4612

Ayvalık - Cunda

İstanbul-Cunda arası mesafe 520 km. İstanbul'dan İzmit Körfezi üzerinde yeni açılan Osmangazi köprüsünden 88,50 TL köprü ücreti ve 10 TL otoban ücreti vererek geçtik. Bu köprü sayesinde yol en az bir saat daha kısalmış olduğu gibi Eskihisar’da feribot sırası çilesinden de kurtulmuş olduk.

Ayvalık'tan Cunda'ya 1995 yılında inşa edilen köprü ile adaya karayolu ile geçmek mümkün. Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü burada, Alibey Adası ile Ayvalık arasında inşa edilmiş.

Girişteki güneş saatinde bir deneme yaptık doğru mu çalışıyor diye. Şöyle yapıyorsunuz önce hangi aydaysanız onun üzerinde dik şekilde duruyorsunuz sonra gölgeniz hangi sayının üzerinde ise saat odur.

Sokakların çok dar olmasından dolayı araba ile gezmeyi denemeyin sakın. Arabanızı girişteki otoparklara bırakabilirsiniz. Otoparkın karşısındaki Çarşı Caddesi boyunca, sütunlu kemerli girişleri, katların kesme taştan silme ve pencere söveleri, dikdörtgen büyük pencereleri ve dökme demir balkon korkulukları, cumbaları ile karakteristik Rum evlerinde hediyelik eşyalar satılıyor. Minik çarşısından şile bezi elbiseler, takı, kitap, hediyelik eşyalar, zeytinyağı bulabilirsiniz.

Ege’nin her yerinde olduğu gibi burada da sakızlı dondurma ve lokma bulabilirsiniz. Tatmadan ayrılamayın derim.

Cunda merkezde Taksiyarhis Kilisesi, Rahmi Koç Müzesi’ni gezdik. Burası Cunda'nın en önemli yapılarından biri. Define avcıları tarafından talan edilen, tavanındaki mühre göre yapımı 1873’e kadar giden Taksiyarhis Kilisesi, Rahmi Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından restore edilip müze olarak hizmete sunulmuş. İçinde eski otomobiller, motosiklet ve bisikletler, buharlı iş makinaları, denizcilik araç ve gereçleri, çocuk oyuncakları, bebek oyuncakları, geçmişten günümüze saat, daktilo ve fotoğraf makinaları modelleri, oyuncak araba modelleri, geçmişten günümüze önemli yapıların modelleri ve maketleri, günlük yaşamda kullanılan ev araç ve gereçleri sergileniyor. Giriş yetişkinler için 5TL, çocuklara 2TL.

İlk gün denize Ayvalık Tabiat Parkı’na doğru Maden Caddesi üzerinde Pateriça plajında girdik. Patriça ıssız bir sahil. Denizin suyu oldukça sakin. Patriça Koyu'nun suları sığ ve ılık. En başlarda taşlık bir kumsala sahip olduğu düşünülse de, ilerledikçe kumlar sarar ayağınızı. Denizin dibindeki çakıl taşları sayılabiliyor. Yani o kadar berrak bir suya sahip.

Patriça bölgesinde aynı zamanda Patriça Rum Köyu var ne yazık ki, arabayla ulaşılacak düzgün bir yol yok. Burada ünlülerin evleri var ve genellikle deniz helikopteri ya da tekneler ile gelinebiliyor. Burada görülebilecek en ünlü yer Ayışığı (Bekar Kızlar) Manastırı; (Ai Dimitri Ta Salina Manastırı). 16. yüzyılda yapıldığı düşünülmekte. Sarımsak taşlarından yapılmış. Suzan Sabancı bu güzelim manastıra sahip çıkıp yıllar süren restorasyonu gerçekleştirmiş.

Otel olarak, Cunda içinde Setenay Butik Otel'de kaldik. Bir aile işletmesi ve kahvaltısı gayet güzel. Burası aynı zamanda akşam restoranında müzik olan beğenilen bir mekan.

Ayvalık balık, meze cenneti. “Rakı, balık, Ayvalık” mottosunun en güzel hayat bulduğu yerlerden biri. Yemek yediğiniz masalar hemen denizin kenarında. Bugün Papalina Restaurant’ı seçtik. Yiyebileceğiniz alternatifler; sınırsız meze seçeneği, buraya özgün meşhur papalina balığı, kalamar dolması, ahtapot, fava, deniz börülcesi, deniz fasulyesi, tereyağlı karides, kaşarlı mantar ve yengeç bacağı... Afiyet olsun...

İkinci gün denize girmek için Ortunç Koyu tarafını seçtik... Ortunç Koyu, Mavi Bayrak ödülüne sahip. Aynı zamanda koyun çevresinde 35 dalış noktası olup, dalış eğitimi veren okullar da bulunuyor. Burada denize girecek iki tesis var. Biz  Ada Camping'te karar kıldık. Giriş 35TL; çocuk 15TL. Deniz soğuk ama gayet temiz. Tesiste sınırlı menü ve dağınık servisi olmasına rağmen gün geçirilebilir.

Akşam üzeri, günün yorgunluğunu şu meşhur, herkesin bayılacaksınız dediği Taş Kahve’de çıkardık. Size kahve istediğinizde "ne marka?" diye sorarlarsa, bilin ki "şekerli mi olsun nasıl olsun?" diye soruyordur. Şaşırıp kalmayın... Taş Kahve, 150 yıldan daha eski bir taş bina. Tavanın yüksekliği, kahve içinde serbestçe dolanan kırlangıçlar hemen dikkatinizi çekecektir. Burası yüksek pencereli, ahşap tavanlı, vitraylı camları ile kendine özgü bir taş yapı. Üstelik bina inşasında kullanılan doğal sarımsak taşı ile burası dönemin mimari işçiliğini de en iyi yansıtan yapılardan biri. Lokması, dondurması, Ayvalık tostu da buranın meşhur tatlarından bazıları.

Aksam yemeğimiz için Girit yemekleri yapan Atalan’te Yalconun Yeri'ni tercih ettik. Girit ezme, kabak çiçeği dolması, deniz börülcesi, Midilli pabucaki (patlıcan ve peynir), kaşarlı Girit kabak, enginar ezme, kalamar ve papalina muhteşemdi. Girit mutfağı gerçekten çok lezzetli.

Üçüncü günümüzde plaja Badavut Koyu'na gittik. Ayvalık yönüne doğru giderken Sarımsaklı'dan bir sonraki koy. Badavut'un denizi mükemmel, o kadar berrak ki, dibini görüyorsunuz. Havuz gibi resmen, ve dibi kum. Ancak soğuk bir deniz. Bir de kumunda altın pırıltıları var, sanki sim dökmüşsünüz gibi uçuşuyorlar. Çok bakir ve sakin bir koy. Böyle bir yer nasıl olmuşta keşfedilmemiş. Bir tane tesis var o da halk plajı.

Badavut koyundan dönerken Ayvalık'a yaklaşırken Şeytan Sofrası'na uğradık. Ayvalık merkeze araçla 5 dk. uzaklıkta bulunan eski bir lav birikintisi olan Şeytan Sofrası’nda, demir kafes içinde şeytana ait kocaman bir ayak izinin olduğu söylenen ve herkesin dilek dileyip para attığı bir kaya parçası var. Bu sebeple “Şeytan Sofrası” ismini almış. Tabii ki, buranın en etkileyen tarafı ise “işte hayat bu beeeee” dedirtecek muhteşem manzarası.

Akşam üzeri denizden döndükten sonra Cunda'ya Aşıklar Tepesi, Değirmen'e yürüdük. Buraya geleceklere tepeye doğru yürümelerini tavsiye ederim, yol çok keyifli. Adanın tepesinde yer alan ve bugün sadece 3 duvarı kalan Ayos Yannis Kilisesi aynı zamanda Aşıklar Tepesi olarak da anılıyor. Cunda’nın sembollerinden biri olmuş tepede, adanın tarihi yel değirmeni Rahmi Koç tarafından restore edilip kütüphaneye çevrilmiş. Burada aynı zamanda Muhtar Kent’in babası olan eski büyükelçi Necdet Kent’in ve Sevim Kent'in kitap koleksiyonu sergilenmekte. Aşıklar Tepesi, ada manzarasını seyredebileceğiniz adadaki ender yerlerden. Tepeden Cunda ve Ayvalık manzarasını özellikle gün batımında izlemelisiniz.

Bu akşam Lal Girit Mutfağı’nda yemek yemeyi tercih ettik. Burası Emine Hanımın mutfağı. Emine Hanım Selanik'ten gelmiş, eşi Giritli. Çok zor şartlarda, etrafın verdiği beş masa, çevreden aldığı “duralex” tabaklar ve kendi kestiği masa örtüleri ile başlayıp bugüne gelmiş. Eşi ve iki kızı ile bu işletmeyi büyütmüş. Konukları ile tek tek ilgileniyor. Tüm otları kendi topluyormuş. Sıcak ve soğuk Girit yemekleri denedik. Papucaki, dil balığı, mücver, Girit lokumu, Arapsaçlı kavurma, hindiba, turp otu, radika, sıcak ot, subye yahni… Çok güzel ve keyifli bir akşam yemeği oldu. Cunda'ya geldiğinizde uğramanızı tavsiye ederim.

Dördüncü gün denize Arkadeniz Plaj bölgesinde Rainbow Beach Club'da girdik. Sakinliği ile dikkat çeken bu plaj, Cunda'nın en sessiz yerlerinden biri. Dingin plaj, temiz kumsalı ve berrak deniziyle dikkat çekiyor. Deniz girişte biraz taşlık ama sonrasında kum. Sığ ve ılıkbir denize sahip. Zaten adanın kuzey tarafı ılık denize güney tarafı soğuk denize sahip.

Akşam üzeri Ayvalık'ta Taksiyarhis Kilisesini gezdik. Ayvalık merkezinde çarşı içinde yürüyerek varabilirsiniz. Kilise duvarındaki kitabede 1844 yılında yapıldığı yazıyor. Kapı sütunları ve merdiven basamaklarında sarımsak taşı kullanılmış. Kilisenin bulunduğu yer, Hıristiyanlar ile Müslümanların birlikte yaşadığı kentin ilk mahallesi. Çevresindeki sokak dokusu ve neo-klasik özellik taşıyan sivil mimari evler var. Rumların yaşadığı dönemde merkez kilise olan Taksiyarhis Kilisesi, iç duvarlarındaki freskleri, içteki mermer işçiliği dini konuları içeren tavan süslemeleri, İsa’nın hayatını anlatan resimleri, balık derisi üzerine yapılmış azize portreleri ve taş binasıyla görülmeye değer. İçerisinde bulunan çan, II. Dünya Savaşı yıllarında yerinden çıkarılarak halka haber vermesi için kullanılmıştır. Daha sonraları bu çanın dünyanın en büyük çanı olduğu ortaya çıkmıştır. Kilisenin büyük çanı Bergama Müzesi’nde.

Vaktiniz varsa buraları da gezmemizi tavsiye ederim;

Ayvalık Ayazma Kilisesi

Kemal Paşa Mahallesi’nde bulunan kilisenin adı, içinde bulunan suyun kutsal sayılmasında ileri geliyor. Ayazma kelime anlamıyla kutsal su anlamında. Kilise, Neo-klasik üslupta, 1890 yılında yapılmış, kilisenin girişi Yunan tapınaklarını anımsatmaktadır. Yapı malzemesi olarak Sarımsak taşı kullanılmış olan kilise bir dönem zeytinyağı fabrikası olarak kullanıldığından farklı eklentiler yapılmıştır. Bu yüzden iç kısımlarda anıtsal özelliklerini tamamen yitirmiştir. Kilise günümüzde müze haline getirilmek için kamulaştırılmıştır.

Agia Paraskevi Manastırı

Tımarhane adasında bulunan bu manastırdan geriye en iç kısımda bulunan küçük bir kısım kalmıştır. Burayla ilgili türlü türlü efsaneler mevcuttur. Bunlardan biri de, Meryem Ana’nın mezarının burada bulunduğu ile ilgilidir. Birçok hazine avcısı tarafından zarar gören manastır günümüzde harabe niteliğinde olmasına karşın yerli ve yabancı turistler tarafından ilgi çekmektedir.

Biraz daha yakın tarihe tanıklık etmek için Osmanlı’dan kalan camileri görebilirsiniz.

3 Saatli Camii (Agios Yannis Kilisesi)

İlçe merkezinde İsmet Paşa Mahallesi’nde yerli Rumlar tarafından kilise olarak yapılmış, 1928’den sonra camiye dönüştürülmüştür. Camiye çevrilmesinin ardından içindeki ikonalar boyayla kapatılmıştır. 1944 yılındaki depremde çan kulesinin üstü yıkılmıştır.

Ayvalık Hamidiye Camii

Sultan Abdülhamit tarafından 19. yüzyılın ikinci yarısında Ayvalık’ta yaşayan Müslümanlar için yaptırılmıştır. Sakarya Mahallesi’nde yer alan bu cami, Ayvalık’ın tarihsel değerini yansıtan bir cami olarak yapılmış tek özgün yapıttır. Yorgala Oteli’ni yaptıran kişinin zamanın yönetimine armağan etmek zorunda kaldığına ilişkin iddialar da vardır. Kırmızı taştan, kare planla inşa edilmiştir, kubbesi tuğladandır.

Bir gezi daha bitti. Tekrar yeni gezilerde görüşmek üzere...

"Her şey kötüye gittiğinde kendine bir tatil ısmarla.” Betty Williams