Yavuz Selim - Çarşamba Gezisi
İstanbul yedi tepeden oluşuyor.
Birinci tepe Sarayburnu’ndan Sultanahmet Meydanı’na doğru uzanan ve üzerinde Topkapı Sarayı’nı, Ayasofya ile Sultanahmet camilerini ve İbrahim Paşa Sarayı’nı bulunduran tepedir.
İkinci tepe Nuruosmaniye Cami ve Çemberlitaş’ın bulunduğu tepedir.
Üçüncü tepe Süleymaniye Cami, eskinin Harbiye Nezareti şimdinin İstanbul Üniversitesi olan yapı topluluğunun ve Beyazıt Cami’nin üzerinde yükseldiği tepe.
Dördüncü tepe Fatih Cami,
Beşinci tepe Yavuz Sultan Selim Cami,
Altıncı tepe Mihrimah Sultan Cami, Edirnekapı tarafında yer alan ve şehri üzerinde taşıyan en yüksek tepe,
Yedinci tepe İstanbul’un Trakya tarafına doğru olan tek tepesi Haseki Külliyesi, Cerrahpaşa Cami olan tepe.
Bu sene İstanbul tepeleri ve kapılarını gezeceğiz ve bugün de İstanbul’un yedi tepesinden biri olan beşinci tepeyi Yavuz Selim- Çarşamba’yı dolaşacağız.
Beşinci tepe boyunca yürüdükçe, adını çarşamba günü kurulan pazardan alan Çarşamba semtini görüyoruz. Eskiden burası renkli Çarşamba Pazarı ve pitoresk (bir manzaranın geometrik hatlarla, muntazam bir şekilde çizilmesi tekniğine denir. Bu teknik Barok döneminde ortaya çıkmıştır. Edebiyatta ise yazarın, nesneleri ve yerleri ayrıntılı bir şekilde tasvir etmesine denmektedir.) Çukurbostanı idi.
Yavuz Selim Cami’nin bulunduğu semtin adının Çarşamba olmasının nedeni, fetihten sonra Karadeniz kıyısındaki Çarşamba bölgesinde oturan bir grup insanın buraya yerleşmesidir. Ayrıca burada çok eskiden beri, şehrin en büyük pazarlarından biri kurulur. Bu pazar çok kalabalık ve her türlü insanla dolu olduğu için “Çarşamba Pazarı” deyimi türemiştir.
Yavuz Selim Cami, sultanın ölümü üzerine 1523’te oğlu Kanuni Sultan Süleyman tarafından tamamlandı. Bu nokta aynı zamanda İstanbul’un beşinci tepesi olur. İki minareli anıtsal selatin camisi Fener sırtlarındaki oldukça yüksek müthiş manzaralı bir set üzerindedir.
Sultan II. Beyazıt’ın oğlu ve halefi olan Yavuz Sultan Selim kırkiki yaşında tahta çıktı ve sadece sekiz sene padişahlık yaptı. Kısa süren saltanatında batı İran, Suriye, Filistin, Arabistan ve Mısır’ı fethederek Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını iki katına çıkardı. 1517’de Kahire’yi ele geçirdikten sonra Halife unvanını alarak Osmanlı sütunları İslam dünyasının manevi lideri unvanına sahip olmuştur.
Bir padişahın selatin camii yaptırması için bazı şartlar gerekliymiş. Önemli bir askeri zafer sonrasında yapılmalı, hazineden en ufak bir gider harcanmadan doğrudan padişahın kişisel serveti kullanılarak inşa edilmeli ve birden fazla minareye sahip olmalı. Padişah olmayan veya padişahtan izin almayanlar birden fazla minareli cami yaptıramazmış.
İstanbul taşı olarak da bilinen kufeki taştan inşa edilen Yavuz Sultan Selim Camii, 2000-2500 yıl ayakta durma gücüne sahip. Topraktan çıktığı anda her türlü işleme alınabilen ve kolay işlenebilen bir taş olan kufeki, bu nedenle Roma, Bizans ve Yunan sanatında çoğu eserin temel inşa malzemesi olarak kullanılmış. Ayrıca klimatik bir özelliği olan bu taş yazları sıcaklığı kışları ise soğuğu emerek ortamdaki havayı dengeliyor.
Cami basık kubbesi ve her iki taraftaki küçük kubbeleriyle çok etkileyici. Albenili avluya sahip: çeşitli mermer ve granitten sütunlar, çok renkli kemer taşları, pencerelerin üstündeki kemer aynalarını süsleyen İznik dönemi çiniler (turkuaz, koyu mavi ve sari) ve uzun selvi ağaçlarıyla çevrili bir şadırvan.
Cami kubbesi aynen Ayasofya’daki gibi tam bir yarım kubbedir. İç mekân sade, geniş ve akustiktir. Cami Kanuni Sultan döneminde 1522 yılında bitirilmiş.
Caminin arkasındaki bahçede Yavuz Sultan Selim’in sekizgen, dıştan kubbe ile örtülmüş büyük türbesi bulunuyor. Revakta kapının her iki yanında çini panolar var. Çamurlu kaftanı sandukasının üzerine örtülü. Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden dönerken hocasının atı çamur sıçratır. Sıçrayan çamur padişahin kaftanını kirletir. Hocasının mahcup olduğunu gören Yavuz Sultan Selim “Alimin atının ayağından sıçrayan çamur bizim için şereftir” der ve çamurlu kaftanın temizlenmeden kabrinin üstüne örtülmesini vasiyet eder. Yıpranan kaftan, titizlikle elden geçirilerek 2016 yılında yeniden sandukaya örtülürken dış etkilerden korumak amacıyla ana camekânlı sergileme yöntemi uygulanmış.
Sultan I. Selim, Yavuz Sultan Selim ya da Gaddar Selim adıyla bilinir, her yıl bir sadrazamın başını kestirmiştir. 1520’de Batı seferinde aniden vefat etmiştir.
Kapılarının sedef kakmalı, abanoz (ağır, sert ve kara renkli tahta) olduğu türbenin üst tarafında ‘her nefis ölümü tadacaktır’ ayeti yazılı. Caminin haziresinde büyük tarihi isimler yatıyor. Osmanlı sultanı I. Selim türbesinde tek başına bulunuyor. Karşısında da 19. yüzyıl ortalarının padişahi Abdülmecid’in türbesi var. Atası Yavuz’u çok sevdiğinden onun yanı başında yatmayı istemiş.
Yavuz’un eşi ve Kanuni’nin anası Hafsa Sultan’ın türbesi ve Kanuni Sultan Süleyman’ın dört çocuğunun gömülü olduğu Şehzadeler Türbesi de bir arada yer alıyorlar.
Yavuz Selim Camisi’nin kuzey tarafındaki parmaklıklar İstanbul’un en güzel seyir teraslarından biri. Bu balkon, avlu karsıda Hasköy, Kasımpaşa, Beyoğlu, Galata; sag tarafta Sarayburnu, sol tarafta Eyüpsultan’a kadar panoramik bir manzaraya sahip.
Camiyi güneybatı kapısından terk ederken, külliyeden kalan son bina eskiden çocuk kitaplığı olan Sübyan mektebinin yanından geçiyoruz.
Sıbyan Mektebi’ndeki sıbyan kelimesi “sabi”nin çoğulu. Sabi ise çocuk demek. Mektep ise “yazı öğretilen yer” demek. Hemen her mahallede bulunan mekteplere “mahalle mektebi” taştan yapılanlara da “taş mektep” denilirmiş.
Bir külliye içinde olabildiği gibi mahalle içlerinde tek yapılar şeklinde de bulunmakta. Külliye dahilinde yapılanlar külliyenin dış kısımlarına doğru yapılırmış. Bunun sebebi de çocukların gürültülerini biraz dışarda tutmakmış. Mahalle içlerinde olanlar sokakların köşe başlarında ve merkezi noktalarda yapılırmış. Cumhuriyet dönemine kadar eğitimlerini sürdürmüşlerdir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile kapatılmışlar.
Sıbyan Mekteplerini hükümdarlar, paşalar, hanım sultanlar, efendi ve beyler ile esnaflar yaptırdıkları için kendi isimleri ile anılmaktalar. Günümüze gelebilmiş bu yapıların bir kısmı boş, kimisi terkedilmiş ve harap durumda, kimisi kütüphane, kimisi işyeri, kimisi kültür merkezi, kimisi bir dernek ya da vakfa verilmiş olarak kullanılmakta.
Birkaç adım daha yürüyünce Fatih’ten gelen Yavuz Selim Caddesi’ne çıkıyoruz. Doğu Roma döneminde yapılmış üstü açık Büyük Su Sarnıçları, İstanbul'da biri sur dışında, üçü sur içinde olmak üzere toplam 4 tane var.
Aspar Sarnıcı, Çarşamba Çukurbostan’da.
Mokios Su Sarnıcı, Cerrahpaşa’da.
Aetios Sarnıcı, Karagümrük'te şimdiki Vefa Stadyumu.
Fildamı Sarnıcı, Bakırköy Osmaniye'de. Osmanlı döneminde orduya ait fillerin barınağıymış.
Bu tür yerlere halk arasında ise “çukurbostan” denilirmiş. Açık olan sarnıçlar Osmanlı döneminde kullanılmaz olunca bostana dönüşmüş. Yüzyılların birikimi çökeltilerle, bereketli bir toprak tabakası oluşmuş ve buralarda İstanbul’un en lezzetli sebzeleri yetiştirilmiş. Açık sarnıçların “Çukurbostan” olarak adlandırılması bu yüzden.
Bu sarnıcın ismi de Aspar Sarnıcı. 450 yılında, Bizans’ın unlu komutanlarından Aspar tarafından yaptırılmış. Fakat Aspar’ın siyasi sonu pek iyi olmamış. Tahta çıkmasını sağladığı İmparator I. Leo tarafından ihanetle suçlanıp idam ettirilmiş.
Aspar ya da Bizans adıyla tanınan Roma Sarnıcı devasa ölçüleri ve dikdörtgen biçimindeki geniş bu çukur şimdi güzel bir park.
İstanbul’da 70 adet sarnıç bulunmakta. Fatih’te ve buralarda ziyaret edilemeyen çeşitli Bizans sarnıçları var. Bunlardan biri de Yavuz Selim Caddesi ve Ali Naki Sokağı’nın köşesinde adi Pulheria (Sultaniye) Sarnıcı. Bu kapalı sarnıcın 4. veya 5. yüzyıldan kaldığı sanılıyor. İmparator Markianos’un eşi İmparatoriçe Pulheria’nın sarnıcı olduğu kabul edilmiş. Şimdi burası düğün, nişan toplantı, organizasyon olarak kullanılıyor.
Arada kalmış tek tük ahşap evlerin yanından geçerek İsmail Efendi ya da İsmail Ağa Cami’sine vardık. 1723’te Şeyhülislam İsmail Efendi tarafından yaptırılmış.
Girişin üstü karakteristik, tek odalı Sıbyan mektebidir. Hadika’da (İstanbul’da dört devre halinde yayımlanan ilmî ve fennî, daha sonra siyasî gazete) anlatıldığına göre Kabe’yi anımsatacak şekilde yapılmıştır. 1952’de restore edilmiş. Çok ender kaloriferli camilerdendir.
Bu camiden söz ederken Nakşibendi tarikatına değineceğim. İsmail Ağa Camii bu tarikatın kalabalık olmayan Mahmut Efendi kolunun karargâhı kabul edilir. Mahmut Efendi’nin öğretisinde İslami giyim kuşama uyma gereği, özellikle kadınların çarşaf giyme zorunluluğu önemli bir yer tutuyor. Bu bölgede yoğun olan sarıklı erkekler ve çarşaflı kadınlar Şeyh Mahmud Efendi’nin müritleri. Gene buradaki, şehir siluetini bozan çok yüksek ve zevksiz bina, Mahmut Efendi’nin yaptırdığı Kuran kursu binasıdır.
Yeniden caddeye dönüp sağa doğru yola devam ettiğimizde, az ileriden ilk sola saptığımızda sağ kolda, Murat Molla Kütüphanesi’ni görüyoruz. Aslında göremiyoruz çünkü İsmail Ağa vakfına verirmiş ve kütüphane kapatılmış.
Kütüphaneyi, 18.yy. son çeyreğinde Damatzade Şeyh Murat Molla yaptırılmış. Damatzade Murat Molla on sekizinci yüzyılda kadı ve alimmiş, bir tekke kurmuş ve 1775’te buna bir kütüphane eklemiş. İlk yapıldığında aynı zamanda tekke imiş. Bizans temelleri üzerine kurulmuş kitaplık sıralı taş ve tuğladan yapılmış kare planlı bir bina.
Az ilerde, solda, kapalı kapılar ardında ama içerisinde geniş bir bahçesi olan Aya Yorgi Potira Kilisesi (Ayios Yeo Ryios Potiras), Fener Hagios Georgios Poteras Kilisesi var. Eskiden Müslüman halk burayı Hızır İlyas Kilisesi adıyla tanırmış.
Bölgenin bu noktasında, Fener semtinin üst sınırına geliyoruz ve bunu hemen fark etmek mümkün. Mimari tarz, başka bir semte gelindiğini gösteriyor.
Acemoğlu Cami caddeye bakan cephesi sıfırlanmış. Minaresi ortada kalmış. Cami giriş katın üstünde bulunuyor. Bezirgânbaşı (padişahın kullanacağı çuha, bez, tülbent gibi eşyaları sağlamak ve bunları korumakla görevli kimse) Acem Hüseyin Efendi tarafından 16. yüzyılda medrese odaları ve mektebi ile birlikte yaptırılmış. Zamanla harap olan cami 1970-75 yılları arasında cami derneği tarafından ahşap çatılı, fevkani (alt katta dükkânların, üst katta ibadet mekânı ile son cemaat yerinin bulunduğu fevkani, yani çarşı-cami tipi) olarak yeniden yapılmış.
Beyceğiz caddesi üzerinde 16yy. sonlarından kalan ve banisinin Seyh Sücaaddin Helveti olduğu Kovacıdede Camii’si, Fatih Kız Lisesi’nin karşısında. Avlusunda çok çok sayıda kabir bulunuyor. Caminin girişinde sağında zemini mavi boyalı, 5 satırlık Osmanlıca kitabede bulunuyor.
Fatih devrinde yapılan ilk şeklinden eser kalmayan kâgir duvarlı, ahşap çatılı mescidi çeşitli tamir ve genişletme çalışmalarından sonra 1994’te tamamen yeniden yapılmış
Cami ana girişinin sol tarafında bir tarafı cami duvarına yaslı, diğer kenarı avlu duvarına bitişik, yüzü sokağa dönük tarihi Beyceğiz Çeşmesi bulunuyor.
Şimdi caddenin sonuna gelemediğimiz caddeye dönüp aynı yönde devam edelim. Teotokos Pammakaristos ya da şimdiki adıyla Fethiye Cami karşımıza çıkıyor. Bina geniş bir bahçe içinde. Büyük kısmı camii olarak kullanılıyor. “Tanrı’nın sevinçli annesi” anlamına gelen Teotokos Pammakaristos, 12. yüzyılda Ioannes Komnenos ve karısı Anna Doukaina tarafından yaptırılmış. “pareklession” (ikinci şapel) ise 14.yy. başında Mihail Glabas tarafından, kendisinin ve ailesinin mezar şapeli olmak üzere eklenmiş. Bir süre patrikhane kilisesi olarak kullanıldıktan sonra, 1591’de III. Murat’ın zamanında Gürcistan’ın ve Azerbaycan’ın fethedilmesiyle, “Fethiye” adıyla camiye çevrilince, Ortodoks Patrikanesi de Haliç Kıyılarına taşınmış.
Gennadios burada patrikken Fatih Mehmet onu sık sık ziyaret ederek çeşitli konularda uzun uzun konuşur ve tartışırmış. Küçük şapel Kariye ve Ayasofya’dan sonra, mozaiklerle ünlü üçüncü Bizans kilisesidir. Kariye’dekiler kadar olmazsa da Bizans rönesansının dikkate değer mozaikleri bulunuyor. Kubbenin içinde Pantokrator Tanrı ve Onu, on iki peygamberin tabloları kuşatıyor. Apsiste, kemerlerde, tonozlarda (kemer profiline göre yarım daire veya sivri kesitli olabilen tek bir eğriden oluşan tonoz türü) başka birçok mozaik (İsa’nın vaftiz oluşunu resmeden mozaik) görülmeye değer. Şu an restorasyonda olduğu için daha önce ziyaretim esnasındaki bilgileri aktarıyorum.
Darüşşafaka Caddesi’nde birkaç yüz metre ilerledikten sonra sağda biraz geride caddeye ismini veren İstanbul’un eski ve saygıdeğer eğitim kurumlarından biri olan Darüşşafaka Lisesi var. Ama şimdi İstinye’de.
1873’te Ohannes Kalfa tarafından inşa edilmiş. Darüşşafaka’nın özelliği, yetim çocukları eğitmek için açılmış olmasıydı. Ahmet Rasim, Aziz Nesin gibi pek çok önemli isim yetişmiş. Bina şimdi Uluslararası Fatih Sultan Mehmet Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak hizmet vermekte.
Tekrar caddeye dönelim ve kıvrımı izleyerek hafif yokuştan aşağıya yürüyelim. Az sonra solumuzda Drağman Cami (Tercüman Yunus Cami) var. Şehrin bu semtinin de adı Draman. Draman “tercüman” anlamına gelen “dragoman”ın halk dilinden bozulmuş biçimi. Bu da camiyi yaptıran, Kanuni Süleyman’ın Rum asıllı dragomanı Yunus Ağa’dan gelmektedir. Yunus Ağa Modonlu bir Yunanlı ve Türkçe, Rumca ve İtalyancayı çok iyi biliyormuş. Venedik Dukası’nın gayri meşru oğlu Alviso Gritti (“Beyoğlu” adının ondan geldiği söylenir) ile birlikte Osmanlı devlet örgütü üstüne kısa ama çok önemli bir inceleme yazmış. Cami yüzyıl başında tamamen yıkılıp yeniden yapıldığı için eski haliyle herhangi bir ilgisi yoktur.
Fethiye Cami çevresinde yine çoğu 16.yy. ile 19.yy.dan günümüze ulaşan bazı eserler var. Bunlar, Saray nişancısı (Nişancı, padişah adına yazılacak fermanlara hükümdarın imzası demek olan tuğrayı çekmekle görevli kişi) olup 1515’te idam edilen Tevki Cafer Cami. Banisi Kadıasker Taçzâde Nişancı Cafer Çelebi. 1515 tarihinde vefat ettiğinden caminin bu tarihten önce yapıldığı düşünülmekte.
Aynı yönde biraz yürüyerek, solda, köşe sokağa sapıyoruz. Birkaç adım sonra camiye çevrilmiş bir Bizans kilisesi Hirami Ahmet Paşa Mescidi adıyla bilinen eski Hagios Ioannes en te HaTrullo’da Ayios İoannis Prodromos (Aya Yani) Kilisesine varıyoruz.
Aslinda “Trullo” güney İtalya’da konik bir ev tipidir ve sizlere Puglia İtalya gezimde tanıtmıştım. Adını oradan alan bir saray odasında, 692 yılında, dini disiplin kuralları üstüne bir Konsil toplanmış. Herhalde atıf bu Konsil’e.
Kilisenin tarihi hakkında fazla bilgi yok. Fatih Camii yapılırken Apostolii Kilisesi’ni terk etmek zorunda kalan Patrik Gennadios Pammakaristos Kilisesi’ne taşınmış. O tarihte buraya rahibelerin kullandığı anlaşılıyor. Bu da kilisenin camiye çevrildiği 1586 yılına kadar böyle devam etmiş sonra rahibelere ne olduğu bilinmiyor.
Ayios Ioannis küçücük, Yunan haçı planına göre yapılmış üç apsisli (Yunan dilinde “kavis, yay” demek. Hristiyanlığın dini mabetleri olan kiliselerin sunak odasını kapsayan, çoğunlukla yarım daire ya da çokgen, çok nadir durumlarda da dikdörtgen planlı bir yapı unsurudur.) bir kilise. Ortadaki apsis oldukça çıkıntılı. Yapılış tarihi 11. ya da 12. yüzyıl olmalı. Yapılan onarımla sütunları yenilenmiş, minaresi ortadan kaybolmuş ve mahalle arasında kapısı kilitli olarak yalnız duruyor.
Caddeden (Manyaizade Caddesi) devam edip, ilk sola saptığınızda, kendi adını taşıyan sokakta Mehmet Ağa Camii’ne geliyoruz. Yaptıran Mehmet Ağa, siyah harem ağalarının başıdır. Mimarı ise Mimar Sinan’ın yanında yetişen ve onun ölümünden sonra mimarbaşı olarak yetişen Davut Ağa. Yapılış tarihi olan 1585’te Mimar Sinan halen hayattadır.
Cami bir bahçe içindedir. Mehmet Ağa’nın büyücek, dört köşeli türbesi de bu bahçededir. Camiyle birlikte (onun karşısında) yapılan Halvetiye Tekkesi ve darülhadis (“mekân, yer ve ev anlamlar taşıyan “dar” kelimesi ile “hadis” kelimelerinden oluşan darülhadis, “hadis okutulan yer” demektir.) yıkılıp kaybolmuştur.
Kare planlı camide 11 metre çapındaki kubbe duvarlara değil sekiz payeye (paye ya da ayak, tek başına bir bütün oluşturan ve sütun işlevi gören taşıyıcı öğedir. Çoğunlukla dörtgen ya da çokgen kesitli olur.) dayanan kemerlere oturtulmuş. Dolayısıyla pandantif (yapı mimarisinde kullanılan özel bir inşaat tekniği olup kare şekilli bir oda boşluğu üzerine bazı daire şekilli bir kubbe veya bazı dikdörtgen şekilli bir oda boşluğu üzerine elips şekilli bir kubbe inşa etmek için kullanılır) yoktur. Köşelere çeyrek kubbeler yerleştirilmiş (ayrıca da mihrap çıkıntısında bir yarım kubbe vardır). Payeler (tek başına bir bütün oluşturan ve sütun işlevi gören taşıyıcı öğe) caminin dışında destek kuleleri olarak duruyor. Bütün bu öğeler, bu çapta camilerde pek fazla rastlanmayan bir bileşim. İçindeki çiniler de ayrıca güzel.
Külliyeden bir tek çifte hamam duruyor. Bu güzel bina da caminin az ilerisinde ve hala kullanılıyor.
Ahmet Çavuş Cami, 17. yüzyılda Ahmet Çavuş tarafından kendi adına yaptırılmış. Mimarı bilinmiyor. Önceleri şimdiki caminin yerinde, medrese-cami iç içe olan bir bina bulunurmuş. Bu bina sonraları tekke olarak kullanılmış. Bina zaman içinde bakımsızlıktan harap olmuş ve birkaç duvar kalmış ve ahır olarak kullanılmış. 1984 yılında halkın yardımıyla yeniden yapılmış. Sonraki yıllarda bazı değişikliklerle genişletilmiş ve bir tuğla minare eklenmiş.
Osmanlı mimarlığına katkıda bulunan ünlü mimarlardan Ahmet Paşa, dönemin Hassa Başmimarı Davut Ağanın yanında yetişmiş. Mimarlığının yanı sıra sedefkârlık alanında da ün yapmış ve Davut Ağa’nın ölümü ile Hassa Başmimarlığına getirilmiş. Başmimarlık görevinden sonra Beylerbeyi görevine atanmış ve görevdeyken Kalenderoğlu ayaklanmasını önlemek için gittiği Ulubat köprüsünün üzerinde hayatını kaybetmis. Ahmet Paşa’nın Başmimarlığı döneminde, III. Mehmet Türbesi, Topkapı Sarayında bulunan Sultanların hamamı, Valide ve Kızlarağası odaları, Baltacılar ve Düşkünler odası ve ayrıca Galatasaray İbrahim Paşa Sarayı, Sinan Paşa Türbesi ve birçok cami (Fethiye Cami), çeşitli köprüler, hamamlar ve iskeleler inşa edilmiş.
Uzaktan minaresi ilginç küçük bir cami daha var. Derviş Ali Camii. Minaresi alışılagelmiş minarelerden değil. II. Bayezid devri mimarlarından Mimar Derviş Ali tarafından yaptırılmis. Mihrap duvarına bitişik 19.yüzyıla ait minaresi İstanbul’da pek az örneği kalan bir tarzdadır. Minaresi kalınca sekizgen yapıda taş kiremit ve her sekizgen yüzeye denk gelecek şekilde pencereler yapılmış. Bahçede az sayıda mezarla birlikte Derviş Ali’nin de mezarı var.
Üçbaş Nureddin Hamza Cami, Mimar Sinan’ın ilk eserlerinden. Bu tuhaf adın, camiyi yaptıran Nureddin Hamza’nın doğduğu köyden geldiği düşünülüyor. Evliya Çelebi’ye göre, çok usta bir berber, küçük bir para karşılığı aynı anda üç kişiyi tıraş ediyormuş ve müşterisi öyle bolmuş ki, biriktirdiği parayla bu camiyi yaptırmış. Üçbaş Cami’nin yanında bir medresesi de var.
Caminin arka tarafında çatısı küçücük sacdan yapılmış minareli Karaali Camii var. 16. yüzyılda Hüseyin Ağa tarafından yaptırılan mescit; “Hüseyin Ağa”, “Kara Halil” ve Kızıl Mescit isimleriyle de anılmış. Küçük bir mescit olan Karali Mescidi, 2 kat yüksekliğinde, kare, sade bir bina, giriş kısmına ilk cemaat yeri eklenmiş. İlgi çekici noktası çatısındaki küçücük minaresi.
Ali Paşa Cami ile Rakım Efendi Türbesi arasındaki dar yoldan geçip sağa kıvrıldığımızda, soldaki ilk köşede iki tarihi eser daha görüyoruz. İlki Kaba Halil Efendi Medresesi. Yapılışı 1575’tir. Ayrıca bir de güzel çeşme vardır köşede. Kapısında İBB Fatih Uluslararası Gençlik Ofisi tabelasını görüyoruz. İçeri giriş yasak, ancak demir korkuluklu penceresinden bakıyoruz.
El Hac Halil Efendi Anadolu Kazaskerliği ve İstanbul Kadılığı makamlarında bulunmuş ve 1767 tarihinde vefat etmiş olup, medresenin haziresinde yatmaktadır.
İsmail Ağa Caddesi’nin ilerisinde, Karadut ve Mercimek sokakları arasında, İsmail Efendi tekkesi bulunuyor. İsmail Efendi Halidi tarikatındandır. Halidilik, İslam’ın Sünnilik mezhebine bağlı bir tarikat olan Nakşibendiliğin en yaygın kollarından biridir. Kol adını Kürt İslam alimi Halid Bagdadi’den alır. Türkiye’de etkinlik gösteren Nakşibendi şeyhleri genellikle Halidi’dir.
Tarikat “tarik” kelimesinden türemiştir. Tarik “yol” tarikat da “yollar” anlamına gelir. Tarikat daha çok “Allaha ulaşılan yol” anlamına gelir. Birçok tarikatının çıkış yeri Kadiri Tarikatı’dır. Kadiri tarikatı 11. yüzyılda yaşamış olan Abdülkadir Geylani’nin arkasından gidenler tarafından oluşturulmuştur. Türkiye’de 2,6 milyondan fazla kişi bir tarikata bağlı.
Nişancı Mehmet Paşa Cami, Mimar Sinan’a ait olduğu söylenmesine rağmen, Sinan Tezkiresi’nde adı geçmez. (Tezkiretü'l-Bünyan (Türkçe: Yapılar Kitabı), Mimar Sinan'ın arkadaşı şair ve nakkaş Sai Mustafa Çelebi tarafından Mimar Sinan'ın ağzından yazılan, Mimar Sinan'ın hayatını ve eserlerini anlattığı eser. Bu kitapta Mimar Sinan’a ait 344 yapının adı bulunuyor.) Muhtemelen, Sinan’ın yanında yetişen Davut Ağa veya Mehmet Ağa’nın eseridir. Zira Sinan’ın geliştirdiği sekizgen plan kullanılmış.
Burası daha önce gezdiğimiz Azapkapı’daki Sokullu Cami’ni andırıyor. Kubbeyi çevreleyen sekiz yarım kubbenin dördü büyük, dördü küçüktür. Kubbe sekiz sütun üstüne oturuyor. Büyük yarım kubbeler kanatlarda yer alırken, köşelerdeki küçük yarım kubbeler pandantif (kare şekilli bir oda boşluğu üzerine bazı daire şekilli bir kubbe veya bazı dikdörtgen şekilli bir oda boşluğu üzerine elips şekilli bir kubbe inşa etmek) yerine köşe kemeri oluşturuyor.
İki yanda, tabhaneyi (Osmanlı döneminde güç bulma evi (dinlenme yeri) anlamına gelen bir kurumdur. Bu kurumda yoksul, iş arayan, aç kalmış vb. kimseler barınmakta idi) hatırlatan uzun dikdörtgenler mekanlar vardır. Üst galeri caminin üç yanını çevreliyor.
III. Mustafa dönemin ünlü, 1766 depreminden sonra, bu cami de onarılmış. Külliyesinde olduğu bilinen tekke, zaviye (küçük tekke. Osmanlı döneminde, dini tasavvufi eğitim veren kurumlara da zaviye adı verilirdi. Genellikle kırsal yerlere inşa edilen zaviyelerde, yolcuların barınma ve yemek ihtiyaçları da karşılanırdı. Bu kelime mecazen bakış açısı anlamında da kullanılır.) ve medrese bu sırada ortadan kalkmış. Yalnız Mehmet Paşa’nın sekizgen türbesi cami girişinde sağda bulunuyor.
Cami ortasında sekiz mermer direğe oturan mahruti çatısı (minarenin üstünü ortan konik şekilli çatı) ile şadırvanı yer alır.
Nişancı Mehmet Paşa Cami'ne girmeden önce caminin karşısında bizim ise solumuzda başka bir hazire daha görüyoruz. Keskin Dede Kabristanı’nı. Kabristana ismini veren Keskin Dede 1453’te İstanbul’un fethine katılan müjdelenmiş askerlerdendir. Kuşatma sırasında şehit düşmüştür.
Geçerken gördük. İyi ki görmüşüz. En İyi Salaş Balık restoranlarından biri. Çalışanlar dostane, porsiyonlar patlatacak kadar büyük, hele o safranlı pilav harikaydı. Mata Balık. Oralarda iseniz sakın atlamayın.
“Tavsiye ettiğim yerlerle bir işbirliğim veya reklamım yok.”
Fatih Caddesi’ne girince solumuzda ve az ilerimizde ilk olarak, sadaret kaymakamı olan Ahmed Paşa’nın 1595’te yaptırdığı ve Hafiziye adıyla söylenen Hafız Ahmed Paşa Camii ve sebili bulunuyor. Cami, medrese, çeşme, sebil ve türbeden meydana gelen külliye, 1595 tarihinde Hâfız Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış. Hafız Ahmed Paşa IV. Murat’ın Sadaret Kaymakamı ve Sadrazamlığını da yapmıştır. Cami binaların arasında kalmış.
Sadaret, Osmanlı merkezî idaresinde sadrazamlık makamını ifade eden terim. Sadaret Kaymakamı ise Osmanlılar ‘da devlet idaresinin padişah vekili olarak önde gelen sorumlusu, başveziri. Osmanlı Devleti'nde Divan-ı Hümayun kaldırılana dek günümüz İçişleri Bakanlığı'na denk gelen makam olmuş.
Bunun az ilerisinde, Yedi Emirler Sokağına döndüğümüzde hemen sağda Pirinççi Sinan Ağa Camisi’ni görüyorsunuz. Bir sıra kırmızı tuğla bir sıra beyaz rengiyle halka halka minaresinden tanıyabilirsiniz. Fatih Sultan Mehmet Han’ın Pirinçbaşısı olan Hacı Sinan Ağa tarafından yaptırılmış.
Osmanlı’da sarayın Aşçıbaşı, sakabaşı, pirinçbasi, ocakbaşı, kebapçı, tatlıcı, hamurcu, pilavcı, balıkçı, bamyacı, perhizci, helvacı, kasapbaşı, yoğurtçu, sütçü, sebzeci, tavukçu, simitçi, buzcu, karcısı varmış.
Camiden solunda apartmanla arasında yer alan Pirinçci Sinan Camii Haziresi de cami boyunca uzanıyor. Pirinçci Sinan Ağa, Halveti şeyhlerinden Şeyh Süleyman Efendi, Kadı Ali Efendi mihrap önündeki hazirede yatıyorlar.
Camiden çıkıp gene Nişancı Caddesi’nden ileri yürüyünce, bir iki blok sonra, sağımızda Kumrulu Mescidi’ne varıyoruz. İstanbul’daki en eski Osmanlı eserlerinden biridir. Fatih Camii’nin mimarı Atik (Azatlı) Sinan tarafından kendi adına yaptırılmıştır. Sinan’ın (hayatını Fatih Cami’yi yazarken anlattım) idamına değinen mezar taşı buradadır. Mescidin adı, binaya bitişik ve şimdi akmayan çeşmedeki ayna taşında (çeşmelerde musluğun takıldığı oymalarla süslü düşey taştır) bulunan, hayat pınarından su içen iki kumru kabartmasından geliyor. Bizans’tan kalma olduğu anlaşılıyor. Sinan kendisinin Rum kökenli Müslüman olduğundan böyle bir kabartmayı yapacak kadar da rahat bir kişi. Ayrıca, Fatih gibi, İtalya’dan Bellini’yi davet ettirip portresini yaptıran bir padişahın döneminde yaşamış. Bu kabartma hayret edici şekilde 1460 sonlarından beridir camii duvarında sökülmeden duruyor.
Molla Hüsrev Sokağı köşesinde yer alan aynı isimle anılan (Sofular) Molla Hüsrev Camii var. 1460 tarihinde yaptırılmış.
Tam karşımızda Sofular Hamamı var. Dıştan tarihi yapı gibi gözükmüyor. Ancak duvarında Fatih Belediyesi tarafından kültür mirasları için yaptığı bilgilendirme panosu bulunuyor. Hamam II. Bayezid döneminde, Edirne’deki Külliyeye gelir getirsin diye yaptırılmış, ancak orijinal hali 1833 tarihindeki Cibali yangınında yanmış.
Karşı duvarda yazılı “Ekmel Tekkesi” Sofular Baba tabela dikkat çekiyor. Bahçesinde kabirler bulunmakta. Yola bakan avlu duvarı yol seviyesinin altında kalmış, Duvarda 4 satırlık bir kitabe bulunmakta.
Sofular Caddesi'nden Vatan'a doğru inmeye devam ediyoruz. Vatan caddesine yakın noktada solda Hamal Dede Kabristanı karşımıza çıkıyor. İçerisinde 15 adet şahide bulunuyor. Mezarlıkta, 1453 yılında İstanbul’un fethine katılmış mutlu askerler (Ni’mel Ceyş) den olan ve Fatih Sultan Mehmet’in hamalbaşılığını yaptığı kabul edilen Hayrettin Çelebi yatmakta.
Fatih’te 170 adet Ni’mel Ceyş (İstanbul’un fethine katılan ve şehit olan asker) kabristanı varmış.
Kambur Mustafa Paşa Cami 17. yüzyıl sonlarında Bağdat valisi Kambur Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1918 Cibali yangınında büyük zarar görmüş 1940’lara kadar harabe olarak kalmış. 1950’li yıllarda ise tamamen yıkılmış. Eski fotoğraf ve belgelerden yararlanılarak restore edilmiş ve 2006 senesinde ibadete açılmış. Cami bulunduğumuz yere göre yüksekte kalıyor. 15 basamak gibi merdiven çıktıktan sonra avluya çıkılıyor. Cami minaresi kırmızı tuğladan yapılmış tek şerefeli küçük bir cami.
Yavaş yavaş geriye dönüp, rotamızda kalan cami, çeşmeleri de göre göre turumuzu tamamlamaya geçiyoruz.
Bunlardan biri Anıtsal “selatin” (selatin camileri, Osmanlı döneminde sultanların yaptırdığı camilere verilen addır.) camisinin az batısındaki Cebecibaşı Sokağı’nda 1640’larda inşa edilen Cebecibaşı Camii diğer adıyla Çarşamba Cebeci Camii. Cebecibaşı Şücaaddin Ağa II. Bayezid döneminde yaşamış. Caminin kenarında küçük bir alanda Hazire bulunuyor.
Sultan Selim Caddesi'nde sağımıza alarak Mismarcı Şücaaddin Cami’sine ulaşıyoruz. Caminin 1500 yılından önce Mismarcı Yusuf Şucaaddin tarafından yaptırılmıştır. Zamanla harap olan cami 1979 yılında minare kaidesi hariç aslına uygun olarak yeniden yaptırılmış. Caminin hemen bitişiğinde harabe haline gelmiş bir çeşme de bulunuyor.
Mesnevihane Sokaktan yokuş aşağı, sonra sola dönerek yine yokuş aşağı Camcı Çeşmesi Yokuşu Sokağında ilerliyoruz. Sağımızda yeni restore edilmiş Camcı Çeşmesi, solumuzda ise Cafer Subaşı Camii bulunuyor. Karşısındaki Camcı Çeşmesinden dolayı “Camcı Mescidi” adıyla anılan cami 1941’de tamamen yanmış ve 1955 yılında cemaat tarafından tekrar inşa edilerek ibadete açılmış. Küçük bir camii. Caminin küçük bir avlusu bulunuyor. Avludan kahve renkli devasa okul Fener Rum Ortaokulu ve Lisesi yakından gözüküyor.
Son bir enerji depolama molası için Vedat Milor tavsiyeli İstanbul’un en iyi kazandibi yapan mekâna Kıztaşı Muhallebicisi'ne geldik. Gerçekten şekeri az, çok lezzetli bir kazandibi yedim. Ürünler manda sütünden yapılıyormuş. 70 yılı aşkın süredir dededen toruna uzanan bu lezzet yolculuğuna sahip. Damla sakızlı, incirli, fıstıklı ve lotuslu muhallebilerin yanı sıra markayla özdeşleşen kazandibi ve tavukgöğsü mekânın imza lezzetleri. Damakta iz bırakan tatlarıyla Kıztaşı Muhallebicisi’ni en kısa zamanda İstanbul’da tadılacaklar listenize ekleyiniz.
“Tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yok.”
Gezerken yolumuza çıkan, tek başlarına köşede, arada, dipte, harap olmuş, restore edilmiş tarihi değerlerimizden olan çeşmeleri de anlatmadan geçmek istemiyorum.
Tarihi yarımadanın hemen hemen her sokağında, birçok külliyenin köşesinde sebil ve çeşmelere rastlamak mümkün. İstanbul Kültür Envanterine kayıtlı 542 çeşme bulunuyormuş.
Lütfullah Efendi Çeşmesi 1129 tarihinde yaptırılmış. Musluğu ve 2 satırlık kitabesi bulunuyor.
Kaba Halil Efendi Medresesi bitiminde Nişanca Mustafa Ağa Çeşmesi var. Çeşme musluğuyla birlikte üzerindeki kitabe 2 satır ve 2 sütundan oluşuyor.
Ebu Bekir Ağa Çeşmesinin üst kısmında 2 sütun 3 satır kitabe bulunmakta. Çeşme, 1793 yılında inşa edilmiş. Çeşmenin sırt kısmında 2 katlı ahşap biri apartman dikkati çekiyor. Penceresine asılı tabelada burasının Sertarikzâde Tekkesi olduğunu öğreniyoruz.
Yusuf Efendi Çeşmesi hakkında bilgi bulamadım.
Bütün bu eserler bir yana, dolaştığımız sokakların fiziki dokusu da biz gezginler üzerinde aynı etkiyi yapıyor her zaman: Bir eksiklik, bir tarih kokusu hep hissediyoruz buralarda.
Eski şehrin bütün kusurlarına rağmen modern şehirde yok olup gitmiş insani ilişkilerini koruduğunu, geçmişle bağını sürdürdüğünü görüyoruz. Bize sürekli eşlik eden rehber yoldaşımız Nişancı Mehmet Paşa Cami’ye ister istemez soruyoruz, eğer sevgili şehrini şimdi gez de hem bu kadar değişmiş hem de o kadar ayni kalmış şehrinin sokaklarında dolaşsa ne derdi. Sanırım “Dünya durdukça mamur ve bakımlı ola!” derdi…
Bu gezimde de mekanların tarihleri, eserlerin anlamı, sokakların, binaların mimari özellikleri, yerel halkın hikayeleri, yaşam tarzları ve lezzet durakları tavsiyeleri için okuduğum, yararlandığım kaynaklar:
İstanbul Nasıl Gezilir- Haldun Hürel
İstanbul Gezi Rehberi- Murat Belge
Taşların Dilinden İstanbul- Sami Bayraktar
Strolling Throug İstanbul- Hilary Summer-Boyd & John Freely
Tarihi Yarımada- Tayfun Nasuhbeyoğlu
Turan Akıncı
Mustafa Cambaz
Kültür Envanteri
Tarihi Mekanlar Kilise Ansiklopedi- Erol Şaşmaz
Vedat Milor
İstanbul’u böylesine güzel anlattıkları için teşekkür ederim
Son bir bilgi daha geçmek istiyorum. Camiler genellikle namaz saatleri açılıp bu esnada da kadınların içeri girmesi yasaklandığından sonrasında da hırsızlık sebeplerinden dolayı kilitlendiği için içlerini göremediğim cami resimlerini internetten aldım.
Bu arada yemek için tavsiye ettiğim yerlerle bir iş birliğim veya reklamım yoktur.