Boydan Boya Almanya
2007’de yaptığımız bu gezide Derin’e beş aylık hamileydim. Geziye giderken karnım belli değilken bir hafta sonra dönüşte güvenlik kontrolündeki eleman “Hamilesiniz, burdan geçin“ demişti. Hatta dönüşte kontrole doktora geldiğimde 1 kilo almış olmam doktoru da panikletmişti ????.
Neyse kim demiş ki “hamileyken gezilmez” diye. Havalanından araba kiralayıp Berlin-Frankfurt-Romantik Yol -Köln ve Münih olan gezimiz hakkında yazılarımı toparlayıp, sunmak istiyorum. Umarım sizlere de kılavuz olur. Keyifli okumalar…
Baştan başa Almanya gezi yazımın ilk durağı Berlin. Bu gezi ile ilgili kendimin çektigi cok az resim arsivlerden bulabildim. Bu güzel şehii anlatırken bana kendi çektikleri resimleri kullanmama izin veren görümcem @muberra_sener ve sevgili arkadaşım ile değerli eşi @semraozoral , @cozoral ‘a cok tesekkur ederim.
2000 yıllık geçmişi olan Almanya, Avrupa’nın en önemli ülkeleri arasında özellikle yüzölçümü bakımından Avrupa’nın en büyük beşinci ülkesi. Bir o kadar da huzurlu bir ülke. Almanya, köklü tarihi ile geçmişten bu yana ‘şairlerin ve düşünürlerin ülkesi’’ olarak bilinir. Ülkede 300 şehir ve devlet tiyatrosu, 130 profesyonel orkestra, 25 binin üzerinde kütüphane, 5700’ün üzerinde müze ve uluslararası çapta koleksiyonları bulunan 630 sanat galerisine sahip.
Uçaktan indikten sonra arabamızı kiralayıp Berlin’den Münih’e kadar geze geze gitmeyi planladık. Almanya’nın başkenti Berlin dünya tarihinin yazıldığı, çok önemli şehirlerden biri. Berlin 13. yüzyıldan itibaren önce Prusya, sonra Alman İmparatorluğu’nun başkenti olmuş sonra II. Dünya Savaşı döneminde Nazi Almanyası’nın merkezi, savaşın sonrasında da kapitalist müttefikler ve komünist Sovyetler arasındaki çekişmenin en önemli noktası olmuş. Bu nedenle Berlin’de gezilecek yerlerin büyük çoğunluğu ya Soğuk Savaş dönemi ya da Nazi Almanyası’ndan kalma...
Berlin’de kalacağımız iki-üç gün içinde yürüyerek gezmeye Brandenburger Tor ya da dilimizdeki adıyla Brandenburg Kapısı’ndan başladık. Burası Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm’in emri doğrultusunda 1788-1791 yılları arasında inşa edilmiş.
Mimar Carl Gotthard Langhans’ın Atina’daki Akropolis’in ana giriş kapısından esinlenerek tasarladığı kapı; 26 metre yüksekliğe, 65,5 metre uzunluğa ve 11 metre derinliğe sahip. Almanya’da Neo-Klasik mimariyle inşa edilmiş kapıyı, 2 sıra halinde dizilmiş 12 dor sütun destekliyor. Kapının üst kısmında bulunan Quadriga isimli heykel, Johann Gottfried Schadow tarafından yapılmış. 1793 yılında kapıya yerleştirilen heykel, 1806’da Napolyon’un ordusunun Berlin’i ele geçirmesi sonucunda Paris’e taşınmış. Ancak 1814’te Fransız kuvvetlerinin aldığı yenilgi sonrasında eser tekrar Berlin’e getirilerek eski yerine yerleştirilmiş.
Kentin diğer en önemli simgelerinden biri olan Reichstag‘ın ikonik tasarımı, 1982 yılında düzenlenen bir yarışma sonucunda belirlenmiş. Bu yarışmayı kazanan Paul Wallot’un çizimlerine bağlı kalınarak 1884-1894 yılları arasında inşa edilen Parlamento Binası, Yüksek Rönesans ve Klasisizm akımlarından izler taşıyor. Binanın girişinde ziyaretçileri ünlü “Dem Deutschen Volk (Alman Halkı’na)” yazısı karşılıyor.
Bu yapının en çarpıcı tarafı çatısını süsleyen cam kubbe. Yeniden yapımı 1999 yılında tamamlanan kubbe, panoramik Berlin manzarasını izleme fırsatı veriyor hem de bina içerisine daha fazla güneş ışığı girmesine imkân tanıyor.
Berlin’in en büyük sembolü Wall. 13 Ağustos 1961’den 9 Kasım 1989’a kadar Berlin Duvarı kenti Doğu ve Batı Berlin olarak ikiye böldü. 46 kilometre uzunluğundaki duvar, kentin batı kısmını ablukaya almak amacıyla inşa edilmiş. Ancak 1989 yılında Doğu Alman bir yetkilinin televizyonda yaptığı bir açıklama sonrasında tamamına yakını Berlin halkı tarafından yıkılmış.
Birbirine paralel dizilmiş iki sıra taş ile varlığını hissettiren “Utanç Duvarı“ndan geriye kalan en önemli bölümü East Side Gallery oluşturuyor.
1,3 kilometre uzunluğa sahip anıt, 20’den fazla ülkeden gelen 105 sanatçının çalışmalarından oluşuyor. 1990 yılında ziyarete açılan galerinin en ilgi çekici kısımlarını Dmitri Vrubel ve Birgit Kinder’in çizimleri oluşturuyor.
East Side Gallery ile birlikte duvardan geriye kalan en önemli bölüm konumundaki Checkpoint Charlie‘de diger ilginç gezilecek yer. Amerikan Ordusu tarafından 1961-1990 yılları arasında geçişleri kontrol altında tutmak için kullanılmış.
Kapı, NATO kontrolündeki 3. geçiş noktası olmasından dolayı bu isimle anılıyor. Faaliyette olduğu dönem içerisinde birçok diplomat, gazeteci ve diğer yabancı ziyaretçiler bu kontrol noktasından Doğu Almanya’ya geçiş yapmış.
Amerikan ve Rus kuvvetleri arasında gerilimli anların yaşanmasına da neden olan kapı, büyük oranda orijinalliğini koruyor. Batıya kaçma teşebbüsleri başta olmak üzere kapı faaliyetteyken meydana gelen olaylara dair ilgi çekici belge ve fotoğraflarsa kulübeye yakın konumdaki Haus am Checkpoint Charlie adlı müzede sergileniyor.
Yürümeye devam… Naziler’in gerçekleştirdiği soykırım sırasında hayatını kaybeden Yahudiler’e adanan Holocaust Anıtı’nın yapım fikri, gazeteci ve yazar Lea Rosh ile tarihçi Eberhard Jäckel’in 1980’li yıllarda başlattıkları girişime dayanıyor.
Alman Parlamentosu, 1999’da Peter Eisenmann’ın taslağına bağlı kalınarak anıtın inşasına karar vermiş. 2003 yılında başlatılan yapım süreci sonrasında soykırımı ve katliamı hatırlatması amaçlanan yapı 2005’te ziyarete açılmış.
II. Dünya Savaşı sırasında yaşamını kaybeden 6 milyon Yahudi’ye adanan anıt, 19 bin metrekarelik alanı kaplıyor. Bu alan içerisinde her biri 2,38 metre uzunluğa ve 0,95 metre genişliğe sahip 2.711 beton blok bulunuyor.
Charlottenburg semtindeki Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi, Almanya’nın ilk kralı I. Wilhelm anısına 1891-1895 yılları arasında Franz Schwechten gözetiminde inşa edilmiş. Neo- Romantik tarzda tasarlanan kilise, 1895’te görkemli bir törenle hizmet vermeye başlamış.
Breitscheidplatz üzerindeki kilise, 1943 yılında gerçekleşen bir bombardıman sırasında ağır hasar almış. Eski kiliseden geriye kalan bölümler o günden beri anıt statüsünde korunmaya devam ediyor. 1961’de tamamlanan ve petek görünümlü yeni ibadet alanı ise bu kalıntıların hemen yanı başında bulunuyor.
Tiergarten Parkı’nın kalbinde yer alan Victory Column, Heinrich Strack tarafından tasarlanmış. İnşasına 1864’te başlanan anıtın yapım amacı, aynı yıl içerisinde Danimarka’ya karşı kazanılan zaferin kutlanmasıymış.
1873 yılındaki tamamlanma sürecine kadar eserin galibiyetle sonuçlanan Avusturya ve Fransa savaşlarını da simgelemesine karar verilmiş.
Anıt, ilk başta bugün Platz der Republik olarak adlandırılan Königsplatz Meydanı’nda yer alıyormuş. Ancak 1938’de Hitler’in emriyle bugünkü yerine taşınmış ve Berlin’in dünyanın başkenti olduğu fikrini desteklemesi için yapıya 4. kısım eklenerek yüksekliği 67 metreye çıkartılmış.
Yapıya görkem katan üst kısımdaki Roma zafer tanrıçası Victoria’yı temsil eden bronz heykel, Friedrich Drake’in imzasını taşıyor. 35 ton ağırlığa, 8,30 metre yüksekliğe sahip heykelin hemen altında ise kentin büyük bölümüne hâkim bir seyir terası bulunuyor.
Sony Center’a uğramadan olmaz. Postdamer Meydanı’nda yer alan çok amaçlı tesisin içerisinde vizyonda olan filmlerin gösteriminin yapıldığı 8 sinema salonu bulunuyor.
Farklı konseptlere sahip bu salonlarda Berlin Film Festivali kapsamında da etkinlikler düzenleniyor. Legoland Discovery Center gibi çocuklara yönelik bölümlere sahip eğlence kompleksinde Sony ürünlerinin satışı 1000 metrekarelik mağazada gerçekleştiriliyor.
Sony Center, en göz alıcı halini ise Noel zamanında konuklarına sergiliyor. Mimari açıdan zaten yeterince gösterişli olan çatısı, Noel pazarının kurulduğu dönemde 100 bin ışık kaynağı kullanılarak büyüleyici bir görünüme kavuşturuluyor.
Dinlenmek ve Manzara keyfi için 365 metrelik uzunluğu ile Berlin’deki en yüksek yapı konumundaki Berliner Fernsehturm‘un yapım fikri 1950’li yıllarda ortaya atılmış. Doğu Alman mimarlar Fritz Dieter, Günter Franke ve Werner Neumann’ın gözetiminde 1960-1964 yılları arasında inşa edilen televizyon kulesinin açılışı ise 1969’da yapılmış.
Günümüzde Berlin’in en ikonik yapıları arasında sayılan kule, tıpkı Brandenburg Kapısı gibi birleşik Almanya’nın simgelerinden birini oluşturuyor.
Kulenin her yıl 1 milyondan fazla ziyaretçiyi kendisine çekmesinde sunduğu manzaranın payı büyük. Gözlem alanının yüksekliği 200 metre. Buraya asansörle 40 saniye içerisinde ulaşılıyor. Gözlem alanının dışında küre içerisinde bir restoran ve bar faaliyet gösteriyor.
Kentsel dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri olan Postdamer Platz, 1920’li yıllara kadar kentin ana arteri konumundayken II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş dönemlerinde duvarın da etkisiyle ıssız bir alan haline gelmiş.
1990’lı yıllarda başlatılan proje kapsamında meydan çevresine sırasıyla Daimler City, Sony Center ve Beisheim Center inşa edilerek bölge, kentin önemli cazibe merkezlerinden birine dönüştürülmüş.
Günümüzde Amerikan ve Avrupa kent stillerinin bir karışımı olarak nitelendirilen meydanda gün boyunca yerel sanatçılara ait çalışmalar açık hava sergileri vasıtasıyla halka tanıtılıyor.
Meydanın bir köşesinde bulunan Berlin Duvarı’na ait kalıntılara ise sakız yapıştırmak uzun süre önce adet olmuş. Meydanda gündüz bir yere oturup sergilenen sokak performanslarını izleyerek keyifli vakit geçirebilirsiniz ya da gece buraya gelip kentin en büyük konser alanlarından olan E4 Club’ta sabahın ilk ışıklarına kadar eğlenebilirsiniz.
Mitte bölgesinde yer alan Tiergarten, 210 hektarlık alanı ile Berlin’in en büyük parkı. Parkın bulunduğu alan, 16. yüzyılda kraliyet üyeleri tarafından avlanma sahası olarak kullanılmış.
Alana park kurulması fikri, ilk kez 17. yüzyılın sonlarına doğru III. Friedrich tarafından ortaya atılmış. Bu doğrultuda en kapsamlı çalışmalar, 1833-1838 yılları arasında Peter Joseph Lenné gözetiminde gerçekleştirilmiş.
Görkemli park, II. Dünya Savaşı’nda ağır hasar almış ve sınırları içerisinde barındırdığı ağaçların tamamı yakıt sıkıntısı çeken halk tarafından kesilmiş. Ancak Almanya’nın çeşitli bölgelerinden yapılan bağışlarla park, 1949’da kaybettiği orman dokusunu geri kazanmış.
Yerel halk için özellikle yazın popüler bir kaçış noktası olan yeşil alanda en görkemli kısım Zafer Anıtı. Berlin Hayvanat Bahçesi‘nin de faaliyet gösterdiği parkta sanata ve kültürel aktivitelere ilgi duyanları kendisine çeken yer Haus der Kulturen der Welt.
Müzeler Adası üzerinde yer alan, üzüntü ile içim sızlaya sızlaya gezdiğim Bergama Müzesi, Alman arkeologlar tarafından Anadolu’da gerçekleştirilen kazılar sonucunda gün ışığına çıkartılan eserlerin sergilenmesi ve korunması amacıyla 1910 yılında kurulmuş.
Müze Bergama Krallığı’na, Milet Antik Kenti’ne ait Antik Eserler Koleksiyonu, Ön Asya Müzesi, İslam Sanatları Müzesi, Bergama Sunağı, Milet Pazar Kapısı, İştar Kapısı ve Babil Alay Yolu’nu barındırıyor.
Almanya’da Fransız tarzında düzenlenmiş ilk Barok bahçeyi bünyesinde barındıran Charlottenburg Sarayı, Prusya Prensesi Sophie Charlotte von Brandenburg için yazlık saray olarak 1695-1699 yılları arasında inşa edilmiş.
Yapı, Büyük Friedrich’in emriyle 1740-1742 arasında genişletilerek günümüzdeki görünümünü almış. Hohenzollern Hanedanı döneminden kalma en büyük ve önemli yapı. Sarayın en önemli bölümlerini, Altın Galeri ve Beyaz Salon oluşturuyor. Antonie Watteau’nun tabloları ile süslenmiş görkemli yapıda ayrıca Yeni Köşk, Belveder ve Kraliçe Louise’in mezarının bulunduğu Anıt Mezar da oldukça ilgi görüyor.
Müzeler Adası üzerinde yükselen Berliner Dom, Rönesans stilinde bir kilise olarak 18. yüzyılın başında inşa edilmiş. Yapıya görkem katan kubbelerse II. Friedrich döneminde Carl von Gontard gözetiminde eklenmiş.
1943 yılındaki çarpışmalar sırasında çıkan yangınla kullanılamaz hale gelen yapı, 1993 yılında başlanan restorasyon çalışmasına kadar ziyarete kapalı kalmış.
2006 yılında kapılarını yeniden ziyaretçilerine açan katedralde Hohenzollern Hanedanı üyelerine ait mezarlar bulunuyor. Yıl içerisinde konserlerin düzenlendiği Neo-Barok tarzdaki yapının çan kulesine çıkabilirsiniz.
Alexanderplatz Berlin’in en ünlü meydanlarından biri. Meydan, Berlin’de yaşayan insanların buluşma noktası, ayrıca toplu taşıma araçlarının çoğu da ya buradan geçiyor ya da başlangıcı burası. Birine yol sorduğunuzda “Alex” diyorsa anlayın ki Alexanderplatz’dan bahsediyor. Alışveriş ve yeme içme mekanları da burada.
Almanya’da araba kullanmak çok keyifli. Yollar düz, etraf yeşil, insanlar saygılı… Böyle olunca geze geze, keyifle Frankfurt’a geldik. Eski bir imparatorluk olan asıl ismi Frankfurt am Main (Main nehri etrafındaki Frankfurt) olan Frankfurt Avrupa’nın önde gelen ekonomik ve ticari merkezlerinden biri. “Mainhattan” ve “Main’in Chicaso” takma adları da bulunmaktadir. Buraya iş hayatımda her yıl senede iki kere fuar için gittiğim halde ne az şey biriktirmişim. Frankfurt, Almanya'da her şehirde olduğu gibi derli toplu, düzenli bir şehir. Avrupa’nın yaşanılacak şehirleri arasında üst sıralarda yer alıyor ve yüksek iş yoğunluğu ve modern fuarlarıyla Almanya’nın fuarlar şehri olarak anılıyor. Bu hareketli şehir, Avrupa’nın finans başkenti ünvanına da sahip. Almanya’da Türk nüfusun en fazla olduğu şehirlerden biri.
Frankfurt’tun başlangıç noktası olan Römerberg (Eski Şehir Merkezi) diktörtgen biçimindeki bu meydan, Frankfurt’un en işlek yeri. Römerberg’de, hem yemek yiyip bir şeyler içmek, hem de hediyelik eşya almak için oldukça fazla seçenek var. Meydanda, 14. ve 18. yüzyıllar arasında yapılmış 11 tane güzel bina yer alır. Bunlardan bir tanesi de Altes Rathaus olarak adlandırılan belediye binasıdır. Bu meydan Frankfurt’un sembolü aynı zamanda. Meydanda bulunan diğer önemli yapılar ise, Aziz Leonhard Gotik Kilisesi, Frankfurt’un zengin tarihine ait koleksiyonların yer aldığı 1878 yapımı Tarih Müzesi ve geleneksel mimariye sahip 6 binadır.
Bu meydanda bulunan Goethe’nin doğduğu ev görülecek önemli yerlerden biri. Frankfurt, ünlü Alman edebiyatçı, siyasetçi, ressam ve doğabilimci Johann Wolfgang von Goethe’nin de doğduğu şehirdir. Goethe’nin doğduğu ve 16 yıl yaşadığı ev ziyarete açık. Goethe’nin evinde keşfedilecek çok sayıda oda var. Bunlardan biri de Goethe’nin odasıdır. Odada, Goethe’nin çocukken oynadığı kukla ve erken dönem çalışmalarına ait çok sayıda parça bulunmaktadır.
Evde Goethe’nin ve ailesinin kullandığı bazı araç gereçleri, kitaplarını ve yazı masalarını görebiliyorsunuz. İkinci katta Goethe’nin doğduğu odayı ve üçüncü katta ise kendi odasını ziyaret edebilirsiniz. Üçüncü katta yer alan bu odada Faust’un ilk derlemelerini ve Genç Werther’in Acıları’nı yazdığı varsayılıyor. Bu odanın duvarlarını ise Goethe’nin kendi el çizimleri süslüyor.
Yan bina ise Goethe Müzesi. 14 odalı bu müzede, Goethe’nin, aralarında başyapıtlarının da bulunduğu, geç barok ve erken romantik dönemlere ait çok sayıda eseri bulunuyor. Frankfurt’ta ayrıca, Goethe anısına yapılmış, 43 metre yüksekliğinde şehir manzaralı bir de ahşap kule vardır.
Eğer o eski mübarek Tanrı,
Devrilip dönen bulutlar üstünden mutlu şimşekler serperse yere,
Kalbimde çocuksu bir bağ ve korku,
Öperim sarılıp eteklerini.
Çünkü bir insan mutlu Tanrılarla ölçmesin kendini,
Değerse başıyla yıldızlı göklere,
Kurtulur ayağı bastığı topraktan,
Eğlenir yel, bulut, bu hevesiyle.
Acıktınız mı? 1479 yılından beri hizmet veren Haus Wertheym, Frankfurt’un en ünlü bira evi ve restoranlarından biri arasında. Römer’den Main Nehri yönünde yürürken karşınıza çıkan ilk bina. Mutlaka dikkatinizi çekecektir. II. Dünya Savaşı’ndaki bombalamalardan kurtulan nadir binalardan biri. Alman yemeklerini tatmak isterseniz, burası tam size göre.
Karnımızı doyurduktan sonra gezmeye kaldığımız yerden devam ettik. Alte Oper (Eski Opera Binası) Frankfurt’un Opera Meydanı’nda (Opernplatz) yer almaktadir. 1880 yılında Rönesans stili ile yapılmış. İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılan bina, 1981 yılında yeniden açılmış. Günümüzde de kentin en önemli konser salonlarından biri. Yine Opera Meydanı’nda bulunan yeni opera binası Opern-und Schauspielhaus, Frankfurt Operası’na ev sahipliği yapar. Yeni bina ayrıca, Frankfurt Tiyatrosu’nun da merkezi durumundadır.
Burada mağazalar, alışveriş yeri nerde derken Opera meydanına açılan upuzun, Frankfurt’un İstiklal Caddesi diyebileceğimiz, araç trafiğine kapalı bir alışveriş caddesini bulduk. Bana yürürken tek bir cadde gibi geldi ama aslında cadde ilerledikçe farklı isimler alıyormuş. İsmi GROSSE BOCKENHEIMER STRASSE olarak başlıyor. Caddenin bu kısmına FRESSGASS da deniyor. Sonrasında BIEBERGASSE adını alıyor ve son olarak da ZEIL diye devam ediyor. Cadde boyunca güzel kafeler, restoranlar ve uluslararası markanın mağazaları var. Bir de sabahın erken saatleri olmasına rağmen, genç sayısı fazlaydı. Çok sayıda ünlü mağazanın, restoranın, kafenin bulunduğu Zeil Caddesi, Frankfurt’un en önemli ve hareketli caddesi olarak biliniyor.
Gezimize devam ederken kentin orta noktası ve tartışmasız en kalabalık yerine vardık. Resmi adı Main Guard olan bu meydan, tarihi binalarla modern binaların iç içe olduğu ilginç bir mekan. Buradaki en ilginç yapı ise, Barok Muhafız Evi. 1730 yılında yapılan kenti savunan askerlerin mekanı, daha sonra hapishane, devamında karakol olarak hizmet vermiş bu bina, şimdilerde ise yoluna kafe olarak devam ediyor. Hauptwache, yer altındaki büyük alışveriş merkezi ile Frankfurt’un önde gelen alışveriş mekanlarından biri.
1400’lü yılların başında inşa edilen Eschenheimer Kulesi, Frankfurt’un eski şehir duvarlarından kalan en iyi kalıntı. 47 metre yüksekliği nedeniyle hala etkileyici boyutlara sahip olan duvar, Eschenheimer geçit bölgesine hakim. Bugün kule, bölgenin yerli toplumu tarafından kullanılan toplantı salonlarına ve bir kafeye ev sahipliği yapıyor. Diğer bir önemi de, 1879’da inşa edilen ve ülkenin bu anlamdaki en büyük kuruluşu olan yakınındaki Menkul Kıymetler Borsası’dır.
Frankfurter Dom (Aziz Bartholomew Katedrali) 13. ve 15. yüzyıllar arasında kırmızı kum taşından gotik tarzda inşa edilmiş. 95 metre yüksekliği ile, Frankfurt silüetinin önde gelen simgelerinden biri. Bu katedral, Almanya’da kralların taç giyme törenleri için dizayn edilmiş birkaç kiliseden biridir ve önemlidir.
Frankfurt’un güneyindeki Paulsplatz’ın Hauptwache mahallesinde bulunan Aziz Paul Kilisesi (Paulskirche), 1790-1833 yılları arasında yapılmış, 1848 yılında ise restore edilmiştir. Sade, neoklasik bir cephesi olan bu kilise, aynı zamanda Alman Ulusal Meclisi’nin 1849 yılındaki ilk toplanma mekanıdır. Bu tarihten sonra da bir daha kilise olarak kullanılmayan Aziz Paul Kilisesi, Frankfurt Kitap Fuarı sonrası düzenlenen ödül töreni başta olmak üzere, etkinliklerin adresi durumuna gelmiş. Kilisenin bir diğer ünü ise, Amerikan Başkanı John F Kennedy’nin 1963 yılında burada bir konuşma yapmasından gelmektedir.
Frankfurt’tan ayrıldıktan sonra ROMANTİK YOL: Almanya’nın masalsı rotasına saptık. Bütün gezi boyunca heyacanla beklediğim rota. Bu rota dünyanın en güzel rotalaradan biri bence.
Vikipedi’ye göre; Almanya’nın orta kısmıyla güney kısmını birbirine bağlayan, kuzeyde Wüzburg güneyde Füssen arasında kalan, yaklaşık 400 km uzunluğundaki tematik bir yol. Esasen Romantik yol, savaştan sonra Amerikalı askerler tarafından keşfedilmiş. Sonrasında ise savaşın kötü izlerinin silinmesi ve turizmin canlanması için halk ve devlet eliyle oluşturulmuş iyi bir turizm projesi. Almanların tarih ve kültürlerini nasıl koruyup kolladıklarının en güzel örneği olan bu rota, üzerinde yemyeşil doğa, göller ve belki klişe olacak ama kartpostalları aratmayacak manzaraların yanı sıra, Ortaçağ’ı tam anlamıyla yansıtan kasabaları, kiliseleri ve sanki masal diyarlarından kopup gelmiş şatoları görebilirsiniz.
Romantik Yol, Almanya’nın ortasından güneyine, Avusturya sınırına kadar uzanan, 28 şehir, kasaba ya da köyden oluşan, 410 kilometre uzunluğunda bir rota. Adını 18. yüzyılın sanatına damgasını vuran romantizm akımından alan bu yol, dönemin ünlü şair, yazar ve ressamlarının sevdiği bir bölgeymiş. Bu 28 durak noktasının adları (Orta Almanya’dan Güney’e doğru): Würzburg →Tauberbischofsheim → Lauda-Königshofen → Bad Mergentheim → Weikersheim → Röttingen → Creglingen → Rothenburg ob der Tauber → Schllingsfürst→ Feuchtwangen → Dinkelsbühl → Wallerstein → Nördlingen → Harburg → Donauwörth → Rain → Augsburg → Freidberg → Landsberg → Hohenfurch → Schongau → Peiting → Rottenbuch → Wildsteig → The Wierkirche and Steingaden → Halblech → Schwangau→ Füssen
Tamamı Ortaçağ şehir, kasaba ve köylerinden oluşan Romantik Yol, 1950’lerin ilk yıllarına kadar çok az insan tarafından biliniyordu. II. Dünya Savaşı’nın sonlarında, Almanya’yı işgal için bölgeye gelen Amerikan askerleri, buranın güzelliğini keşfetmiş, sular durulduktan sonra aileleri ile tatile ve gezmeye gelmeye başlamışlar. Sonra, çevrelerine de tavsiye etmeleriyle gelen sayısı artmış. Ufak ufak turizm noktası haline gelmeye başlamış kasabalar. II. Dünya Savaşı sonrasının ağır şartları altında ezilen ve Hitler’in yarattığı olumsuz hatta ürkütücü imajı silmek isteyen Almanlar dört elle sarılmışlar Romantik Yol’a. Bugün yılda ortalama 3,5 milyon kişiyi ağırlıyor.
Her yere hayran hayran bakarak, durup fotoğraf çekerek ilerlemeye çalıştığımız ama bu şekilde bir ayda bitiremeyeceğimizi anladığımız bu yerde ilk durağımız kültürü ve zengin tarihi ile Almanya’nın en büyüleyici kasabalarından biri olan romantik yol uzerindeki Cochem oldu. Eiffel ve Hunsruck arasındaki doğal Mosel Nehri Vadisi’nde kurulmuş bir yerleşim ve Mosel şarap ticaretinin merkezi. Bölgede en çok Riesling beyaz şarabı üretiliyor. Zaten Almanya’nın Rhine bölgesine geldiğiniz için Riesling şarabı ve likör tadımı yapmadan dönmemelisiniz.
Burada Ortaçağ’dan, hatta Keltler ve Roma İmparatorluğu’ndan bu yana her dönemin izleri ve küçük ve iyi korunmuş binalari mevcut. Ayrıca kentin 1425’te veba salgını, 17. yüzyılda 30 Yıl Savaşları boyunca yaşanan zulümlerle ve II. Dünya Savaşı’nda şehrin önemli kısımları talan edilmiş.
Ren Nehri kıyısındaki romantik yol güzergahındaki Reichsburg Kalesi manzarası ile görmeye değer küçük bir Alman kasabası. Şehre girerken görülen kale 12-13. yüzyılda Mosel’i saldırılardan korumak amacıyla inşa edilmiş. Bir rivayete göre ise; Rapunzel ve prensin hikayesi bu kalede yaşanmış. Farklı dönemlerde el değiştiren kalenin özellikle terastan görülen manzara buraya gelmeye değer dedirtiyor. Acıklı bir aşk hikayesini barındıran bu kalenin hikayesi ise kısaca şu şekilde; Yaşlı bir adam olan ev sahibi kendinden yaşça küçük eşi için bu kaleyi yaptırıyor, hem de en ufak detayına kadar. Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen objeler ile ev bir güzel hazırlanıyor (kutup ayısı postu dahil). Fakat genç eşi gönlünü başkasına kaptırıyor ve kaçıyor. Kalbi kırık ev sahibinin vefatından sonra ise kale birkaç kez el değiştiriyor.
Kalede muhteşem Mosel nehri manzaralı bir teras, avcı odası, herşeyin el boyaması olduğu bir yemek odası ve gizli geçitlerle ulaşılan odalar gibi farklı bölümler mevcut.
Ortaçağ Almanya’sının savunmasında kullanılan romantik yoldaki kalelerden gördüklerim arasında beni en etkileyenlerden biri ise Eltz Kalesi oldu. Almanya’nın Moselle Nehri kenarındaki bir vadi içinde, kayalık bir zeminin üzerinde yükselen bu muhteşem şato, yaklaşık 40-45 metre yüksekliğinde ve tam sekiz adet Gotik kuleye sahip. Zamanın önemli ticaret yollarını korumak amaçlı yapılmış bu kale Eiffel Dağları’nın koruması altında olduğu için savaşların olduğu dönemlerde keşfedilip istila edilememiş. Bu yüzden hiç zarar görmeden kalmış. Ta ki, 1920’de kazara çıkan yangına kadar. Bu yangının ardından kısa süre içerisinde onarımı tamamlanan Eltz Şatosu bu talihsiz olay dışında 800 yılı aşkın bir süredir hala bütün heybetiyle yerli yerinde duruyor. Şatoya ulaşmak için 20-25 dakika kadar orman yolunu yürümek gerekiyor. ????????
Aslında bu şato 12. yüzyıldan bu yana Eltz ailesinin özel mülküymüş. Hatta şato, zamanında miras kavgasına tutuşan ailenin üç kardeşine ve onların ailelerine aynı anda ev sahipliği yapmış. Öyle ki şatonun içinde bu ailenin 100 ayrı ferdine ait olarak düzenlenmiş 100 ayrı oda bulunuyor. Şatonun bazı bölümleri sadece yaz aylarında açık. Bir de senede bir defa, 11 Ağustos’ta gece ışıklandırılıyor.
Size romantik yol gezimizin buraya kadar kısmını koyuyorum zira yolun diğer kısmındaki Münih, Fussen, Hohenschwangau ve Neuschwanstein şatoları, Kinderhof sarayını www.onbitv.com’daki “Bayramda Almanya - Avusturya - İsviçre Turu” gezi yazımdan ve instagram sayfam golgemusteri’den okuyabilirsiniz.
Dördüncü ve son durağımız Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti sınırları içerisindeki Köln, Almanya’nın dördüncü en büyük kenti. “Köln’ü görmeyen Almanya’yı görmüş sayılmaz” Romalılar böyle iddia etmişler. Kölün, Köln, Koloni isinleri… Yeşilin göz alabildiği bol bir şehir. AyrIca her yer Türk kendinizi yabancı hissetmeyeceksiniz.
Buradaki ilk durak olmazsa olmaz olan Köln Katedrali (St. Peter ve St. Mary Katedrali), bir başyapıt ve kentin sembolü. Ren Nehrinin sol tarafında yer alan katedralin yapımına 1248 yılında başlanmış ve ancak 1880 yılında tamamlanmıştır. Bu heybetli yapı, ancak 632 yıllık bir çalışmayla hayata geçirilmiştir. 157 metre yüksekliğinde iki tane kule bulunuyor. 6 bin 166 metrekarelik bir alana yayılan ve 56 taşıyıcı üzerinde yükselen katedralde, dönemin kuyumcuları tarafından yapılan hazine odasının üzerindeki kral figürleri dikkat çekicidir.
Karnavallara ev sahipliği yapan Eski Şehir Meydanı (Alter Markt), Roma döneminden itibaren pazar yeri olarak kullanılmış. Günümüzde ise kafeleri ve açık terasları ile ünlü meydan şehir kültürünü tanımak için en ideal nokta. Meydandaki Rönesans evlerini, Jan von Werth Çeşmesi’ni ve Kallendresser Heykeli görülecek yerler.
Eski Belediye Binası (Kölner Rathaus), Almanya’daki en eski kamu binasıdır. 900 yıllık zengin bir tarihi geçmişi olan Kölner Rathaus, Ortaçağ’daki yönetici sınıfın merkezi konumundadır. Kölner Rathaus’un ana binasında 14. yüzyıl, kulelerinde 15. yüzyıl ve sundurmalarında ise Rönesans mimarisine rastlanır. Hatta binanın atrium bölümünde 20. yüzyıl etkilerini görmek bile mümkündür.
Büyük St. Martin Kilisesi, Köln'ün en ilginç ve eşsiz cazibe merkezlerinden biri olan Katolik Kilisesi. Kilise, 1220 yılında şimdi görebildiğimiz şekilde ortaya çıkmış. Başlangıçta kilise Romanesk tarzında inşa edilmiş, ancak çok sayıda yangın sonrasında defalarca onarılarak yeniden inşa edilmiş ve yeni özellikler kazanmış. II. Dünya Savaşı sırasında kilise büyük hasar görmüş, ancak 1985 yılında ziyaretçiler için yeniden açılmıştır.
Fischmarkt, Hohenzollern Köprüsü üzerinden eski şehire doğru yürüdüğünüzde köprünün bitiminden sonraki ilk merdivenlerden indiğinizde Ren Nehri boyunca biraz yürüyün. Karşınızda Fischmarkt! Eskiden balık pazarı olarak bilinen bu meydan bugün 17. yüzyıl Köln renkli evleri olarak turist çekmekte. II. Dünya Savaşı’nda Köln oldukça hasar alan şehirlerden bir tanesidir. Fakat meydandaki bu evler hasar görmeden kalan nadir yerlerden.
Hohenzollern Köprüsü, Ren Nehri üzerindeki yapı ilk olarak Dom Köprüsü’nün yerine 1907-1911 yılları arasında inşa edilmiş. II. Dünya Savaşı sırasındaki Müttefik işgalinde havaya uçurulmasının ardından köprü 1945 yılından yaya yolu olarak yeniden yapılmış. Uzunluğu yaklaşık 410 metre olan yapı günümüzde Almanya’nın en yoğun kullanılan demir yolu köprüsü unvanına sahip. Panoramik manzarası ve sevgililer tarafından asılan binlerce kilidin oluşturduğu görüntü sayesinde köprü özellikle fotoğraf çekmeyi sevenlerin ilgisini çekiyor.
Eski kent içerisindeki caddenin tarihi Roma dönemine kadar uzanıyor. Şehrin en eski ve işlek caddesi olan Hohe Strasse, alışveriş meraklılarının oldukça hoşuna gidecek bir yer. Zira Ren Nehri’ne paralel uzanan Hohe Caddesi üzerinde dünyaca ünlü markaların mağazalarının yanı sıra uygun fiyatlı hediyelikler satan dükkânlara rastlamak mümkün.
Schildergasse, bir diğer alışveriş cenneti. Hohe’den sonra şehrin ikinci en eski caddesi olarak bilinen Schildergasse, başta giyim ve ayakkabı mağazaları olmak üzere parfüm, spor ürünleri ve cep telefonu satan dükkânlara ev sahipliği yapıyor. İsmi “kalkan” kelimesinden gelen popüler cadde üzerinde mağazaların yanı sıra St. Antonier Kilisesi ve Renzo Piano tarafından tasarlanan Weltstadthaus gibi ilgi çekici binalar bulunuyor.
Turistik de olsa Köln birası tatmak için en doğru adres Fruh Em Veedel’de icilecek Fruh Kolsh birası... Dom meydanında bulunuyor. 1904’ten bu yana çalışıyor. İnanılmaz büyük ve çok kalabalık. Mekan daima dolu, özellikle akşam saatlerinde. Bira çay gibi servis ediliyor. Bitmeden yenisi geliyor. Bardak altlığınıza garsonlar çizik atarak adisyon tutuyor. Buranın ve Cologne’nin havyarı meşhur ancak domuz etli soğanlı salam bildiğiniz balık yumurtasından yapılan değil. Serviste tepsi yok ve yemek tabakları elde sıralı dizilerek taşınıyor. Biralar klasik eski galvanizli saçtan yapımı üsten tutmalıklı her bardak için ayrı yuvalı taşıyıcılarda taşınıyor. Çatal bıçak dahi masada iri bir bira bardağına doldurulmuş. Ha unutmadan kredi kartı gçcerli değil burada, yanınızda nakit olsun.
Bir gezinin daha sonuna geldik. Unutma! Tatilcinin amacı yapacağı yolculuk değil görecek olduğu yerlerdir. İşlerden kaçmak için tatile çıkın ama hayattan kaçmak için değil, hayatı yaşamak için yola çıkın. Bir başka rotada buluşmak üzere. Byeeeeee