Karaköy
Basit yaşayacaksın basit, sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit. Çay Simit Peynirle demiş Nazım Hikmet.
Bugun gunlerden KARAKÖY. Her ne kadar İstanbul’da yaşıyor olsak da İstanbul sürekli kendini yeniliyor, geliştiriyor. Bizde İstanbul’u yeniden keşfetmeye karar verdik.
İstanbul’un en güzel simitçisi dendi diye ilk durağımız burası oldu. Odun ateşinde pişen çıtır çıtır simit, yanına da peynir ve çay bana yeter diyenlerdenseniz var mı sizden mutlusu.
Vapur iskelesini geçtikten sonra sola sapinca Yeraltı Camii. Başka bir örneği olmayan yapı. Bunun nedeni de burasının bir cami olarak inşa edilmemiş olmasıdır. Burası aslında İstanbul kuşatıldığı zamanlarda Bizanslıların Haliç ağzını kapatmak için gerdikleri ünlü zincirin kuzey ucunun bağlandığı Kastellion kalesinin bodrumudur. Yeralti camisinin ustundeki zarif ahsap bina da eski Karantina binasidir.
Karaköy caddeden Boğaz yönüne devam edersek, bir süre sonra Kılıç Ali Paşa Camii ve Külliyesine varırız. Burası Karaköy’ün Karamustafa Paşa Mahallesi bulunmaktadır. Üzerindeki kitabeye göre 1580 yılında Kaptan-ı Derya Kılıç Ali tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Bir külliye olarak inşa edilen yapı, cami, türbe, medrese ve hamamdan oluşmaktadır.
Caminin en dikkat çeken mimarisi kubbenin iki yanında yer alan yarım kubbeler ve diğer iki yanında ki kemerlerdir. Çünkü bu şekil Ayasofya Camii’nin mimarisinde de yer almaktadır. Bu yüzdende cami Ayasofya’nın küçük boyutlu versiyonu olarak da bilinmektedir. Caminin girişinde, pencere üstlerinde ve mihrap üstünde yer alan hatlarda Karahisarı Ekolünün son temsilcisi olan Hatta Demircikulu Yusuf Efendi tarafından yapılmıştır.
Tophane Meydanı'nda yer alan Tophane Çeşmesi 1732 yılında Sultan I. Mahmut tarafından inşa edilmiştir. İstanbul’un en yüksek duvarlı çeşmesi olma özelliğine sahip olan Tophane Çeşmesi ayrıca İstanbul’un en büyük üçüncü çeşmesidir. Kitabesi ise şair Nafihi tarafından yazılmıştır. Çeşme I. Mahmut Han Çeşmesi olarak da bilinmektedir.
Osmanlı üslubundan Batı üslubuna geçişi yansıtan çeşme günümüze kadar üç kez onarımdan geçmiştir. Çeşme gerek mimarisi gerekse de İstanbul’un en yüksek duvarlı çeşmesi olmasından dolayı görülmesi gereken yapılar arasındadır.
Hemen caminin karşısında bulunan Kılıçali Paşa Hamamı 1578-1583 yılları arasında Osmanlı donanmasının en başarılı ve güçlü komutanlarından olan Kaptan-ı Derya Ali Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Hamam gün ışığını geçiren geniş ve göz alıcı kubbesi ile dikkat çekmektedir. Geçmişte uzun yıllar boyunca evsizlerin barındığı bir yer olarak kullanılan şimdi ise restorasyondan geçen hamamda yıkanmak için kişi başı 960 TL ödemeniz gerekiyor ha masaj isterseniz de artı 1000TL daha gözden çıkarmanız gerekiyor.
Meydanda bulunan Abdülmecid tarafından yaptırılan saat kulesinin denize bakan cephedeki kapısının üstünde Abdülmecid'e ait bir de tuğra yer alıyor. Yukarı doğru kademeli olarak daralan ve saatli bölümle beraber dört katlı bir yapıya sahip olan, Neoklasik tarzda yapılan tarihi Saat Kulesi yapıldığı dönemde, deniz tam önüne kadar geliyormuş hatta üzerinde yer alan sancak direğinin etkisi ve denize bakan kısımdaki zeminin oynamasıyla, kule zaman içinde denize doğru 1.5 derece yatmış. Harap haldeki bu saat kulesi yeni restore edilmiş haliyle artık şehrin nabzını tutan tarihi bir buluşma noktası.
Hemen ilerde tüm ihtişamıyla duran Nusretiye camii halk dilinde Tophane camii, Osmanlı tarihi yarımada dışında yapılan en büyük camidir. Denizden bakılınca kubbesi mahyaları kapattığı için II.Mahmud tarafından minareleri yıkılıp, daha uzun bir şekilde yeniden yaptırılmış. Camii, 1826 yılında Baltan ailesi mensubu Krikor’a yaptırılmış. Minare barok, cami gövdesi ampir üsluptadır. Nemden etkilenmesin diye yerden 3 metre yükseklikteki sütunların üzerine inşaa edilmiştir.
Karşı kaldırıma geçelim, geldiğimiz yönde yürümeye başlayalım . Çok kere yanıp yıkılan ve yeniden yapılan St. Benoit Lisesi’nin şimdiki şapeli 1730’lardan kalma. Okulun bahçesinde eski Ceneviz surlarından bir kule hale durmaktadır.
İstanbul'da bir cadde vardır ki, daha doğru söylemiyle yokuş, ne unutulmuştur ne de popülaritesini yitirmiştir. Burası eskiden basamaklı ve eski plak satıcıları, İstanbul gazetesi, dansingler, eski kitapçılar, pulcular dolu bir sokakmış. “Yüksek Kaldırım" işte bu düşlerin ve gerçekliğin yaşandığı yer.
Yüksek Kaldırım boyunca ilerledikçe arada bir sinagog var. Aşkenazi Sinagogu, 1900 yılında Avustralya kökenli Aşkenazlar tarafından yapılmıştır. Banker Sokağında yer alan Sinagog kadınlar balkonu anlamına gelen Azara bölümüne sahiptir. Ayrıca sinagogun içinde ki avizelerde Viyana’dan getirilmiş olup görülmeye değer güzelliklerdendir.
Aynı yol üstünde 1998 yılında hizmete açılan Schneidertempel Sanat Merkezi eski adı ile tofre begadim sinagogu. Felek Sokağındadır. Duvarındaki Sion yıldızı onu belli eder. Aşkenaz terzi birliği tarafından ibadete açılan sinagog 1940lı yıllardan sonra kullanılmamıştır. Mekanda düzenli olarak sanatsal ve kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Bitişiğindeki evin cumbasında ise Malta hacı oyuludur.
Buradan yukarı tırmanırken, sağ tarafta Avusturya Lisesi’nin binası var. Bu okul, Avusturyalı Lazaristler tarafından, 1882’de, Galata’nın en eski kilisesi olarak bilinen Aya Irını’nin yerine yapılan St. George Kilisesi’nin yanında kurulmuştur. Okulun karşı kaldırımında St George hastanesi bulunmaktadır.
Karaköy’de Voyvoda Caddesi (Bankalar Caddesi) ile Banker Sokağı’nın birleşimini oluşturan Komando Merdivenleri ismini dönemin ünlü ve zengin ailesi olan Kamondo Ailesinden almıştır. Aile büyüklerinden Abraham Salomon Kamondo tarafından yaptırılan merdivenlerin yapımı yaklaşık 13 yıl sürmüştür. Zamanla halk arasında Aşıklar Merdiveni olarak adlandırılan bu merdiven aslında Abraham Kamondo tarafından torunları için inşa edilmiştir. Yaptırıldığı yıllarda Avusturya Lisesi’nde eğitimini gören torunları Banker Sokağı’nın diğer ucundaki evlerine varabilmek için uzun ve bir o kadarda yorucu yokuşu çıkmak zorunda kalırlardı. Bunu gören Abraham Kamondo’da torunlarını bu yokuştan kurtarmak amacı ile bu merdivenleri yaptırmıştır. Yani merdivenlerin asıl yapılma amacı bir ‘torun aşkı’ dır.
Tarih boyunca Galata’yı yöneten Voyvodaların oturduğu yerde, 19. yüzyılın ortalarında cadde genişletilerek açılan Voyvoda Caddesi, bugünkü adıyla Bankalar Caddesi, Osmanlı ve Türk bankacılığının doğduğu yerdir. Caddede birçok sigorta şirketi, banka ve finansal işlemlerin yapıldığı şirketler yar almaktadır.
Bankalar Caddesi'nin başında simdi Sabancı Üniversitesi'ne ait bina Minerva Han. Eski bir Yunan bankasi. 1911-1913 yılları arasında inşa edilmiştir. Mimarı Basile Couremenos'tur. Üzerindeki heykeller çok ilginç.
Osmanlı Devletinin ilk sigorta şirketinden biri olan Generali Han “Assikurazioni Generali Anomim Şirketi” tarafından 1909 Mimar Giulio Mongeri’ye yaptırılmıştır. Art Nouveau- Barok tarzı izler taşımaktadır.
1904 tarihli Kamondo Han, 1880 tarihli Sümerbank binası, 1909 tarihli Assicurazioni Generali Han caddenin diğer etkileyici binası.
Yine bu sırada şimdi Akbank olan, karşı sırada ise Nordstern’in olan binalar var.
120 yıllık yüksek tavanlı bir binada yer alan Nordstern Hotel Galata, neo-Gotik bir cephe ve büyük sütunların arasına çift lansetli pencereler ile muhteşem şehir manzarasına sahip.
Bankalar Caddesi’ndeki sıralı görkemli banka binalarından biri de İş Bankası binası. Osmanlı Sigorta Şirket-i Umumiyesi’nin 1913-1916 yıllarında yaptırdığı bina, 1953’ten bu yana İş Bankası’nın.
Tünelin sağından perşembe pazarına doğru ilerlerken Arap Camii tabelasını takip ettiğinizde karşısına sokak arasından kocaman bir kule çıkıyor. İlk olarak San (Aziz) Paula Kilisesi olarak inşa edilen Arap Camii 1453 yılında Osmanlıların egemenliği almasıyla camiye çevrilmiştir. 1913-1919 yılında geçirilen detaylı onarımla da yapı büyük bir değişime uğrayarak genişletilir ve geçirdiği değişimle de mimarisi Osmanlılaşır.
Arap Camii'de her ne kadar Osmanlı mimarisi ağırlıklı olsa da dikkatli bakıldığında ilk yapıldığı hali olan gotik mimarisinden de izler taşımaktadır.
Yolun karşısına geçip, sanayi arasından deniz kıyısına ulaşınca salaş mı salaş mı ancak bir o kadar turistik 38 yıldır Karaköy’de olan Süper Mario Emin Usta’nın lavaşta uskumrusunu yemeden olmaz. Bu dürümün en büyük özelliği mangalda yapılması. Mangalda pişen balığı koydukları lavaşa aynı zamanda marul, soğan, domates ve tabii baharatlar ekleniyor. Sonra dürümün dışı soslanıp, susam serpilip tekrar mangala koyuluyor. Burada devreye o “özel sos” giriyor. Dürümün üzerine ve içine bu özel sostan konuluyor. Bu sos farklı bir lezzet katıyor diyebilirim.
Ben balık dürümü çok sevdim. Karaköy’e yolu düşen herkese öneriyorum. Afiyet olsun!
Kaotik güzellik Perşembe Pazarı… Hırdavatın kalbi boyunca tekrar Karaköy’e varınca Meydan ile Karakoy iskelesi arasındaki geçitte Ömer Abed Han. Istanbul’da en cok bina yapan mimar Vallaury’nin Art Nouveau tarzı eseri. Bu han aslında şehrin ilk alışveriş merkezlerinden biri. Günümüzde bu han elektronikçiler çarşısı olarak kullanılıyor.
Ömer Abed Han’a sapmadan denize doğru gidildiğinde, sıranin sonunda Ziraat Bankasi binası. Yapıldığı tarihte Viyana Bankası imiş. Denize bakan cephenin ikinci katının üstünde bir terası bulunur ve burada iki heykel var. Kadın heykeli ticareti, erkek ise endüstriyi temsil ediyor.
İstanbul'un Tarih Kokan Gözde Semti Karaköy’ün kalbi sayılabilecek Kemankeş Kara Mustafa Paşa mahallesinde irili ufaklı birçok yeme-içme mekanı bulunuyor. Duvarları süsleyen grafitiler görülmeye değer. İlk olarak: yeni rıhtım inşaatının arkasından açılmış ve “Rıhtımlar Caddesi” olarak isimlendirilmiştir. 1948 yılında Rıhtımlar caddesinin ismi Kemankeş Caddesi olarak değiştirilmiş.
Karaköy’de Ali Paşa Değirmeni Sokakta yer alan patrikhane bünyesinde üç kilise (Meryem Ana Türk Ortodoks kilisesi, Aziz Aya Nikola Kilisesi, Aziz Yahya Kilisesi) bulundurmaktadır. Bu üç kilisede Türk Mücadele yıllarında Türk Ortodoksların eline geçmiştir. O zamandan bu zamana kadarda Türk Ortodoks Patrikhanesinin kontrolündedir. Kilise özellikle içerisinde yer alan Türk Bayrağı ve Ne Mutlu Türküm yazısı ile dikkat çekmektedir.
Karaköy’de ne yapılır sorusunun en heyecan verici cevaplarından; fıldır fıldır tasarım dükkanları gezilir.
Bunlardan biri olan MAEZAE yıllar boyunca farklı ülkelerden toplanmış en özel parçaların dekorasyonunu üstlendiği, geçmiş kokan tablaların üzerine günümüzün tasarımcılarının el emeklerinin konulduğu bir mağaza.
Günü Karabatak’ta kahve içerek bitirmek. Yıllar önce eski bir torna dükkanından cafe’ye çevrilmiş. Avusturya kökenli Julius Meinl’in kahvelerini burada bulabilirsiniz. Ayrıca; alkollü özel kahveleri de bulunuyor. Bütün gün gezdikten sonra takılmak için harika bir yer.