Aşiyan-Bebek-Arnavutköy Rotası
Hayata kaldığımız yerden devam… İstanbul’u ölümsüzleştirelim. Kim bilir bir daha buraları görebilir miyiz?
Ben gezerken gidilecek yeri, varacağım durakları, hikayelerini önceden belirlerim. Programım herkesin gittiği sokakları, eserleri, müzeleri, meydanları ve parkları içerir. Arkadaşlarıma hep derim öyle büyük keşifler yapmayı ummayın çünkü fırsatımız olamayabilir. Ama olursa ne ala o da bizim bonusumuz olur. Bazen sadece fotoğraf çekimi için dururuz, bazen tuvalet, bazen de bir fincan yorgunluk kahvesi içmek için. Gezmeleri hafta içi yaparız çünkü kiliselerin, camilerin, müzelerin, tarihi evlerin ve restoranların kalabalıklarından kurtulmak isteriz. Gezerken seri hareket etmek ve gruptan kopmamak önceliğimiz olur. Bazen grup içinde birimiz başka bir şey ister, diğerimiz başka bir şey söyler. Ama hiç alınmayız çünkü inanırız ki bu küçük çapta çıkarılan isyanlar arkadaşlığın tuzu biberidir, der güler, geçeriz. Eğer olumsuz bir durum olursa sakin ve sabırlı oluruz. Biliriz ki burada en önemli maharet toleranstır. Grup içinde uyum sağlanabiliniyorsa, ortak payda da buluşulabiliyorsa, yiyeceğimiz yemeği, gideceğimiz mekanlarını iyi seçiyorsak o zaman her şey kolaylaşır. Nitekim günün sonu da mutlulukla sosyal medya hesabından paylaşılan fotoğrafların güzel anları ile biter.
Tarihi değerlerini koruyan eski sokakları ve semtlerini yürüyerek keşfedip, yeni mekanlar bulmak, renkli sokaklarda kaybolmak zamanı. Mis gibi boğaz havası eşliğinde, İstanbul Boğazı’nın en havali semti Bebek ve “Melekler Köyü” Arnavutköy’ü keşfetmek için yollara düşmeye karar verdik. Yollar dediğim Boğaziçi Üniversitesi durağından Aşiyan füniküleri ile hoop beş dakika ya da Üsküdar’dan tekne ile onbeş dakika Aşiyandasınız. Bu sefer rotamızda Aşiyan- Bebek – Arnavutköy hattı. Çok sevdiğimiz bu üç semtte kültürel bir geziye çıkmaya hazır mısınız?
Başlangıcımızı İstanbul’un iki boğaz köprüsünü de aynı anda en net şekilde gören Aşiyan Feneri ile yaptık. 1861 yılında Bebek ile Rumeli Hisarı arasında kurulmuş. yerlerden biri. Post-modern mimariye sahip Aşiyan Feneri, Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmış. Sadece şehrin manzarasını izlemek için bile gidilebilecek bir konumda.
Yürüyüş yapmak, balık tutmak ve İstanbul manzarasının tadını çıkarmak için ideal bir yerde.
Mezar taşları zengin, fakir, ünlü, kimsesiz, Müslüman, Rum, Çerkez, Musevi, sosyal statüleri, yaşadıkları döneme ait siyasi, kültürel yapıları ile bir toplumun belleğidir. Taşlar üzerinde gördüğümüz her simge, işaret, küçük detay bizleri birbirinden ilginç bilgi ve hikayelerle karşılar.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Atilla İlhan, Abidin Dino, Bedia Muvahhit, Orhan Veli Kanık, Yahya Kemal Bayatlı, Edip Cansever, Feyyaz Berker, Münir Nurettin Selçuk, Özdemir Asaf, Onat Kutlar, Doğan Cüceloğlu, İlhan İrem ve Tevfik Fikret gibi ünlü isimlerin de defnedildiği boğaza nazir mezarlık Aşiyan mezarlığı.
Aşiyan, "kuş yuvası" anlamına gelir. Aşıklar aşiyan mezarlığının önündeki dev ağacın oradan geçerken 3 kere kornaya basarlar... âşıkların anısına, kendi aşklarının gerçekliğini kanıtlamak için...
Bebek ve Rumeli Hisarı’nda yaşayan Müslüman halk, 16. yüzyıl itibariyle bu mezarlığa defnedilmişler.
Lise yıllarında yaptığımız Aşiyan Müzesi okul gezimizin fotoğrafı ile rahmetli edebiyat hocam Celal Özcan’ı da anmama vesile oldu bu ziyaret.
Çıkması hayli yorucu yokuşu çıktığınızda Servet-i Fünun dönemi yazarlarından Tevfik Fikret hayatını sürdürdüğü eve ulaşıyorsunuz. Tevfik Fikret’in ölümünden sonra evi İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından satın alınarak 1945 yılında müzeye çevrilerek ücretsiz ziyaretine açılmış. Tevfik Fikret’in mezarı müzenin bahçesine taşındığında müze “Aşiyan Müzesi” adını almış. Müzede, Tevfik Fikret’e ve ailesine ait fotoğraf kitap ve özel eşyalarının sergilendiği oda, Tevfik Fikret’in geçimi için bazı odalarını kiraya verdiği Abdülhak Hamit’e ait kişisel eşyalar tablolar fotoğrafların bulunduğu Abdülhak Hamit salonu, kadın şairlerimizden Nigar Hanım’a ait kitaplar fotoğraf resimler şahsi arşiv ve eşyaların sergilendiği Sair Nigar Hanım’ın odası var.
Tevfik Fikret’in öldüğünde büstü yapılırsa kullanılması için yüzünün maskı ve Atatürk’ün ölümü sonrası evini ziyaret ettiğinde yazdığı notu da müzede sergilenmektedir. Evin en ilginç yanı da hemen arka çıkıştan Boğaziçi Üniversitesi’ne giden patika -ki Tevfik Fikret ders vermeye Boğaziçi Üniversitesi’ne bu yoldan gidermiş.-
Moda’yı gezerken nasıl köşkler varsa Arnavutköy-Bebek gezince de elbette yalılar, ve hikayelerini olmadan olmaz. Bir zamanlar buranın sakinleri olan Rum ve Yahudi cemaati giderken arkalarında muhteşem Art-Nouveau işlemeli ahşap konaklar, semtin silüetini süsleyen kilise ve sinagoglar bırakmış.
Rumelihisarı Bebek arasında Yahya Kemal Bayatlı Caddesinde, Aşiyan Parkı'na bitişik olan Yılanlı Yalı’da bunlardan biri. 1700’lü yılların sonunda inşa edilen yalının ilk sahibi Reisülküttab Mustafa Efendi’dir. Yalının ismi gibi hikâyesi de bir hayli ilginç. Okuduğuma göre II. Mahmud, kayıkla geçerken yalıyı beğenmiş ve sormuş. Yalı sahibinin iyiliğini düşünen bir nedimi, “Hünkarım, o öyle yılanlı bir yalıdır” demiş. Adı böyle kalmış. 1964 senesinde çıkan bir yangınla tamamen yanan yalı, 1989’da mirasçısından satın alınarak restore edilmiş.
Yalının günümüzdeki hikâyesi de ilginç. Yalı ve çevresindeki arazi üç kardeşe kalmış. Üç kardeşin de yalıyı yeniden restore edecek paraları yoktur. Üç kardeşten biri hissesini Aydın Bolak’a satar. Aydın Bolak yalıyı tamamen yıkar ve içini beton, dışını ahşap halde yeniden yaratır. Bolak, iki kardeşe ana binanın yanındaki küçük binayı ikiye bölerek bırakmıştır. Bolak maddi zora düşünce hissesini satmıştır. Üç kardeşten ikisi hayata veda etmekte, biri yaşamını o yalıda sürdürmektedir.
İçinde cuma namazı kılınan ve hutbe okuması için minber bulunan mescitler cami, minberi bulunmayan yani cuma namazı kılınmayan küçük mâbedler ise mescit deniliyor. Her cami aynı zamanda mescittir ama her mescit cami değildir. Bu durumda cami mescitten daha büyük olmaktadır.
İlk olarak 17. yy.da Sultan IV. Mehmet dönemi devlet adamlarından, Nişancıbaşı Sıdkı Ahmet Paşa tarafından yaptırılan Kayalar Mescidi, tekkesi tahribata uğrayınca, 1877 yılında Kadiri şeyhlerinden Şeyh Ahmet Niyazi Efendi tarafından mescide dönüştürülmüş. Kiremit çatılı, ahşap bir ev görünümlü mescidin küçük bir minaresi var.
Genç yaşında Aksaray’dan çıkıp İstanbul’a gelen 19 yaşında Şeyh olan, halkı, askeri pek çok insanı kendisine bağlayan ve bu yüzden padişah tarafından idam edilen İsmâil Ma‘şûkī türbesi de burada. Derler ki mescidin önünden geçerken "Allahım, Allahım, Allahım" ruhu huzur bulsun” söyleyin.
Bir zamanlar küçük bir balıkçı köyü olan günümüzde ise İstanbul’un en lüks ve en gösterişli semtlerinden biri Bebek. Tarihi Hristiyanlık öncesi döneme kadar uzanan semtin, bilinen ilk adı, “Skallai” yani “İskeleler” kelimesinden türemiş olan “Hallai” idi. Bebek’in, bugünkü ismini ise ne alaka dememe rağmen Evliya Çelebi seyahatnamesinde yazdığına göre, II. Mehmed’in Rumeli Hisarı’nın yapımı ve kuşatma sırasında asayişi sağlamak üzere tayin ettiği Bölükbaşı Mustafa Çelebi’nin yakışıklılığından dolayı verilen “Bebek Çelebi” lakabından gelmektedir.
Camiler İslamın sembol yapıtıdır. Camilerde ibadet esnasında dış hayattan soyutlamak gibi bir amaç yoktur, bu nedenle zemin seviyesinde dış mekanla ilişkiyi sağlayan pencereler yer alır. Kiliselerde ise bu yükseklik hizasında pencere bulunmaz. Kilise planları haç seklindedir. Ortasındaki merkez cenneti temsil eder. Cami planlarında böyle bir soyut temsil mekânı yoktur. Kilise mimarisinde gösteriş cami mimarisinde atmosfer hakimdir. Kiliselerde şadırvan, camilerde vaftiz tekneleri yoktur.
Osmanlı döneminden kalan bir cok camimiz var. Bunlardan biri Cevdet Paşa Caddesi üzerinde, Bebek Vapur İskelesi’nin hemen yanındaki Bebek (Hümâyûn-u Âbâd) Camii, 1726 yılında, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından Bebek Köyü yazlık bir yerleşim yeri olarak düzenlenirken, Padişah için yapılan Hümâyûn-u Âbâd Kasrı yanına yine Padişah III. Ahmet adına yaptırılan camidir. Osmanlı tarihinin en önemli ustalarından biri kabul edilen Mimar Kemalettin tarafından yapılan bu cami 1912 yılında tamamlanmış. 20. yy başlarına kadar gelmiş, uzun zaman bakımsızlıktan harap ve bitap vaziyette olan Bebek Câmii, Evkaf Nazırı Mustafa Hayri Efendi tarafından yıktırılarak o dönemin Vakıflar Baş Mimarı Mimar Kemalettin Bey’e 1913’te aynı yerde bugünkü camiyi yaptırılmış. Ağaçların arasında kalmış, denize nazır, küçük ve sade bir cami. Altısı büyük, yirmi sekizi küçük olmak üzere toplam 34 pencere ile aydınlatmaktadır.
Bebek, Yoğurtçu Zülfü Sokağı No:15’de 1908 yılında bir okul ve yetimhaneyle beraber geniş bir kompleks olarak yapılan Lazarist (Lazaristler-Misyon Cemaati da olarak bilinen Lazarist cemaati, Roman Katolik Mezhebi anlayışındaki din adamları tarafından XVII. yüzyılda kurulmuş. Aziz Vincent de Paul’un izinden giden cemaat adını Paris’te sahip oldukları ilk manastırdan, Aziz Lazar Manastırı’ndan almışlar. Misyonerler 1783 yılında Türkiye’ye gelmiş. Lazaristler Polonezköy’de yerleşmişlerdir.) Sacre Coeur (Kutsal Kalp) Katolik Kilisesi. 1908 yılında okul ve yetimhaneyle beraber bebek tepelerindeki bu kocaman yeşillik alana yapılmış. Okulun adi Soeurs de La Charite Fransız Okulu. Soeurs de La Charite (Şefkat Rahibeleri) sivil toplum kuruluşu tarafından Bebek’te 1881’de kurulmuş. Soeurs de La Charite rahibelerine aitmiş. Okul artık yok ve okul binası, konut olarak kullanılmakta.
Bu okulun bir de yetimhanesi varmış. Nitekim 1856’da inşa edilen Eski Fransız Yetimhanesi, Karaköy’deki St. Benoit Lisesi tarafından yazlık okul olarak kullanılıyormuş. Sonra bir donem gençlik yurdu olarak kullanılmış.
Lazarist gördüğüm en ilginç yerleşim yerlerinden biri. İçeri giriyorsunuz, eski mi desem, garip mi desem, bakimiz mi bilemedim. Pencereler kenarında eşyalardan yasanlar var diyor ama tek bir hayat kıpırtısı yok. İçeri giriyorsanız sizi rahatsız eden objelere süslü koridorlara baktığınızda zihninize iyi düşünceler gelmiyor.
Bebek’ten Etiler’e çıkarken Tevfik Fikret İlköğretim Okulu’nun karşısında, sol kolda, İnşirah Sokakta 1830 yılında yapılmış. Ayios Haralambos Rum Ortodoks Kilisesi var. Kapısını, zilini çalıp çok ricalarda bulunmamıza rağmen gezmek için içeri almadılar bizi. Şöyle bir kafamızı uzatıp içeri baktığımızda kilisenin dar bir avluyla çevrelenmiş ve dikdörtgen bir planı olduğunu gördük. Can kulesi 1962 yılında eklenmiş olduğunu kilise içinde yaşayan bayandan ögrendik. Roma İmparatoru Septimus Severus döneminde Manisa’da Hristiyanların ruhani lideri olarak görev Hieromartis (Kutsal Şahit) unvanına sahip olan Aziz Haralambos, bu kiliseye ismini veren din adamıymış. Diğer tüm kiliseler gibi bu kilisenin de cemaati çoktan yitip gitmiş.
Kilisenin sokağından devam edince karşımıza bir emlak sitesinde gördüğüm kadarıyla şu an bos, hayli eski ve inşaat halinde 1751’de yapılan Ermeni Kavafyan Konağı çıktı. 18. yüzyıldan günümüze gelebilmiş, İstanbul’un en eski konağı. 3 katlı, 13 odalı imiş.
1998’e kadar, bugün hayatta olmayan, Kavafyan Ailesi’nin beşinci kuşak torunları Samuel ve eşi Beatris Kavafyan kiracı olarak yaşamış.
Tarihi Valide Paşa Yalısı (Hıdiv Kasrı) ya da Mısır Arap Başkonsolosluğu,
Bebek Cevdet Paşa Caddesi’nde 1902 yılında İtalyan mimar Raimondo D’Aranco tarafından yeni sanat üslubunda yapılmıştır. Bugün, bu yalı Mısır Konsolosluğu olarak hizmet vermektedir. Adı yalı ama kendisi 48 odalı bir sahil sarayı. 76 metrelik rıhtımı ile Boğazdaki yalılar arasında en uzun sahil şeridine sahip. Boğazın tam ortasında bulunan bu sahil sarayının denize bakan cephesi üç, caddeye bakan cephesi de iki katlı olarak inşa edilmiş.
Gelelim hikayesine. Her yalı gibi buranın da yaşanmışlığı ve hikayesi var. Emine Hanım, aslında burayı Türkiye Cumhuriyeti’ne hediye etmeye karar vermiş. Hatta gerekli tüm yazışmaları yapmış lakin gelgelelim Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte “Ağa”, “Paşa” ve “Bey” gibi unvanlar kaldırılınca yapılan yazışmalarda Emine Valide Paşa yerine “Bebekli Emine Hanım” ifadesi kullanılmış. Osmanlı Sultanı kendisine uygun görülen “Bebekli Emine Hanım” unvanına çok sinirlenip bu saray için Mısır Hükümeti’yle temasa geçerek ölünceye kadar yalının korusundaki köşkte oturmak şartıyla yalıyı konsolosluk olarak kullanması için Mısır’a bağışlamış.
Arnavutköy-Bebek sahil yolunda yer alan bir duvar çeşmesi olan Beyhan Sultan Çeşmesi. Sultan III. Mustafa’nın kızı, Sultan III. Selim’in kız kardeşi olan Beyhan Sultan yaşadığı dönemde pek çok eserin yapılmasına öncülük etmiş. 1804 yılında Barok üslubunda yapılan bu çeşmenin üzerinde Beyhan Sultan’ın kardeşi III. Selim’in tuğrası bulunuyor. Şu an diğer günümüze kalan çeşmeler gibi suyu akmayan çeşme.
Arnavutköy-Bebek sahili yolu üzerindeki Kortel korusunda yer alan Dr. Natuk Birkan Apartmanları, 1950’li yıllarda Haluk Baysal & Melih Birsel ortaklığında tasarlanıyor. Mimarların dik bir arazideki kot farkını avantaja çevirdiği tasarımda 2 bloktan oluşan her daire denizi izleyecek şekilde yapılmış.
Dedesi maarif nazırı, babası maarif müdürü olan Natuk Birkan Galatasaray Lisesi'nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümü'nü bitirdi ve bu okuldan verilen ilk doktora unvanını almış. Eğitim ile ilgili bir çok projeye destekçi oldu ve bilhassa kız öğrencilerin yüksek öğrenimlerine katkıda bulunacak projeler gerçekleştirmiş.
Cevatpaşa caddesi üzerindeki Villa Bebek, bir semtin simge binalarından biri. Bebek’in en sembol yapılarından. Villa mi desem yalı mi?
Açıkalın Apt., Cevat Açıkalın 1901 yılında İstanbul’un Boğaz kıyısındaki Bebek semtinde doğduğu yer. İstanbul’da Galatasaray Lisesi ile Cenevre’de Hukuk Fakültesinde görmüş. Açıkalın Hatay meselesindeki anahtar rolünden dolayı dönemin en etkin diplomatıdır.
Mühendis Ragıp Devres tarafından Viyanalı Mimar Ernst Arnold Egli'ye inşa ettirilen Ragıp Devres villası, Egli'nin İstanbul'daki tek eseridir. 1932-33 yılları arasında yapımı tamamlanan villanın "Viyana modern mimarisinin deneysel eseri" ve aynı zamanda da kübik mimarinin öncüsü olduğu söylenmektedir.
Berker Apt. No:77 Bebek
19.yy yapılmış. Art Nouveau bu kahir yapının ilk ismi Bereket apartmanı olarak geçiyor. İstanbul’da Art Nouveau akımı 19. yüzyılda Alexander Vallaury ve Raimondo D’Aronco başta olmak üzere birçok gayrimüslim mimar tarafından uygulanmış. Levantenler tarafından yaygınlaştırılan bu mimari akımın en güzel örneklerinden biri.
1500 yıllık tarihe sahip olan Arnavutköy Boğaz’ın en güzel köyü. Semtin en belirleyici özelliği muhteşem ahşap evleri ve sokakları.
Bir zamanlar üzüm bağlarıyla ünlü olan Arnavutköy, 19. yüzyıl başlarında çileği sayesinde daha popüler olmuş. İlk çağlarda tepedeki kireç ocaklarından ötürü adı “Hestai”’mis. Romalılar döneminde Konsül Promotos’un buraya yerleşmesiyle önce “Promotu”, sonra da “Ana- plous” olarak değişmiş. Burada daha sonra Hristiyanlığı kabul ettikten sonra Ayios Mikhailaion Kilisesi kurulmuş ve ilçenin ismi de “Mikhailaion” olarak değişmiş. Sonraki yıllarda “Melekler Köyü” anlamında “Horasmoto” denilmiş. Osmanlı döneminde ise Rumlarca, Karadeniz’den Marmara Denizi yönüne hızı saatte 12 deniz miline kadar ulaşabilen devamlı yüzey akıntısı nedeniyle Megali Revmatu (Büyük Akıntı) olmuş. İsmi ile ilgili bir başka hikâyede 1453’te Fatih’in İstanbul’u fethetmesiyle semti korumak için görevlendirilen, Arnavut asıllı yeniçerilerden alan Arnavutköy, kimi tarihçilere göre ise XIX. yüzyılda Sultan Abdülmecid tarafından getirilen Arnavut kaldırım ustalarından almış. Ama sonunda ismi Arnavutköy olmuş.
17. yüzyılda Evliya Çelebi seyahatnamesinde Arnavutköy halkının etnik yapısı ve yaşam tarzı ile ilgili şunları yazmış: “Leb-i deryada bin kadar bahçeli mamur haneleri vardır ki cümle Rum ve Yahudi ye mahsus olup cami, mescit, imaret yoktur. Bir küçük hamamı vardır. Dükkânları dar mahalde vaki olduğundan bağ ve bahçesi azdır. Ekmeği ve peksimeti beyazdır. Yahudileri sahib-i zevk ve ehl-i sazdır. Rum Hristiyanlarının ekseri kavmi antik cağda Lazlar’dır. Cemaati Müslim-i gayet azdır.”
İstanbullu olanların, Arnavutköy sahilindeki kazıklı yolda yürüyüp “Adamların evlerinin önünden yol geçirmişler, olacak şey mi” diye düşündüğü Boğaz’a bakan, iki-üç katlı, biraz dar görünümlü, ahşap yapılı, küçük balkonlu, dantel gibi ince süslemeli, pastel tonlarındaki asırlık binaların her biri sanat eseri olan dizi dizi sıralanmış tarihi Rum yalılarında bizim gibi fotoğraf çekinmeyi seviyorsanız bu evlerde yaşamış olanların hayatlarını düşünüp, kendimizi onların yerine koyarak, muhteşem deniz manzarası karşısında sosyal medya profillerimizi süsleyecek fotoğraflara buyurun.
Arnavutköy Camii” ve “Akıntı Burnu Camii” olarak da bilinen Tevfikiye Camii, Sultan II. Mahmud tarafından, oğlu Şehzade Tevfik adına yaptırılmış. Yapımına 1832 yılında başlanan camii 1838 yılında ibadete açılmış. Caminin henüz Müslümanların Arnavutköy’e yerleşmesinden önce kışladaki askerlerin ibadetleri için yapılmış. Geniş bir avlu içerisinde dikdörtgen planlı, kâgir duvarlı, ahşap çatılı ve tek minareli olan caminin, dört giriş kapısı olup 3499 metrekare bir alanı var. Her iki kapıdaki kitabede Sultan II. Mahmut’un tuğrası var. Tek şerefeli minaresi kesme taştan yapılmış.
Caminin hemen yanındaki Arnavutköy Polis Karakolu ise 1843 yılında inşa edilmiş iki katlı, kagir bir bina. Abdülmecid’in tuğrasını taşıyan girişte bir kitabesi de bulunan karakol simdi Arnavutköy Polis Karakolu olarak hizmet veriyor.
Tevfikiye Camii’nin arka çaprazından yukarı yolda Taksiarhis Kilisesi’ne var. Tarihi Bizans dönemine kadar giden kilisenin bugünkü binası 1899 yılında inşa edilmiş. 16 yüzyılda zengin Rumlar tarafından iyileştirici gücü olduğuna inanılan baş melek Mikail’e ithaf edildiği bilinen kilisenin çan kulesinde Hz. İsa’nın ağzından “Bana gel” yazıyor. Naosun güneyinde Dante’nin ‘İlahi Komedya’sını Türkçe ve Yunancaya çeviren Osmanlı diplomatı Kostaki Musurus Paşa’ya ait bir aile kabristanı bulunuyor.
Pazar sabahı kilisedeki ayine katılma fırsatını yakaladım. Ayinlerin pazar günü yapılmasının sebebi pazar günü, Mesih İsa’nın dirildiği gün olması. Dolayısıyla her Pazar günü Kutsal Ayini ile kutlanır. Kutsal Ayininin odak noktası ise “Efkaristiya” dedikleri yani sevgi sırrı, birlik işareti, Mesih’in yiyecek olarak alındığı Paskalya sofrası, ruhun nurla dolduğu gelecekteki mutluluğu gösteren güvencesi anlamına geliyor. Bunun için ayin ilk olarak Cemaatin toplanması ve Tanrı’dan af dilenmesi ile başlıyor, Giriş Duaları okunuyor, Rahip cemaati selamlıyor, sonra müminleri tövbe etmeye davet ediyor ve cemaatin adına pazar duasını ve en sonunda Kutsal kitabı okuyor.
Dua esnasında herkes ayakta oluyor ve Amen denilerek bitiyor. Yaklaşık 1,5 saat Türk Sanat müziği makamında ayinler söyleniyor. Bizim kaldığımız sure içinde sadece üç yaslı kişi geldi, mum yaktı, resimleri öptü, biraz kaldı ve gitti. Görünen o ki diğer tüm azınlık kiliseleri gibi buranın da artık cemaati kalmamış.
Arnavutköy sahilindeki aşı boyalı (eski ahşap yapıların önemli bir kısminin dış cephesini renklendiren, kırmızıya çalan kiremit rengi boya) Halet Çambel Yalısı diğer ismi “Kırmızı Yalı” Sultan II. Mahmud’un Ermeni asıllı baş bahçıvanı tarafından yaptırılmış. Sonra 1836’da Osmanlı ordusunu yenileştirmekte görevli Alman General Helmut von Moltke yasamış. 1930’da Fransa’ya göç eden bahçıvanbaşının vârislerinden yalıya ismini veren tanınmış arkeoloji profesörü Halet Çambel’in ailesi tarafından satın alınmış. Yalının sahibi olan Berlin sefiri İsmail Hakkı Paşa’nın kızı Remziye Hanım 1965 yılında miras olarak kızı Halet Çambel’e bırakmış.
Prof. Dr. Halet Çambel, eşimin Halasının eşinin kardeşi yani eniştesinin kardeşi, hala çocuklarının amcası Ağa Han Mimarlık Ödülü sahibi Nail Çakırhan ile evlenip yarım asır bu yalıda yaşamış. Bu yalının anlatılacak ailevi çok anısı var.
Halet Çambel 2004 yılında yalıyı Boğaziçi Üniversitesi’ne bağışlamış. Bu çok özel yalı amacına uygun olarak şimdi “Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji, Geleneksel Mimarlık ve Tarih Uygulama ve Araştırma Merkezi” adıyla Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde araştırmacılara hizmet vermektedir.
Bana tam da Arnavutköy Balıkçısı’nın olduğu bina gibi geldi. TUNCEL KURTIZ’IN ARNAVUTKÖY’DEKI ‘O’ EVI. Türk sinema ve tiyatro oyuncusu, yönetmen, yapımcı ve senarist Tuncer Kurtiz. Ezel dizisinin Ramiz dayısı olarak tanıyoruz.
Bina Arnavutköy Aya Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı’nın. Tuncel Kurtiz’in babası Selanik doğumlu bir Türk bürokratı olan Hamdi Valâ Kurtiz çok düzgün bir insan ve bürokrat olduğu için vakıf onun gibi birinin bu binada yaşamasını istemiş. Zamanında o eve girmeyen ünlü kalmamış. Yılmaz Güney’in de orada kalmışlığı olmuş.Yalının ilk sahibi Kostaki Musurus Paşa.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin eski başkanlarından Prof. Dr. Türkan Saylan'ın Arnavutköy'de oturduğu ev. 19yy. sonlarında Art Nouveau tarzda inşa edilmiş tescilli tarihi eser. Türkan Saylan 2009’da bu evde vefat etmiştir. Bulunduğu sokağa da ismi verilmiş.
Francalacı Caddesindeki Armatör Marvis evi, 1900’larin başında Arnavut Rumlarından Marvis adlı bir armatör tarafından inşa edilen bu köşkün tavan süslemeleri Baylan’ların izini taşıdığı için köşkün Balyan’ların olduğu söylenmekte. 129 yıllık köşk iki kez restorasyon geçirmiş. Günümüzde üst katları konut alt kati ise kafe olarak hizmet vermekte.
Körükçü Yalısı Art Nouveau stil yalılardan biri. 150 yıllık olduğu söyleniyor.
Arnavutköy’de gezerken göreceğiniz evlerin çoğu 20. yüzyıl başlarına ait, bir kısmı da Art Nouveau üslubunda yapılmış. Uzmanlar bu evlerin büyük bir kısmının standart olarak yapıldığını, Art Nouveau unsurların ise binalara inşaat bittikten sonra eklendiğini ve böylelikle şık bir görüntünün yakalandığını düşünüyorlar.
Stravdou Apt. Üvez Sok. No:3
Mimar G. Kavvas tarafından 1921 yılında inşa edilen Stravdou apartmanı Arnavutköy’ün ilk apartmanlarından biri. Bina girişinde Yunan alfabesi ile apartmanın, mimarin ismi ve yapım yılı yazıyor.
Kamacı sok. No:10’da kitaş yapı 1800’ler de inşa edilmiş. Aya Strati Taksiarhi Rum kilisesinin mali. Kilise tarafından müştemilat olarak kullanılmış. Hatta bu binanın altından kiliseye giden bir geçit varmış. Gelmişken çatı katına çıkıp deniz ve Boğaz manzarasını da görmeli.
Bir sokak deyip geçmeyin.
Bir kentin sokaklarıyla kimi merkezi caddeleri, o kentin özeti gibidir. Her bir kentin bilinen bir sokağı ve de o kentin tüm dönemleriyle örtüşüp bütünleşen bir caddesi vardır. Sözü edilen cadde ve sokaklar yalnızca o kentin şimdiki zamanını değil, daha çok geçmişiyle işaret edilen geleceğinin de bir yüzü, habercisi belki de hiç yanılmayacak olan bir göstergesidir. Bu güzel sokaklardan sizin için seçtiklerim:
Beyazgül Sok. No:29 ve 34
Francalacı Sok. No:45
Dulkadiroğlu Sok. No:6 Farklı ve özgün
Tayyareci Suphi Sok. No:15
Bakkal Sokak
Arnavutköy Cad. No:71
O kadar gezince bir şey yemek de gerekir. Nesi meşhur dedik ve Köfteci Ali Baba’ya geldik.
Sadece köfte üzerine uzmanlaşmış mekanlar, mönüsünde köfte de bulunan esnaf lokantalarından ya da lüks restoranlardan daha iyi yapıyorlar bu işi. Seyyar köfteciliğin duayenlerinden biri olan Ali Baba’nın Arnavutköy’de bulunan mütevazı ve tarihi dükkânı da bunlardan biri. Yıllarca seyyar arabasında köftecilik yaptıktan sonra, Arnavutköy’deki bu samimi dükkânı açmış. Ünlüler camiasından ziyaretçileri çok. Köfte yanında piyazı bir de irmik helvası çok meşhur.
Bir gezinin sonuna daha geldik. Ama bugün her bir adımızda o beton yığınlarının arasında can veren kardeşlerimiz için kalbimiz sıkıştı. Suçluluk duyduk. Yedik boğazımıza düğümlendi. Beraber resim çektik utandık. Öyle ki yürüdüğümüzden, gördüğümüzden, yediğimizden keyif almadık. Zaman geçse de bu yangın ne yüreğimizde ne de ülkemizde sönecek.
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Cahit Sıtkı Tarancı