Bülbül Tevfik Paşa’nın konağı iken Cağaloğlu Kız Sanat. Bezmi Alem Sultanisi Öğretmen Okulu Yatakhanesi, Ameli Hayat Mektebi, Maliye Tahsil ve Tahakkuk Şubesi olarak kullanmıştır. Konak Cumhuriyet döneminde yapı Hazine-i Milliye’ye aittir. 1937 tarihinde Kız Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü’ne tahsis edilmiş. 1950 ders yılından itibaren de Kız Enstitüsü olarak kullanılmaya başlanmış.
Molla Fenâri Çatalçeşme Mescidi Cağaloğlu Kız Meslek Lisesi olan Bülbül Tevfik Paşa Konağının karşısında. Molla Fenari veya tam adıyla Fenârizade Yusuf Bali Efendi Sultan II. Beyazıt ve Fatih Sultan Mehmet dönemlerinde Şeyhülislamlık yapmış bir din alimi.
İctihad mecmuasının 1911-1932 yılları arasında basıldığı İctihad Evi, Çatalçeşme Sokak, Sultanahmet.Dergiyi neşreden Doktor Abdullah Cevdet Bey, binanın da sahibi imiş.
Divanyolu’na saptık. Burada Basın Müzesi var. Saffet Paşa tarafından üniversite olarak yapılmış ve sonra birçok farklı amaç için kullanılmış. Mimarı Fossati’dir.
Türkiye’nin tek basın müzesi. Müzede basın teknolojilerinin ilk dönemlerinden Taşbaskı örnekleri, düz baskı makinesi, prova tezgâhları, giyotin, eski daktilolar ve teleksler sergileniyor.
Geldik bu sene II. Abdülhamit ölüm yılı nedeniyle önünde kuyruklar olan II. Mahmud, Abdülaziz’in türbelerine. Binada ve bahçede çok sayıda kişi yatıyor. İlk ciddi batılılaşma padişahi II. Mahmut, Batılılara göre Kızıl Sultan, Doğuculara göre Ulu Hakan II. Abdülhamit ve Sultan Abdülaziz. Jan Hus ve Münzer gibi geç Ortaçağ köylü devrimcilerin Türk benzeri Şeyh Bedrettin, Osmanlı hanedanlarının Cumhuriyet döneminde ölmüş bazı üyeleri, Ziya Gökalp, ittihatçı kurşunuyla vurulan Ahmet Santin, Hasan Fehmi, Sadullah Paşa, Muallim Naci, Ata bey, Kıbrıslı Mehmet Enin, Fethi Ahmet Paşa, Sait Halim Paşa, Hıdiv ve Şerif aileleri.
Biraz daha yürüyünce Bizans’ın bazilika meydanlarının birine “Forum Constantinus” yani Çemberlitaş’a geliyoruz. Buradaki sütun Büyük Konstantin’in sütunudur. Orijinal sütun daha Bizans zamanlarında yangınlar ve onarımlar sonrası ayakta kalması için demir çemberler ile takviye edilen halidir. Yüksekliği 35 m. dibinde bazı çok önemli ilk Hristiyanlık kalıntılarının gömülü olduğuna inanılıyor.
Tam çaprazında Sarı Selim’in hanımlarından Nurbanu’nun yaptırdığı Çemberlitaş Hamamı var. Üsküdar’da Toptaşı’ndaki Vâlide-i Atik Külliyesi’ne gelir getirmesi için yaptırılmış. Hamam bir Mimar Sinan yapısıdır. Soyunmaya gerek olamadan içine girebileceğiniz ender hamamlardan biri.
Beyazıt’a doğru birkaç adım yürüyünce solumuzda Köprülü Mehmet Paşa Cami ve Külliyesi var. Köprülü Mehmet Paşa, Osmanlı devletinin 17. yüzyıl zor zamanlarında oldukça ihtiyar olduğu bir zamanda sadrazamlığa çağrılırmış. Son kapıkulu üyelerinden ve Arnavut kökenli biriydi. Ölünceye kadar bu görevde kalan oldukça başarılı bir sadrazam. Ne var ki, bu başarının önemli bir kısmı uyguladığı yoğun baskı ve şiddetle kazanılmıştı. Köprünün iki oğlu ve başka akrabaları da ondan sonra sadrazam oldular. Bu büyük ailenin son üyelerinden biri de Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş tarihçiliğin oluşmasına önemli katkıları olan ve çok partili geçişte Demokrat Parti’nin kuruculuğunu yapan Fuat Köprülü.
Paşa’nın üstü açık türbesi bir halk yorumuna yol açmış. Paşa yağmur yağsa da gazabını dindirsin diye türbesinin üstünü açık bıraktırmış.
Konstantin sütununun az ilerisinde İstanbul’un en eski camilerinden biri olan Gazi Atik Ali Paşa Camii var. Aslen Bosnalı olan “Hadım, Tavaşi, Şehit, Eski” lakapları ile de anılan ve iki defa sadrazam olup 1511’de Sah Kulu vakasinda şehit olan olan II. Beyazıt’ın vezir-i âzamlarındandır. Cami, “Sedefçiler”, “Eski Ali Paşa”, “Çemberlitaş”, “Dikilitaş”, “Vezirhanı” ve “Sandıkçılar Camisi” isimleriyle de tanınır. İstanbul’un en eski eserlerinden biridir. Cami fetih öncesi Osmanlı cami mimarlığının özelliklerini gösterir. Kubbenin örttüğü dörtgen ve onu bir yarım kubbeyle destekleyen arkada geniş bir apsis gibi çıkıntı yapan, mihrabın bulunduğu kısım. Külliyeden geriye yalnızca karşı sıradaki medrese kalmıştır.