1258

Üç İnancın Bir Arada Yaşadığı Yer Kuzguncuk…

Depremin üçüncü ayını bitirdik. Şimdi büyük seçime az kaldı. Daha önümüzde ne var kimse bilmiyor, o yüzden ben artık özlediğim yerlerin fotoğraflarıyla avunmayı bıraktım, felaketleri bir yaşam tarzı olarak kabullendim çünkü yapacaklarımı erteleyerek değil, bu sokaklarına girmeye ne zaman kısmet olacağını bilmeden akıntının götürmesiyle ilerleyeceğim. Belki okuyup birkaç dakikalığına ferahlayacaksınız, belki de gezemediğimiz bu yerlere özleminiz perçinlenecek yazım için kızacaksınız ama İstanbul’da nostaljiyi dibine kadar yasabileceğiniz yer Kuzguncuk’a buyurun.

Şehirden çok uzaklaşmadan nefes alabileceğimiz, sokaklarında yürürken yeni yerler hatta kültürler keşfedebileceğimiz, keyif alabileceğimiz anların peşindeyiz İstanbul Kazan SPK eşleri Kepçe olarak. Senelerdir değişmeyen o güzel sokaklara, biraz huzur bulmak biraz da yeni açılan yerleri keşfetmek için dalıverdik Kuzguncuk’a bugün.

İstanbul’da Musevilerin yerleştiği ilk bölgelerden biri Kuzguncuk. Museviler, 17. yüzyıl itibariyle Kuzguncuk’a yerleşmeye başlayınca bölgede Musevilik değerlerini yansıtan birçok yapı oluşmuş. Hatta Kuzguncuk, Avrupa Musevileri tarafından “Kutsal topraklara varmadan önceki son durak” olarak kabul edilirmiş denmesine rağmen aslında Kuzguncuk 3 inancın bir arada yaşandığı yer.

Kuzguncuk’un Bizans dönemindeki adı Kosinitsa’ymış. Günümüzdeki adını 15. yüzyılda burada yaşamış Derviş Kuzgun Baba’dan aldığı söyleniyor.

Sahil yolunda Kuzguncuk iskelesinin karşısında, Kuzguncuk Çarşı caddesinde bulunan Kuzguncuk Surp Krikor Lusavoriç Ortadoks Ermeni Kilisesi; 1835 tarihinde Kayserili Mimar Ohannes Amira Servenyan tarafından inşa edilmiş.

18 yüzyılda Kuzguncuk’a yerleşmeye başlayan Ermeniler, burada bir Basmahane açmışlar ve zengin nakışlı kumaşlar üretmişler. Basmahane daha sonra Üsküdar’a taşınarak Sarkis Kalfa Basması ile ünlenmiş. Ermeniler Kuzguncuk’ta büyük bir grup oluşturunca, 1835 yılında Kayserili Mimar Ohannes Amira Serveryan’a ahşap bir kilise yaptırılmış. Şimdiki hali, kagir ve kubbeli olarak yeniden inşa edilmiş.

1952 yılında inşa edilen Kuzguncuk Camii papazın izni ile Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesi'nin bahçesine yapılmış. İnşattın da birçok gayrimüslim çalışmış ve Papazda cami inşattın da kullanılmak üzere, o zamanın parası ile 500 TL yardımda bulunmuş. Caminin ve kilisenin kubbeleri hoşgörünün bir simgesi olarak eşit boydadır.

Kuzguncuk’u sokaklarında minik balkonlu, cumbalı, kapıları çinilerle, çeşitli renklerle süslenmiş evleri, hem mavisi hem tarihi dokusuyla görmek için Kuzguncuk’u gezmeye ana caddesi İcadiye Caddesi‘nden başladık. Kuzguncuk'taki birçok cadde, kafe, restoran, kitapçı, galeri ve antikacılar bu cadde üzerinde.

İcadiye Caddesi'nin hemen başlangıcındaki Beth Yaakov Sinagogu ya da Kehilla Santral (merkez) veya Kal De Abaşo (aşağı sinagog), Musevi cemaati vakfı bünyesinde bulunan iki sinagogtan büyük olanı. Kapısını birkaç kez çalarak, gidip, gelerek içini gezmeyi başardık. Ancak eğer gezmek istiyor iseniz önceden izin alın ve biraz da bağış yapmayı unutmayın.

Bahçe içerisinde Yaokav Mizrahi anısına oğlu Sabetay Mizrahi tarafından yenilenen ve belirli zamanlarda duaya açılan bir midraş (Yahudilikte kutsal metinlerin haftalık sinagog toplantılarında okunması ve dinleyicilere ders olarak verilen eşlik eden açıklamalardan oluşan külliyat) bulunmakta.

Yahudi cemaati tarafından oldukça beğenilen bu sinagogta her sene geleneksel olarak, Yahudilerin, Mısır esareti kurtuluşundan sonra çöllerde açlıkta yaşayan İsrailoğullarını anımsamak için kutlanan Sukot (Çardaklar Bayramı) kutlamaları yapılıyor. Kıtlamalar, Tişri ayının (resmi yılın ilk ayı) 15. gününde başlıyor. Bayram 8 gün sürüyor, ilk iki gün ve son iki gün Yomtov, diğer günler Hol ha Moed (iş yapılmasına izin verilen günler) olarak yapılıyor. Ayrıca sinagogta resimleri de panoda asılı olan her sene Ramazan ayı içerisinde 220 – 250 kişinin katılımı ile gerçekleşen bir iftar gecesi yapılmakta.

Sahil yolundan, Kuzguncuk’un ana caddesi olan İcadiye Caddesi‘ne girer girmez solda Ayios Yorgios Kilisesi var. Hıristiyan inanışına göre Hazreti İsa, Ürdün Nehri’nde vaftiz edilmiş. Bu olayın anısına ve onu temsilen deniz, göl ve nehirlere yakın olan kiliselerdeki cemaat ve ruhani temsilciler, ocak ayının altıncı günü kilisedeki ayinin ardından sahile gidip, Kutsal haç, dualar eşliğinde ruhani lider tarafından suya atılıyor. Gençler, suya atlayarak, haçı çıkarmak için yarışıyor. Kuzguncuk’taki bu küçük kilise de ayinin başlatıldığı yerlerden birisiymiş.

Sahil yönünden Kuzguncuk’un içlerine doğru ilerlediğinizde sol tarafta, Kuzguncuk’taki her sokak gibi tarihi cumbalı evlerinin önlerinde çiçeklerin sarktığı, camlar ve harika kapılı evlerin olduğu çok hoş arnavut kaldırımlı Üryanide Sokağı çıkıyor.

Kapılar mı kendi insanlarını/müdavimlerini-müşterilerini belirler, yoksa insanlar mı kendi gereksinimleri sonucu kapılarını oluşturur? Giriş kapıları, iyi niyete ve beklentilere açılan evin üçüncü gözüdür. Ev sahibinden de izler taşır kapılar. Kapılar enerjiyi davet eder. Kapımıza gelen enerji eğer sığınacak bir yer, geçtiği yerleri sevecek bir yol bulursa kendi varlığını göstererek hayatımızda pozitif kanallar açar. Kuzguncuk’un birbirinden renkli, farklı, kişilikli, hikâyesi olan kapılarının anlatacak çok şeyleri var.

Pencere kenarlarına dikkatlice bakın, sizi bekleyen minik dostlar olabilir… Kuzguncuk sokaklarının bir diğer sahipleri Kuzguncuk Kedileri… Miskin miskin evlerin önlerinde yatan, sokaklarda dolaşan bu sevimli dostlar bizim gibi fotoğrafçılar için de çok sevimli pozlar veriyorlar...

Kuzguncuk dizisiyle öylesine özdeşleşmiş ki gençliğimin dizisi Perihan Abla. Türkiye’de dizi kültürünü başlatan 1986 yıllarında TRT’de yayınlanan Perran Kutman ve Şevket Altuğ’un başrolde oynadığı Türk Televizyon tarihindeki öncü ilk yerli dizi. Bizlere olumlu mesajlar veren keyifli ve duygusal bir diziydi. Bizi geçmişe götüren duygusal anlar yaşatan Perihan Abla Sokağı, rengarenk cumbalı evleri ve çiçekli pencereleri ile fotoğraf karelerine taşımak için enfes bir yer. Biz de bir hayli fotoğraf çektik.

Kuzguncuk’un sokak isimleri de hayli ilginç. Perihan Abla, Behlül, Üryanide, Tahtalı Bostan, Bican Efendi, Akasya, Ayçiçeği, Bahçe, Güzel Bahar, Hayırlı, Tütsülü, Yapraklı Çınar, Simitçi Tahir, Baba Nakkaş, Aziz Bey, Tenekeci Musa Sokak… Sokak deyip de geçmeyin… Bir sokak aynı zamanda bir kentin belleği, dahası bir coğrafyanın hiç yalan söylemeyen bir yüzü, aynasıdır… Caddeler, sokaklar, evler ve de mekanlar bizi asla yanıltmaz…

Nostaljik mimarisi ile öne çıkan Perihan Abla Sokağının köşesinde yer alan bir döneme damgasını vuran Ekmek Teknesi dizisi Ekmek Teknesi tabelasıyla varlığını halen sürdürüyor. Anmadan geçemedik.

1929 yılından beri Kuzguncuk’taki Tarihi Kuzguncuk Fırını’nın meşhur mantar kurabiyesi fındık, badem unu kullanılarak yapılan bu kurabiyeler bu fırının klasiği olmuş. Yalnız tanesi 45 TL. diye kendime kızarak çıktım fırından. Ancak hem çok büyük hem doyurucu. Fıstıklı mantar, Bozcaada bademli kurabiyesi ve tahinli kurabiye o kadar lezzetli o kadar hafifti ki mest oldum, anlatamam.

Hemen yolun karşı tarafında, tarihi ve süslü binasıyla Nail Kitabevi.

Üst katına çıkınca burası benim evim olsa, şu köşede otursam saatlerce bir şeyler okusam, arkadaşlarımla sohbet etsem, sonra da kıvrılıp uyusam diyeceğiniz cinsten.

Bican Efendi Sokak, Kuzguncuklular tarafından Postane Yokuşu ya da Sinema Yokuşu olarak biliniyor. Üsküdar Belediyesi’nin sokaklar ve anlamlar çalışmasında Bican Efendi sokak ile ilgili anlatılanlar şöyledir: “İcadiye üzerinden “Harmoni Sanat Galerisi”nin yanından giren çok dik bir yokuştur. Behlül Sokak ile kesişerek sona erer. Sokak adını ilk dönem Türk sinemasının unutulmaz karakterlerinden Bîcan Efendi’den almaktadır. Türk sinemasının ilk dönemi neredeyse hiçbir orijinallik içermese de Chaplin karakterinden yola çıkılarak türetilen ‘Bîcan Efendi’ tiplemesi de unutulmaz bir mizah karakteriydi. Bu karakterin tutması neticesinde seriye dönüştü. Bîcan Efendi Vekilharç, Ahmet Fehim’in 1919 da çektiği filmin ve devam filmlerinin karakteri. Hem pala bıyıklı hem eğlenceli tiplemedir. İlk filmin fasıl sahnesindeki hanımların göbek atışları hafızalardan silinmez karelerdir. Akabinde “Bîcan Efendi Mektep”te diye devam da etmiştir”.

Sevilla ve Arditti Ailesi’nin sahibi olduğu Simotas Binası, Rum mimar Simotas tarafından 1923 yılında yapılmış. Kuzguncuk’un hem ilk apartmanı hem de en yüksek yapısıymış. Her katta iki daire, bodrumunda da bir sarnıç bulunuyormuş. Kuzguncuk’ta olduğu gibi, Simotas Binası’nda da Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman birçok aile bir arada yaşamış.

Ailenin büyüğü Rafael Fresko’nun vefatının ardından, bina 1986 yılında bir sinemacıya satılmış. Apart otel hayali, sinemacının düştüğü maddi sıkıntı nedeniyle son bulmuş. Kuzguncuk’ta yaşayan bir başka aileye satılmış ancak uzun yıllar öyle kaldıktan sonra bina 2003 yılında Birgül Ailesi tarafından satın alınmış. Refika Birgül, hayali olan Refika’nın Mutfağı’nı Simotas’ta hayata geçirmekle birlikte, bu süreç içerisinde fotoğrafçısından mimarına, avukatından reklamcısına, dansçısından terzisine, heykeltıraşından sivil toplum kuruluşuna, farklı meslek gruplarından insanların da çalışıp, ürettiği bir mekân olmuş. Tam karşısında Refika Birgül tasarım tabak, bardak, bıçak vs. satan mağaza var.

İnci Çayırlı Sokak’ın köşesinde İzzet Çapa, Vedat Milor’un tanıtmasıyla meşhur olan ve ünü yayılan Metet Döner’de kuyruğa girmeyi göze alıp döner yiyebilirsiniz. Buna değer.

Kuzguncuk’ta közde döner yapan tarihi bir lokanta burası. Lavaş arasına közde pişmiş döner, turşu ve manda yoğurdu buraya gitmişken mutlaka tadın.

Bamyacı sokak, Üsküdar’ın Kuzguncuk Mahallesi sokaklarından. Bu sokak aynı zamanda Tahtalı Bostan Sokağı’na da paralel uzanmakta. Sokak adını buradaki bostanlarında bamya üreten Kuzguncuklu bir çiftçiden almış.

Tarihi Kuzguncuk evleri ile güzel bir fotoğraf karesi arıyorsanız, Simitçi Tahir Sokak’taki birbirinden güzel, yan yana renkli Cumbalı, rengarenk en fazla 2 ya da 3 katlı, süslü kapıları ve pencereleri olan bu ahşap köşkler en ideal nokta!

Oldum olası cumbalı evler ilgimi çekmiştir. Eski Türk evlerinde zemin katın üzerindeki birinci ya da sonraki katlarda dışa taşan kafesli oda bölmesi olan cumbalı evlerde, 180 derecelik bir görüş alanı ve kafesinden dolayı da mahremiyet sağlanıyor.

Kuzguncuk Bostanı ya da bilinen diğer adıyla İlya’nın Bostanı, Kuzguncuk’un ortasında yer alan bir bostan alanı. Bildiğiniz ekilip biçilen, ürünler yetiştirilen doğal bir bostan. Bostan herkese açık ama bostanda ekim için Kuzguncuklu olmak şart. Muhtarlığa müracaat eden kişiler arasından kura çekiliyor ve kurada çıkan kişiler 1 yıl bostanı kullanma hakkına sahip oluyor. Üstelik burası sadece bir bostan değil, çocuklar için de bir yaşam alanı.

İcadiye Caddesi’nde biraz daha ilerleyince, Bican Sokak ile Behlül Sokak arasında yer alan Rum Ortodoks Kilisesi ya da Ayios Panteleimon kilisesi İstanbul’da Tanzimat döneminden sonra kurulmuş 42 adet Rum Ortodoks kilisesinden biri. 1831 yılında kurulmuş ve Aziz Panteleimon’a ithaf edilmiş. Ancak 1872’de geçirdiği bir yangın sonrası mimar Nikola Ziko tarafından onarılarak 1892’de tekrar ibadete açılmış. Kapalı Yunan Haçı planında olan kilisenin orta mekanını örten kubbe dört sütuna oturmakta.

Kilisenin en dikkat çekici kısmı ise çan kulesi. 1911’de Andon Hüdaverdioğlu tarafından yaptırılan çan kulesi hem çan kulesi hem de giriş kapısı görevini görüyor. Kilisenin içinden geçerek avluya ulaşılıyormuş ama biz kapıyı çaldık, çaldık açılmayınca ulaşamadık. Kilisenin yanında yol üzerinde kare planlı suyu ne yazık ki içilemeyen küçük bir ayazma bulunmaktaymış.

Tenekeci Musa Sokak ile Yakup Sokak’ın kesişiminde bulunan Beth Nissim Sinagogu, Virane Sinagogu ve Kal de Ariva (Yukarı Sinagog) isimleriyle de bilinen sinagogun 1840’larda inşa edilmiş. Zaman içerisinde nüfusun çoğunluğunun ayrıldığı için unutulan ve kapalı durumda olan aynı zamanda “Mucizeler Evi” anlamına gelen tek katlı görünümünde olan esasında iki katlı bu güzel ve tarihi Sinagog. Şimdilerde yardım ve bağışlar sayesinde yeniden açılmış ve yaz aylarında hizmet vermekte.

Kuzguncuk’un Avrupa Musevileri tarafından “Kutsal topraklara varmadan önceki son durak” olarak kabul edildiği ve herhangi bir nedenle vaat edilmiş topraklara gidemeyenlerin hiç değilse Kuzguncuk’a yerleşip orada ölmeyi ve gömülmeyi vasiyet ettikleri bilinir. Bu nedenle de, yerleşmede geniş bir Musevi mezarlığı olduğu 17. yüzyıldan itibaren sık sık vurgulanır.

Döneri yakmak için bu sokağı tırmanıp en sonuna kadar gidince, sağda bir kapı var. İtip, içine girin, burası Kuzguncuk Rum Ortodoks Kabristanı. Manzara hayatın güzelliğini, mezar taşları ölümü hatırlatsın. ‘Dert babası’ olarak bilinen, Kızılay’ın öncülü Hilal-i Ahmer’in kurucusu Marko Paşa’nın kabri de burada.

O yolu sahile inmek için aşağıya doğru takip edince Baba Nakkaş Sokağındaki Marko Paşa köşkü yani Kuzguncuk ilkokuluna varıyorsunuz. Marko Paşa, Padişah Abdülaziz’in doktoru olarak biliniyor. 'Anlat derdini Marko Paşa'ya!' deyimi de buradan geliyor. Son derece önemli bir kişilik olan Marko Paşa, Marko Paşa aynı zamanda Kızılay’ın da kurucusudur. Kendisine inşa ettirdiği Marko Paşa Köşkü’nde “Hoca camide” repliği ile ünlenmiş olan, ünlü Hayat Bilgisi dizisi de çekilmiş. Burası şu anda Kuzguncuk İlkokulu.

Sahile inince yol üstünde Füsun Onur yalısına varıyorsunuz. Modernist ya da geleneksel heykelin ciddiliğinden uzak, gündelik yaşamda karşılaştığı sorunlar ve bunların çözümü için çevresinde bulunan eşyalar kullanarak oyuncak/maket gibi yapıtları ile 40 yıl boyunca düzenli yurtiçi ve yurtdışı sergileri ile çağdaş sanatın Türkiye’deki öncülerinden heykeltraş Füsun Onur ile ablası İlhan Onur, doğup büyüdükleri ve halen yaşamakta oldukları aşı boyalı rengiyle Kuzguncuk’un kırmızı yalısı Hayri Onur Yalısı’nı, Vehbi Koç Vakfı’na bağışlamışlar. Füsun Onur, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ndeki eğitiminin ardından, 1962’de yüksek lisans için Fulbright bursu kazanarak gittiği Amerika’daki Maryland College of Art’ta heykel üzerine çalışmalarını sürdürmüş. 1967’de İstanbul’a döndükten sonra da çalışmalarına şekil vermeye devam etmiş.

Sahil yolunda karşı kaldırımdaki Ayşe Sıdıka Hanım Köşkü Üsküdar Kuzguncuk Baba Nakkaş Sokağında bulunmaktadır. Prusyalı devşirme Müşir Mehmet Ali Paşa'nın eşi Ayşe Sıdıka Hanım tarafından büyük kızları Hayriye için 1895 yılında inşa ettirilmiş. Mehmet Ali Paşa, Ali Fuat Cebesoy (Zekiye Hanım'ın oğlu) ve Nazım Hikmet'in büyük dedesi olmasıyla da bilinir. Zalim İstanbul dizisinin çekildiği ev olarak da tanınıyor. Şimdi Gain Medya’ya ait.

Yolun karşısında hemen deniz kenarında boğaza nazır, köşkü andıran yapısı ve kısa ama çok şirin minaresi bulunan Üryanizade Camii 1860 senesinde 2. Abdülhamid’in şeyhülislamlarından Üryanizade Ömer Efendi tarafından 40 günde inşa ettirilmiş.

Daha çok gayrimüslim ağırlıklı Kuzguncuk, Müslüman Osmanlıların rağbet ettiği bir semt olmamış. Buna karşın hemen bitişiğindeki Öküz Limanı (Paşalimanı) kesimi, camii, çeşmesi, kayık iskelesi ve bahçeleriyle yalnız Türkler tarafından iskân edilmiş. Zaten buranın adının, Rumeli yakasından getirilen öküzlerin Anadolu’ya götürülmek üzere Beşiktaş’tan kayıklarla buraya nakledilmesinden kaynaklandığı sanılmaktadır. Hatta Boğaziçi'nin eski Yunancadaki adı olan Bosphorus (İnek Geçidi) adında buradan geldiği söylenmektedir.

Tepede tüm heybetiyle duran Boğaz Köprüsü'nün Asya ayağı altında, Nakkaştepe Mezarlığı'nın sol tarafındaki koruluk içindeki bembeyaz kuleli köşk, Cemil Molla köşkü. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, Adliye Nazırlığı ve Şura-yı Devlet Reisliği yapmış olan Üryanizade Cemil Molla Efendi, dedesinden kalan arazi üzerine bir köşk yapmaya karar vermiş. Fakat aklındaki o zarif yapıyı inşa edecek mimar bulamayınca, tam ümidini kesmek üzereymiş ki İtalyan asıllı mimar Sinyor Alberti’ye rastlamış. 5 yıldır süren çalışmalar sonucunda yaşamı boyunca, Diyanet İşleri başkanlık, Şeyhülislamlık, Danıştay başkanlığı ve iki kez Adliye Nazırlığı görevini sürdüren, Abdülhamit’in gözdesi, yakın dostu ve satranç arkadaşı; Vahdettin’in değişmez danışmanı olan Cemil Molla sonunda düşlerindeki köşküne kavuşmuş. Köşk, İstanbul halkının dilinde ‘sekizinci dünya harikası’ olarak söyleniyormuş çünkü beyaz mermerlerinin her zaman ılık kalması için altlarına incecik kalorifer dilimleri döşeliymiş. Cemil Molla, burayı adeta bir kültür sanat merkezine çevirmiş. Köşkte felsefe üzerine konuşmalar yapılıyor, şiir geceleri düzenleniyor ve piyano, ud, tambur, klarnet gibi müzik aletleri çalınıyormuş. 1941 yılında Cemil Molla hayata gözlerini yumunca ailesinin borcundan dolayı köşke, Emniyet Sandığı tarafından el konulmuş ve satılmış.

Köşkü satın alan ailenin önce kazada oğlu ardından da aile reisi ölmüş. Geride kalanlar bu durumdan oldukça korkmuş ve köşkü terk edip uzun yıllar bahçedeki müştemilatta yaşamış. Köşk 40 sene boş kalmış. Beylerbeyi’ne doğru ilerlerken yemyeşil bir orman içerisinde dışardan görülen beyaz renkte ahşap köşk günümüzde özel mülk olduğu için ziyarete açık değil.

Kuzguncuk gezimizi adına yazılmış bu şiir ve tabii ki yararlandığım kaynakları belirtmeden tamamlamak doğru olmaz. Köşkler ile ilgili bilgiler turan akıncı ve İstanbul apartmanları, güzergâh ve sokak bilgiler, sokak isimlerinin hikayelerini Üsküdar belediyesi sayfasından, gezilmesi gereken yerler, gezilecek yerler, kuzguncukta gezilecek yerler gibi çeşitli bilgi içeren siteler, yemek, sokak, kafe gibi öneriler the magger’dan alınmış, okunmuş, düzenlenmiş, kendimize uygun gezi rotası oluşturulmuş, yeniden yazılmış, bizzat gidilmiş, gezilmiş, görülmüş ve resimlenmiştir.

Can Yücel

‘‘Ben Kuzguncuk’ta yeşil bir dal buldum, ona tutundum. “Kuzguncuk’ta oturuyorum; martılarla aynı katta.”

Çınaraltı’ndan Boğaz’a doya doya bakıyoruz. Denizin yeryüzüne ilk defa indirildiğini düşünürken akşam oluyor yavaş yavaş.

Bu sefer de bir zamanlar burada yaşamış Nazım Hikmet’in mısraları dökülüyor evine giden martıların ağızlarından:

Güneşte tavana suların ışıltısı vurur

Karanlık şilepler geçerdi geceleri

İnsanı olduğu yerde

Eli böğründe bırakarak

Fakat Kuzguncuk şirin yerdir.