Napoli ve Amalfi'yi Görmeden Ölme
NAPOLİ VE AMALFİ’Yİ GÖRMEDEN ÖLME!
Geldik Napoli’ye…
Denize inen yokuşlu dar sokaklar, sahiller, gün batımı manzaraları, alışveriş olanakları, gece hayatı, tarihi kiliseler, ören yerleri, müzeler, sanat galerileri, meydanlar derken İtalya’nın 3. büyük şehri Napoli; “Vidi Napoli e dopo muori!” yani “Napoli’yi görmeden ölme!”
Geçmişte süvari kışlası ve Napoli Üniversitesi dekanlığı olarak kullanılmış National Archaeological Museum, 1777 yılında Kral VII. Charles’ın isteği doğrultusunda kurulmuş. Pompeii ve Herculaneum’dan getirtilen tarihi buluntular, bulunuyor. Pompei’ye gideceğimiz için içine girmedik.
Piazza Municipio’daki Castel Nuovo yerel halkın “Maschio Angioino” adıyla andıkları askeri yapı, Anjou Hanedanı’ndan I. Charles’ın tahtta oturduğu 13. yüzyılın son çeyreğinde inşa edilmiş.
Fransız mimar Pierre de Chaule’nin planlarını çizdiği Rönesans stili bir kapıdan giriş yapılan Yeni kale, Kral Robert zamanında sanatçıların, kâtiplerin ve bilim insanlarının konuk edildiği bir kültürel merkeze dönüştürülmüş.
Castel dell’Ovo ana karaya genişçe bir köprüyle bağlanmış Megaride adacığı üzerinde yer alıyor.
Kentteki en eski askeri tahkimat olan yapı, 12. yüzyılda Normanlar tarafından inşa edilmiş. Svabyalılar, Angevinler, Aragon Hanedanlığı zamanında da önemli bir üs olarak kullanılan kalenin bulunduğu alanda yaşam süren ilk yerleşimciler ise Napoli’nin temellerini atan ve İtalyan ana karasında kurulmuş ilk Yunan kolonisinden gelen kişilermiş. Adının dilimizdeki karşılığı “Yumurta Kalesi” olan tarihi yapı, evlilik arifesindeki çiftlerin fotoğraf çektirmek için akın ettikleri yer.
Castel Sant’ Elmo, Kral Robert’ın emri doğrultusunda Sienalı mimar Tino da Camaino’nun tasarımına bağlı kalınarak 1329’da inşa edilmiş.
Daha öncesinde ise bu tepenin zirvesinde, kaleye adını veren kilise yer alıyormuş. Ancak Aziz Erasmo’ya adanmış dini yapı. 1538’de kentin İspanyol yöneticileri tarafından çok daha korunaklı hale getirilen ve 1976 yılına kadar ordu tarafından hapishane olarak kullanılmış.
Kenti koruduğuna inanılan Aziz Gennaro’ya adanmış Duomo di Napoli Naples Cathedral, Erken Hristiyanlık döneminden kalma iki bazilikanın temelleri üzerine, Kral I. Charles’ın tahtta olduğu 13. yüzyılda inşa edilmeye başlanmış.
Yapım süreci 14. yüzyılda tamamlanan Napoli Katedrali, Neo-Gotik tarzdaki ön cephesi, iç kısmındaki Giovanni Lanfranco imzalı freskle süslü Cappella di San Gennaro ve 4. yüzyıldan kalma mozaiklerinin bulunduğu vaftizhanesi mevcut.
Adını Napoli’yi Birleşik İtalya Krallığı’nın bir parçası haline getiren 2 Ekim 1860 tarihli referandumdan alan Piazza del Plebiscito, Napolyon onuruna Kral Joachim Murat tarafından 1809-1846 yılları arasında inşa ettirilmiş.
Körfeze bir hayli yakın konumdaki meydan, çevresinindeki mimari yapılardan Piazza del Plebiscito’nun tam ortasında durup kuzeybatı yönüne doğru baktığınızda Castel Sant’ Elmo ve Certosa di San Martino’yu, Doğu tarafında pembe renkli Palazzo Reale, batıya döndüğünüzde San Francesco di Paola Bazilikası görüyorsunuz.
Kral Robert ve eşinin isteği doğrultusunda 1313-1340 yılları arasında inşa edilen Basilica di Santa Chiara, aslında tamamen Gotik tarzda tasarlanmış. Ancak 17. yüzyılda D.A. Vaccaro önderliğinde gerçekleştirilen yenileme çalışmaları esnasında eklenen Barok detaylarla görünümü değişmiş.
Manastırındaki küçük müze, 1. yüzyıldan kalma hamam ve ana sunağın hemen arkasındaki Kral Robert’ın mezarını görebilirsiniz. 22 sivili Nazi zulmünden kurtaran ulusal kahraman Salvo D’Acquisto’nun mezarı da bu dini yapıda bulunuyor.
14. YY’da Dominik Rahipleri için inşa edilen San Domenico Maggiore Kilisesisi dıştan pek ilgi çekici gibi görünmese de içi Rönesans Dönemi’nin güzel heykelleri ve resimleri ile süslü .
Piazza Dante’den Piazza Trieste e Trento’ya kadar uzanan 1,2 kilometrelik Via Toledo, kentin en hareketli alışveriş bölgelerinden biri.
Cadde adını, İspanyol genel valisi Pedro Alvarez de Toledo’dan alıyor. Toledo, caddenin inşası konusunda İtalyan mimar Ferdinando Manlio’yu görevlendirmiş.
1536’da yapımı tamamlanan yol, çevresini saran dini ve anıtsal yapılar nedeniyle yıllar içerisinde popülaritesini bir hayli artırmış.
Yaya trafiğine açık durumdaki caddede alışveriş mekânlarını dolaştıktan sonra Toledo İstasyonu’nu mutlaka gorun.
Tarihi kent merkezini ikiye bölen Spaccanapoli caddesi Grekoromen havasını korumaya devam ettiğinden ilgi odağı olmayı sürdürüyor. Günümüzde Via Beneddetto Croce adıyla anılan cadde, Piazza Gesu Nuovo’dan başlıyor. Hafif eğimli ve dar yapısıyla dikkat çeken tarihi yol; Santa Chiara, Palazzo Venezia, San Francesco delle Monache gibi popüler turistik mekânlara doğrudan erişim olanağı sunuyor.
Buram buram tarih kokan Spaccanapoli’yi arşınlarken meyve-sebze satılan tezgâhlar, küçücük dükkânlar, tasarımcı butikleri ve barlarla sıkça karşılaşabilirsiniz.
İşin gerçeği, klasik bir cadde gezintisi olarak başlayan yürüyüş sağlı sollu sıralanan işletmeleri ve tarihi yapıları ziyaret etmekten ve fotoğraf çekmek için bolca mola vermekten dolayı beklenenden uzun sürüyor. Lakin tadına da doyum olmuyor.
Napoli’nin kalbi ve ruhu olarak nitelendirilen Quartieri Spagnoli’nin kökenleri, kentin İspanyol kontrolünde olduğu 1600’lü yıllara uzanıyor. O dönemde kentin kontrol altında tutulmasını sağlayan İspanyol askerleri bu mahallede konuşlanmış.
Her daim hareketli, dar sokakları rengârenk evlerle çevrelenmiş yerleşim bölgesinin en popüler kısmını, doğu tarafındaki Via Toledo oluşturuyor.
İspanyol Mahallesi, her pazar kurulan ikinci el çarşısıyla alışveriş tutkunlarını kendisine çekmeyi başarıyor. Gerçi yerleşimin dar sokaklarına gizlenmiş atölyeleri, dükkânları ve kafeleri keşfetmek de insana ayrı bir keyif veriyor.
Via San Gregorio Armeno kentin en eski caddelerinden Spaccanapoli’yi Via dei Tribunali’ye bağlayan yol, aynı zamanda el yapımı ürünlerin satıldığı dükkânlarıyla alışveriş yeri.
Via San Gregorio Armeno boyunca sıralanan dükkânların raflarını süsleyen eşyalar, genelde yerel halkın Hz İsa’ya olan sevgisine vurgu yapıyor.
Bu arada resimlerde gordugunuz mavi, beyaz susler Napoli’nin sampiyon oldugu icin. Tum sehir futbolcu resimleri, mavi&beyaz kumaslar ve tabiiki Maradona resimleri ile dolu. Napoli kendilerini iki kez sampiyon yapmis Maradona’sini asla unutmamis.
Kent merkezinin batısında yer alan Gesu Nuovo Church, aslında 1470 yılında Roberto Sanseverino adına bir saray olarak inşa edilmiş. Ancak aile içerisindeki politik çekişmeler sonrasında mülk, kiliseye dönüştürülmek üzere 1580’lerde Cizvit Tarikatı’na satılmış.
Bu dönüşüm sırasında Maddaloni Kontesi Roberta Carafa, tarikata maddi destekte bulunmuş. Yapının iç kısmını görkemli hale getirme görevini ise Francesco Solimena, Luca Giordano ve Cosimo Fanzago gibi ustalar üstlenmiş.
Gesu Nuovo Kilisesi, volkanik taşlarla oluşturulmuş ön cephesiyle ve iç kısmını süsleyen freskler ile gorulmesi gereken yerlerden biri.
Geçmişte de günümüzde de Napoli büyük bir liman kenti olmuş. Dolayısıyla Napoli Limanı şehrin ekonomisinin kalbinin attığı yer.
Castel Nuovo’dan Piazza San Giovanni Battista’ya uzanan rıhtımdan oluşan liman özellikle yerel halkın hareketli, canlı aktivitelerinin görülebileceği bir yer.
Ancak limanın batı kısmında yer alan Porto di Mergellina şık ve ilginç restoranları, cafeleri ve küçük butikleriyle hem turistler hem de yerel halkın keyifle zaman geçirdiği yerlerden.
Gelelim ne yemeli ne içmeli kısmına.. Napoli’ye geldiğiniz zaman akla pizza gelir, bunun için de tek bir adres var L’antica pizzeria da Michele. Gerçek pizzayı tadabileceğiniz bu küçük aile işletmesi, 1870’den beri aynı yerde, bu mekan size Eat, Pray, Love filminden tanıdık gelecek ve ne tuhaftır ki bu kadar sevilen bir filmde yer almasına rağmen ne samimiyetinden kaybetmiş ne de fiyatlarını uçurmuş. Pizza incecik ve çok hafif. Sadece uc çeşit var… En populeri Margherita. Her ucununde de fiyatı 5,5 Euro. Yalniz tek sorun bir pizza icin bir saat kuyrukta bekledim.
Bir Felaketin Ardından…POMPEII
Pompei, Napoli şehri ve çevreleyen metropol bölge. Pompeii ise antik Roma kentinin bulunduğu yer. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan, dünyada başka hiçbir yerde emsali olmayan antik kent.
Neredeyse 2.000 yıl önce kül olan Pompeii, antik Roma döneminin en zengin kenti olarak tanınıyor. Ticaretin üst düzeyde olduğu, aydınların ve çok zenginlerin yaşadığı, eğlencenin başkenti, kumarın merkezi olan Pompeii; zevk, sefa, fuhuş, kumar, alkol, eşcinsellik had safhada olan, insanlık dışı herşeyin yaşandığı bir şehir imiş. Yanardağ patlaması sonucu küller altında kalan Pompeii’de insanların yaşam tarzları nedeniyle cezalandırıldığına inanılıyor. Şehirde yapılan kazı çalışmaları ise 18. yüzyıl ortasına dayanıyor. Antik Roma döneminde şehrin nefis iklimi ve manzarasının güzelliği birçok zengin Romalı’yı kendine çekmiş. Civarda gösterişli evler yapılmış. Zaman içinde kentin nüfusunun % 60’ı asil halktan, % 40’ı kölelerden oluşur hâle gelmiş. Bilim insanlarının teorisine göre buranın halkı Vezüv yanardağı 79 yılında faaliyete geçtiği ilk anda ne olduğunu kavrayamamış. Dağdan göğe doğru yükselen toz bulutunu şaşkınlıkla izlemeye çıkmışlar. Başlarına ne geleceğini anladıklarında ise yapacak birşeyleri kalmamış. Vezüv Yanardağı, Pompeii ve komşusu Herculaneum’u kül tabakasıyla örtmüş. 200.000 kişi ânında hayatını kaybetmiş.
Antiquarium
Vezüv Yanardağı faaliyete geçtiğinde halk, taş ve ateş yağmurundan ötürü evlerinden dışarı çıkamamış. Müzede günlük hayata dair amforalar, lavlar ve küller altında kalarak taşlaşan insan ve hayvanlar görülüyor.
Garden of the Fugitives (Kaçaklar Bahçesi)
Vezüv yanardağının patlamasıyla yanarak taşlaşmış insanların bir kısmı camekanlar içinde, bir kısmı da demir parmaklıkların içinde. Taşlaşmış insanların dişlerine, kemiklerine, tırnaklarına, parmaklarına kadar hemen hemen her ayrıntıyı görebilmek mümkün.
Kaçaklar Bahçesinde ortaya çıkan sahne, MS 79’da Vesuvius’un patlaması sırasında Pompeii sakinlerinin maruz kaldığı trajik ölümün tam dehşetini canlandırıyor.
Bu kişilerin cesetlerinin alçı kalıplarını burada görebiliyorsunuz.
Her evin kapısının altından yola bakan bir kanal var. Bu kanal sayesinde dışkılarını yola atabiliyorlarmış. Ve dışkılarından insanların gezerken kirlenmemesi için büyük yaya geçitleri yapmışlar.
Pompei denizcilerin uğrak noktası olduğu için, her dilden konuşan bu denizciler anlaşabilsinler diye figürleri kullanmışlar. Çeşmelere surat çizmişler, buluşma noktalarını çeşmelerdeki surata göre ayarlıyorlarmış.
Pompei’de figürleri sadece çeşmelerde görmenin haricinde evlerin, sokakların duvarlarında da bulursunuz. Duvarlarda genelevlerin yönünü gösteren penis figürleriyle karşılaşabilirsiniz. Denizcilerin kimseye sormadan penis figürünün gösterdiği yönü takip ederek geneleve ulaşabilmesi mümkünmüş.
Lupanar (Lupo’nun kurt anlamına gelir, çünkü Latince’deki “kurt” “fahişe” anlamına gelir) Pompei’de bu amaç için özel olarak inşa edilen tek bina.
Pompei’deki harabeler arasında bulunan bu genelev, müşterilerin tipine ve maddi durumuna göre iki kata ayrılmış. 5 yatak odası, bir banyo ve bir de koridordan oluşan giriş katı, alt sınıf müşteriler içinmiş.
Birinci kat ise, üst sınıf müşterilere ayrılmış ve çok daha iyi bir şekilde dekore edilmiş. Duvarlarda, farklı erotik pozisyonlarda resimleri görmek de mümkün.
Lupanare’nin girişinde ise, o dönemde kondom almak için de bir yer bulunuyormuş.
Genelevin içinde 6-7 tane oda var. Bu odaların kapısının üzerinde fresklerde hangi şekilde cinsel ilişkiye girilecekse o resim yer alıyor. Kişiler, resme göre oda seçimini yapıyormuş. O odanın kapısının üzerindeki resim haricinde ilişkiye girmek yasakmış.
Pompei’den geçen en önemli yollardan biri olan Abbondanza caddesinin üzerinde birçok han sıralanmış. Bu cadde foruma çıkıyor.
Kentin ana meydanı olan Forum, sütunlarla çevrili. Kuzey köşesinde 3 m yüksekliğindeki Jüpiter Tapınağı bulunuyor. Şehrin orta yerinde yer alan Forum Meydanı’nda her hafta ayrı bir eğlence düzenleniyor, bu eğlencelerde kimi zaman bir köle başka bir köleyle ya da bir aslanla dövüşerek ölüyormuş. Pompeii’nin en önemli binaları bu yüzden Forum Meydanı’na bakıyormuş. Bunlar arasında iki tiyatro binası, bir gladyatör alanı, hamamlar, tapınaklar varmış.
M.Ö 6. yüzyılda yapılan Apollon Tapınağı’nın orijinal bronz heykelleri Napoli Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor.
Terme Stabiane (Stabian Baths)
Kentteki en büyük ve en iyi korunmuş banyoların sol tarafında yüzme havuzu, sağ tarafında su ısıtıcıları ile birbirinden ayrılan erkek ve kadın banyoları var. Gladyatörler bu Stabian kompleksinin bir parçası olan jimnastik salonunda eğitim alıyormuş. Köleler dâhil olmak üzere tüm sınıflar içinse açık kullanım alanı olan kaplıcalar varmış.
Casa del Menandro (Menander Evi), zengin bir tüccara aitmiş. Oldukça büyük ve günümüze kadar en iyi korunmuş olan bu ev, diğer evlere nazaran biraz daha gösterişli.
İyi korunmuş atriyumun bir köşesinde küçük bir tapınak ve merkez havuzuna kadar uzanan sağlam bir ahşap çatı bulunuyor ve suyun aşağıdaki havuzda toplanması için yapılmış.
Evin içerisindeki odalar ise, Homeros’un İlyadası’ndaki manzaralarla dekore edilmiş.
Nuovi Scavi (New Excavations)
Şehrin bu kısmı Pompeii’nin son döneminde yapılan evler ve dükkânlarla dolu. Çoğunluğu kent esnafına ait olan yapılarda hâlâ 2.000 yıllık mozaikler, heykeller, freskler ve mobilyalar olduğu gibi duruyor.
Pompeii’deki tiyatro alanı şehrin eğlence alanı olarak hizmet vermiş. 3 binadan oluşuyor: Büyük Tiyatro, Küçük Tiyatro (Odeon) ve Quadriporticum.
İyi korunmuş durumda olan ve çatılı bir Roma tiyatrosunun ilk örneğini temsil eden Teatro Piccolo (Odeon – Küçük Tiyatro)’nun tarihi M.Ö 75 yılına uzanıyor.
Teatro Grande (Büyük Tiyatro) 5.000 seyirciyi misafir ediyormuş. M.Ö 2. yüzyıla tarihlenen tiyatro, inşa edildiği dönemde tüm şehir sakinlerini içine alabilecek kapasitede yapılmış.
Quadriporticum bir pasaj olarak hizmet vermiş. Seyirciler burayı etkinlikler arasında yürümek ya da yağmurdan korunmak için kullanmış.
Pompeii amfitiyatrosu günümüze ulaşan en eski Roma amfitiyatrosu olarak tanınıyor.
Mezarlık Caddesi
Pompeii surlarının dışındaki sokak mezarlık anıtları ile kaplı.
Loreius Tiburtinus'un Evi (daha doğrusu, gerçek sahibinden sonra Octavius Quartio'nun Evi), özellikle duvar resimlerinde ve geniş bahçelerinde iyi korunmuş sanat eseri ile ünlü.
62 yılındaki depremden sonra bu görkemli ve zarif evin sahibi Spurius'un kızı Predioa Julia Felix, evin bir bölümünü kiraya vererek barınma sıkıntısının yarattığı sıkıntıyı hafifletmeye karar vermiş. Forum Hamamı'nın sadece bir kısmı kullanılabildiği için, kendi özel hamamlarını da halka açmış. Cepheye boyanmış ilanda "zarif hamamlar, üst katta ek daireli dükkanlar ve birinci kattaki bağımsız daireler saygın kişilere kiralık olarak sunulmaktadır" yazıyormuş. Ayrıca azami kiralama süresi, "altıncı yılın 1 Ağustos'undan sonraki 1 Ağustos'una kadar" beş yıllık bir süre olarak belirtilmiş.
Ev üç bölüme ayrılmış. Via dell'Abbondanza'dan erişimi olan hamamlar, gerekli tüm olanaklara ve bir açık yüzme havuzuna sahipmiş.
Ev sahibinin dairesi, her tarafı orijinal mermer süslemeli dörtgen sütunlarla çevrili bir su kanalına sahip muhteşem bir bahçeye bakmaktaymış.
M.S. 79 yılındaki patlamasıyla o dönemin büyük şehirlerinden Pompeii ve Herculaneum’u gömen Vezüv Yanardağı bugün de Avrupa Kıtası’nda yer alan tek aktif yanardağ olarak varlığını sürdürüyor.
Yanardağ ayrıca, patlaması halinde tehlikeli bölgeler sayılan yerlerde çok sayıda yerleşim ve nüfus barındırması sebebiyle de dünyadaki en tehlikeli yanardağlar sınıfında.
Amalfi Kıyıları, Napoli Körfezinin güneyinde, Sorrento ve Salerno arasında kıvrılarak uzayıp giden, denize dik yükselen dağlara konumlanmış irili ufaklı enfes kasaba ve köyleri ile hiç kuşkusuz İtalya’nın en muhteşem kıyısı. Napoli’de başlayarak Ravello kıyılarına kadar gezdiğim bu bölge bende derin izler bıraktı, pek bir sevdim buraları ben.
Neden sevilmesin ki! Bir yanda dik yamaçlara inci gibi dizilmiş, dar merdivenleri, daracık sokakları, geniş avlulu eski rengarenk evler, evleri süsleyen begonviller, limon ağaçlari, masmavi denize nazır nefis manzara, şirin sokaklar, bunların arasındaki kafeler ve oteller … Yaz döneminin kalabalıklarını saymazsak görenin memnun olacağı bir coğrafya burası. Dünyanın en etkileyici manzaralarından bazılarına sahip.
Amalfi kıyıları, UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde bulunuyor. Mitolojide ise Herkül’ün aşık olduğu su perisi. Amalfi, genç yaşta hayatını kaybetmiş ve kısa süren aşklarından sonra Herkül onu dünyanın en güzel yerine gömeceğine söz vermiş, sonra da Amalfi’yi inşa etmiş.
Zaten Amalfi’ye ilk görüşte aşık olmamak elde değil.
Napoli’den 50 km uzaklıkta, Amalfi’yi keşfetmek isteyen için bir başlangıç noktası.. Sorrento, Amalfi Kıyılarına dahil değil ama her yanı limon ve zeytin ağaçlarıyla kaplı, devasa gül ağaçları, limon ve portakal ağaçlarının karşısında Akdeniz’in uzandığı harika bir manzaraya sahip sahil kasabalarından biri. Bir yanı dağ, bir yanı deniz olan İtalya’nın en hoş kıyı kentlerinden Sorrento, şahane bir tarihi meydana, enfes lezzetler tadabileceğiniz çok sayıda restorana, şirin kafelere ve sevimli hediyelik eşya dükkânlarına ev sahipliği yapıyor.
Sorrento kıyılarında çok dik yamaçda. Dimdik kayalardan asansörle indiyorsunuz sahillere. Yol bulup aşağı inerek denize girmek çok uğraştırıcı olduğundan resimlere koydugum haritadaki bölge araba ya da yürüyerek kumsala inip, nefis bir denize ulaşacağınız yer. Ayrıca güzel restaurantların olduğu tam tatil kasabası havasında yet. Gidecekler not etsin derim.
Positano, dikey olarak bir tepelik alana kurulmuş, İtalya’nın en gözde ve romantik kasabalarından biri. Renkli evleri, trafiği, insan yoğunluğu ile Positano, Amalfi’nin en turistik bölgesi. Napoli’nin güneyindeki Amalfi kıyı şeridinin tam merkezinde konumlanıyor. 1950’lerde bölgeyi ziyaret eden John Steinbeck’in ‘Gerçek olamayacak türde, rüya gibi bir yer’ dediği Positano, İtalyan Dolce Vita ruhunu en iyi sergileyen yerlerden biri.
Positano, 9. ve 11. yüzyıllar arasında Amalfi Cumhuriyetinin bir parçasıydı. İlk denizcilik yasalarına hayat veren yer, 10. yüzyılda Venedik’in en dişli rakibi olan önemli bir ticaret merkezimis. Şimdi de Amalfi Kıyıları turizminin kalbi konumunda. Uçsuz bucaksız bir deniz manzarasını yukarıdan gören iki tepenin yamaçlarına kurulmuş,
cicek saksılarının balkonlarını süslediği, rengarenk evleri ve labirent gibi uzayan sokakları ile kartpostalları süsleyecek kadar güzel bir kasaba burası. Merkezine araba ile girilmeyen renk cümbüşü evlerin sıralandığı bu minik kasabada, Mağribi tarzındaki mimari yapılar Sirenuse Adalarına bakan dik yamaçlar üzerinde sıralanıyor.
Berrak sularda yüzmek ve dilerseniz taş, dilerseniz de kumlu plajda güneşlenmek Positano’daki en keyifli aktivitelerden.
Dağlara oyulmuş rengarenk evler ve seramik çatısıyla limanın ortasında bulunan Santa Maria Assunta Katedrali meşhur bir kilise. Bu kilisenin içinde birçok hikâyede geçen siyah bir Meryem Ana heykeli yer alıyor. Söylentilere göre, heykel korsanlar tarafından Bizanslılardan çalınmış ve korsan gemileri Akdeniz sularında ilerlerken, Positano’nun yakınlarında fırtınayla karşılaşmış. Korsanlar bu sırada “Posa, posa” diye bir ses duymuşlar ve bu aslında “Bırak, bırak” anlamına geliyormuş. Bunun üzerine korsanlar heykeli en yakındaki limana, Positano’ya atmışlar ve fırtına bu sayede durmuş…
Amalfi orta çağdaki görkemini otelleri, antik değirmenleri, hareketli caddeleri ve camiye benzer katedralleri ile göz alıcı butik otelleri, şık restoranları, jet sosyetenin lüks villaları ile Güney İtalya sahillerinin en pahalı destinasyonlarından biri. Yerli halkın yavaş yaşamaya alışkın olduğu; güzel yemekler, enfes manzaralar ve hoş mimari yapıların bulunduğu kasaba, Lattari Dağlarının eşsiz güzellikteki vadisi, pastel renkli evleriyle Salerno Körfezinin en güzel yeri desem yalan olmaz.
Zamanında Genoa, Pisa ve Venedik’le birlikte bölgenin en güçlü devletleri arasında sayılan Amalfi, 20. yüzyıla kadar bu gücünü hiç kaybetmemiş. Askeri ve ticari başarılarıyla dikkat çeken bölgede farklı kültürlerin etkisiyle mimari de etkilenmiş.
Günümüzde 5 bin kadar insanın yaşadığı şehrin büyük bölümünün, 1343 yılında yaşanan depremde denize gömüldüğü biliniyor. 1920’lerde İngiliz üst sınıfı ve aristokrasisi için popüler bir tatil beldesi olmus.
Şehrin kalbinin attığı ve merkez olarak kabul edilen Piazza Duomo’dan her yere ulaşmak mümkün.
Belediye Müzesinin bulunduğu Palazzo Morelli’de Akdeniz Bölgesi’nde kullanılan, Amalfi’de 10. yüzyılda yazılan deniz hukuku kitabı Tavola Amalfitana’yı görmek mümkün.
Piazza dei Dogi, Piazza dello Spirito Santo meydanları da ziyaret edilebilir.
9. yüzyıla ait Cattedrale di Sant’Andrea Katedrali ve Chiostro del Paradiso’yu (Cennet Manastırı) Orta çağ mimarisi ornegi. Dış kısmı mozaiklerle kaplı olan katedral 1066 yılında yapılmış.
İtalya’nın milli meyvası limon, Amalfi’de çok popüler. Limonçello likölü, sorbe dondurması, seramiği, hemen hemen tüm yerde karşınıza çıkıyor. Oyulmuş limon içine konulmuş limon sorbe dondurma muhteşemdi.
Ravello, Amalfi Sahilinin büyülü, romantik, sessiz cevheri. Amalfi Sahili’nin tepesinde yer alan köy denizden çok yüksekte tertemiz havası, mükemmel manzaraya sahip.
Ravello’ya limon ağaçlarının vanilya benzeri mis gibi kokuları arasında çıkıyorsunuz. 10. yüzyılda kurulsa da 18. yüzyılda Napoliten – Barok stilinde yeniden inşa edilmiş kasaba yörenin en canlı sosyal yaşamına sahip.
Ravello’da plaj yok ama sükünet, güzel yemekler, müthiş şaraplar, dost canlısı halkı ve bolca huzur var.
La Dolce Vita’nın her saniyesini yaşatan köy.
Villa Rufolo, muhteşem Akdeniz manzarasına ve güzel bakımlı bir bahçeye sahip, uçurum kenarında bir villa. Villa Fraulo ve Belmond Caruso da inanılmaz.
Salerno, Akdeniz atmosferine sahip, hareketli bir liman kenti. Liman bölgesi pek çekici değil ama gezinti yoluna çıktığınızda daha bir çekici oluyor. Küçük geçitler ve gizli köşelerle dolu Tarihi Eski Şehir merkezi.
Campania’nın en güneydeki eyaletinin başkenti olan hareketli Salerno, Napoli’den çok daha az kaotik.
Orta çağda kasabanın tıp fakültesi Avrupa’nın en seçkin okuluymuş.
Arechi Kalesi (Castello di Arechi), şehirdeki en hoş yerlerden biri. Bir tepenin üzerinde yer alan bu 8. yüzyıldan kalma sur, Salerno ve Akdeniz’in muhteşem manzaralarına sahip.
Aklımızı ve kalbimizi bırakarak dönüş yoluna geçtik. Denize bakan çarpıcı yamaçları, insana “burada yaşamalıyım” dedirten huzur dolu mekanları, mavi ve yeşilin nefes kesen uyumunu, mis kokulu limon bahçeleri ile yaşadığımızın farkına vardık. Kasabalardaki dar sokaklara girip çıkarken, her vista pointte durarak bolca nefis fotoğraf çekip, zihnimize kazıdık bu kıyıları…
CIZMENIN TOPUGU: PUGLIA
Artık sona doğru geliyoruz.
Güney İtalya’nın Adriyatik kıyılarında birçok şehir ve bölgeye göre daha sakin sessiz konumlanan Puglia Bölgesi tarih, sanat ve doğa birbiri ile iç içe yaşıyor.
Puglia Bölgesi kendine özgü avantajlara, güzelliklere sahip olan birçok şehre ev sahipliği yapıyor. Üstelik İtalyan mutfağı ve şarap çeşitlerinin lezzetine en çok şahit olabileceğiniz yerler arasında.
Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan küçük, tarihi ve sevimli bir şehir Bari. Aynı zamanda Puglia Bölgesi’nin başkenti. Gelişmişliği, genç nüfusunun yoğunluğu, yemeklerinin unu ve turizm potansiyeli ile de dikkat çekmekte.
Kentin en ilgi çekici noktası labirente benzeyen merkez bölge. İşlek limanı ise Bari’ye ayrı bir değer katıyor.
Bari gezilecek yerler arasında başı çeken turistik cazibe noktaları ise
Hristiyanlar için büyük önemi olan Aziz Nikola Bazilikası,
Kökleri 14. yüzyıla uzanan Mercantile Meydanı,
Roma ve Doğu Roma arkeolojisine yoğunlaşan Succorpo Della Cattedrale Bari Katedrali,
13. yüzyılda yaptırılan Svevo Kalesi,
Tunç Çağı’na kadar uzanan sırlarıyla Egnazia Antik Kenti.
Adriyatik denizine kıyısı olan Monopoli, Puglia bölgesindeki ortaçağ kökenli eski bir kasaba. Denizin mavisi bölgeye öylesine hakim ki, her sokak arasından karşınıza çıkıyor. Eski ve yeni iki tane limanı var.
Monopoli’de görülecek yerler arasındaki Charles V.kalesi, 19.yy'ın ilk yarısından 1969’a kadar hapishane olarak kullanılmış. Günümüze kadar restorasyonlarla genişletilmiş ve şuanda ise kültürel etkinliklerin düzenlendiği ve sanat galerilerinin olduğu merkez olarak kullanılmakta.
Katedral Bazilikası (18. yüzyıl) Kasabanın meydanında. Oturma yerlerinin konumlanışı, çarmıha gerilen İsa heykeli ile Katolik kilisesi özelliklerini barındırırken, süslü renkli vitrayları ile Barok mimari tarzında inşa edilen bir kathedral.