Mezopotamya'ya Tepeden Bakmak - Diyarbakır
Dokuz günü fırsat bilip elli sene önce doğduğum ve kırk sene sonra tekrar görmeye geldiğim şehir Diyarbakır ve sırasıyla Mardin, Gaziantep, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ı anlatacağım eğer sıcaktan gezmekten vazgeçmez isem. Bu gezi esnasında ne yazık ki yöre halkının yalancı ve üçkağıtçı olduğunu yaşadığım kötü tecrübelerden öğrenmiş oldum. Taksiciler taksimetre açmıyor ücreti yuvarlayıp söylüyor, yol bulma konusunda da hiç kafaları çalışmıyor, araba kiralama şirketleri size kaskosuz araba veriyor, isteseniz de kasko yapmıyor, üstelik bu yörede arabaların %90’ı kaskosuz, kiralarken sormanız gerekir diye pişkin pişkin konuşuyorlar, çok kötü araba kullanıyorlar, incir çekirdeğini doldurmayan anlamsız şeyler için tartışıyorlar ve uzattıkça uzatıyorlar. Neyse ben tüm bu hoşnutsuzluklara rağmen ısrarla keyifle gezip anlatmaya devam edeceğim.
Otelden çıkıp yürüyerek İç Kale’ye vardık. Burası Diyarbakır Müze kompleksi. Müzeye bilet alıp gitmeden önce Hz Süleyman Camii’ye uğradık. 1155–1160 yılları arasında Nisanoğlu Kasım tarafından yaptırılan Hz. Süleyman Camii’nin bulunduğu yerde Diyarbakır’ın Fethi sırasında şehit olan 27 sahabenin yattığı Meşhed bulunuyor. Cami Selçuklu tarzında, mimarisi ise Arap usulüdür.
16 yy. Osmanlı yönetimine giren İç Kale’nin Saray, Oğrun, Küpeli, Fetih adlı dört kapısı var. Fetih ve Oğrun kapıları dışa, Saray ve Küpeli kapıları ise kente açılıyor. 5 bin yıl önce kurulan İç Kale, tarih boyunca şehrin yönetim merkezi olmuştur. Kentsel Dönüşüm Projesi ile Sur İçi bölgesinde bulunan ev ve işyerleri boşaltılmış. 352 yapının yıkımı ile boşaltılan yerlerde arkeolojik kazılar yapılması planlanıyor.
İçkale içinde düzgün kesme bazalt taşından yapılan ve üzerinde kitabesi bulunmayan Aslanlı Çeşme 19. yy sonlarında inşa edilmiş. Üçgen alınlıklı çeşmede, dilimli kemere sahip niş içerisine yerleştirilmiş aslan heykelinin ağzından su akmakta. Aslanlardan biri kayıp ama diğeri Arkeloji müzesinde görülebilir.
Jandarma Binası, 1887-1891 tarihleri arasında dönemin Diyarbakır valisi Hacı Hasan Paşa tarafından yaptırırmıştır. Eğimli bir araziye kurulan bina kuzey-güney yönünde uzanan dikdörtgen bir plana sahip.
Adliye Binası, Hükümet Konağı olarak kullanılmak üzere 1889 yılında inşa edilen yapı dikdörtgen plan tipinde kuzey-güney yönünde inşa edilmiştir. Malzeme olarak kesme taş ve moloz taşı kullanılmış.
Müze binası içinde bulunan eserler, Diyarbakır’ın 65 km. kuzeybatısında Elazığ karayolu üzerinde Ergani ilçesinde bulunan Çayönü antik kenti cilalı taş devrine yani günümüzden yaklaşık 9000 yıl öncesine dayanıyor. İnsanlığın yerleşik düzene geçişini anlatan en önemli arkeolojik yapılardan birisidir. M.Ö 8000–9000’li yıllara uzanan geçmişinden ilginç birkaç örnek verecek olursak; buğdayın tarımda ilk kullanıldığı, köpeğin evcilleştirildiği ilk yer olarak kayıtlara geçtiği bilinmektedir. İlk yerleşim M.Ö. 10200 yıllarında olmuştur ve bölgede M.Ö. 4200’lü yıllara kadar yaşanmışıtır. 6000 yıl boyunca birbirinden farklı mimari tasarımlarda binalar bulunmuştur (yuvarlak planlı kulübeler, ızgara plan, taş döşemeli vs) Çayönü kazılarında günümüze kadar gelen taş temelli kerpiç binaların ilk örneklerine rastlanmıştır. Buradan çıkarılanları Diyarbakır Müzesi’nde görebilirsiniz.
İç kalenin kuzeydoğu köşesinde yer alan Saint George Kilisesi M.S. 3 yy. ait olduğu düşünülmektedir. Roma dönemine ait kiliseye Artuklular zamanında batı tarafına eklenen kubbeli bölüm ile hamama dönüştürülmüştür. Özgün eserin bir Roma yapısı olduğu, daha sonra kiliseye çevrildiği düşünülmektedir. Üç nefli bazilika planlı kilise, elips bir kubbeyle örtülüdür. Bu mekanın sivri kemerlerle birbirine bağlanmış sekiz ayağın taşıdığı üst örtüsü günümüze gelmemiş.
Eski Cezaevi Binası; ilk olarak Artuklular döneminde han olarak inşa edilen yapı, Hasan Paşa zamanında onarılıp hapishaneye çevrilirmiştir. Kareye yakın dikdörtgen planlı eserin ortasında açık avlu etrafında kapalı birimler yer almaktadır. Dikdörtgen biçimli avlu tek katlı fakat güneye bakan bölüm iki katlıdır.
Diyarbakır Müzesinden çıkıp, şehri tamamen kuşatan UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan Diyarbakır Surları’nı gezmeye başladık. Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun ikinci yapısı konumundadır. Diyarbakır’un Sur ilçesini komple içine alan yapının uzunluğu 5,5 km yüksekliği ise 7–8 metre civarındadır. Surların ne zaman yapıldığına dair kesin bir tarih olmamakla birlikte (M.Ö 3000 - 4000 yılları arasında Hurriler döneminde yapıldığı söylenmektedir) M.Ö 349’da Bizans İmparatoru Constantinus tarafından yenilendiği bilinmektedir. 5 çıkış kapısının bulunan Diyarbakır Surları’nın bazı yerlerinde eski dönemlerden kalma yazıtlar ve kabartmalar da bulunmaktadır.
Diyarbakır’ın kapıları ve burçları çok meşhur. Dağ Kapı (Harput Kapı) şehrin kuzeyinde iki silindirik burç arasında yer alır. Kentin kuzey girişinde bulunan kapının sağında ve solundaki burçlarda, Bizans, Selçuklu, Arap ve Osmanlı kitabeleri yer alır. Burçlarda hayvan, bitki, kartal, çiçek, güneş ve yıldız kabartmalarından gamalı haça kadar çeşitli semboller bulunmaktadır.
Dağ Kapı’dan başlayıp şehri tek bir cadde boyunca baştan başa yürüyerek tüm tarihi eserleri görebilirsiniz. Yürüyüş istikametinde sağlı, soğlu tüm gezilecek yerleri sırasıyla anlatacağım.
Nebi Cami; Akkoyunlular döneminde, 15 yy.’da yapılmış tek kubbeli camidir. Minaresinde ve caminin değişik yerlerinde, Peygamber Efendimizden bahseden kitabelerin çokluğundan Nebi ya da Peygamber Cami denilmektedir. Şafiler kısmı, Hanefiler kısmı ve medrese olarak inşa edilen camiden günümüzde Şafiler bölümü ve medreselerin bir kısmı kalmıştır. Şafiler kısmı enine dikdörtgen planlı ve kubbeyle örtürmüştür. Caminin mihrabı beyaz taştan yapılmıştır. Caminin etrafı siyah bazalt taşlarla ve yüksek olmayan duvarla örtülmüş. İbadet mekanının ortasında iki kare ayak ve duvarlara dayalı bir kubbe ile örtürü. Caminin içinde bulunan türbeyi de Vali Abdullah Paşa eşi ve kızı için yaptırmış.
Hasan Paşa Hanı; Diyarbakır’da Ulu Camii’nin doğu girişinin karşısında, Gazi Caddesi’nin üzerinde yer alan tarihî bir handır. 1572– 1575 yıllarında zamanın Diyarbakır Valisi Vezirzade Hasan Paşa tarafından yapımına başlanmış, sonrasında başka bir göreve atanmasından dolayı hanın tamamlanması Osman Paşa döneminde olmuştur. Kervansaray’dan sonra Diyarbakır’daki en büyük ikinci han olan Hasan Paşa Hanı iki katlı bir mimariye sahip.
İslam dünyasının beşinci Harem-i Şerif olarak kabul ettiği Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camisi. Burası 639 yılında Hz. Ömer döneminde şehrin merkezindeki en büyük mabed olan Martoma Kilisesi’nin yerine inşa edilmiş. Arap oduları tarafından kiliseden camiye çevrilmiş. Daha sonra 1091 yılında Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah’ın buyruğu ile büyük bir onarım görüp eklentilerle bugünkü şeklini almıştır. Avlunun ortasında bulunan Güneş Saati... Bir metre kadar yükseklikteki yuvarlak bir mermer üzerinde bulunan demir parçasının, güneşin dönme hareketiyle birlikte etrafında dönen gölge sayesinde zamanı bildirmektedir. Bu saat başlıklı bir adet sütun üzerine yerleştirilmiş, güneşin hareketlerine göre zamanı haber vermektedir. Sibernetiğin babası olarak kabul edilen ünlü bilgin El-Cezeri’nin yaptığı tarihi güneş saatinin, öncesinde caminin dışındaki meydanda bulunduğu ancak 1920’lerde şimdiki yerine getirildiği bilinmektedir. Cami içinde bulunan Şafiler bölümü 1528 yılında Antak beyi Ahmet Zirki tarafından yaptırılmıştır. Yapının kiliseden camiye dönüştürülen kısmı bugünkü Hanefiler bölümüdür. Avlunun güneyinde bulunan Hanefiler bölümü olarak adlandırılan kısım asıl caminin harimini oluşturmaktadır. Bu bölüm, ortada bulunan alınlık çatıya sahip iki katlı bir cephe düzeniyle doğrudan avluya açılmaktadır. Avluya ikili bir kapı şeklinde açılır. Kapılar arasında ortada bir mihrabiye yerleştirilmiştir. Bu mihrabiye ile birlikte cephede üçlü bir kapı düzeni varmış izlenimini uyandırmaktadır. Mihrabiyenin üzerinde şerit şeklinde bir kitabe panosu bulunmaktadır. Alınlıklı cephe yukarıda üç pencere ve alınlık içine yerleştirilmiş bir başka üç pencere ile hareketli bir şekle getirilmiştir. Bu haliyle Şam Emeviye Camisinin girişi cephesini hatırlatmaktadır. Anadolu döneminde inşa edilen Mesudiye Medresesi 1198-1223 yılları arasında yapılmıştır. Melik Mesud döneminde tamamlandığı için ismi Mesudiye olarak anılmıştır. Önemli bir özelliği var Mesudiye Medresesi'nin. Anadolu'nun en eski ve ilk üniversitesidir. Medresede; tıp, astronomi, fizik, biyoloji, ilahiyat, edebiyat ve felsefe eğitimi verilmiştir. Mesudiye Medresesi, kesme taştan yapılmış olup; iki katlıdır. Bu görkemli eser Ulu Camii ile bağlantılıdır. Eyyubiler döneminde yapılan Zinciriye Medresesi Ulu Cami’nin Hanefiler bölümünün batısında yer almaktadır. Medrese ile Ulu Cami’nin aradında dar bir yol bulunmaktadır. Tamamen siyah bazalt ve beyaz kalker taşından yapılan medrese iki eyvanlı ve tek katlıdır. Yapının dört cephesindeki kemerlerin üstü ayetlerden oluşan yazılarla süslüdür.
Bu muhteşem camiden çıkıp arka sokağına vararak Diyarbakır'lı şair Ahmed Arif’in konağını ziyaret ettik.
Terk etmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz, uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni…
Müze evde yazara ait yazıları, gözlüğü, daktilosu, mektupları, kitapları ve 40 düğmeli yeleği bulunmaktadır.
Diyarbakır evlerinin özelliklerini en özgün biçimde muhafaza eden ve en güzel örneklerden diğeri de Cahit Sıtkı Tarancı’nın evi. Diyarbakır merkezde Camii Kebir Mahallesinde yer almaktadır. 1733 yılında inşa edilmiş ve bir dönem eski Trahom Hastanesi olarak kullanılmış daha sonra Cahit Sıtkı Tarancı’nın ailesine verilmiş. 1973 yılında Kültür Bakanlığı tarafından satın alınarak müze olarak düzenlenmiş. Müzede şaire ait özel eşyalar, mektupları ve kitapları ile etnografik eserler de sergileniyor. Mimarisinde özellikle Akkoyunlu, Artuklu ve Osmanlı stili hakim. İklim şartları göz önüne alınarak, yazlık, kışlık, baharlık bölümlerinden oluşan, içe dönük, orta avlulu ve çok pencereli olarak inşa edilen evin orta avluda oval bir havuzu bulunmaktadır.
Bahçesindeki kafede bir soluklanıp buraya has Reyhan Şerbeti ile serinleyelim dedik. Türklerin kadim içkilerinden biri. Yaz aylarında serinlemek için tüketilir genelde. Sindirim sistemini düzenler, gazı şişkinliği alır, ağızdaki yaraları tedavi eder, saç dökülmesini engeller ve saçları güçlendirir, iştah açar, tansiyonu düşürür, sinir hastalığına iyi gelir.
Dinlendikten sonra kaldığımız yerden yürümeye devam ettik. Diyarbakır’ın 12. valisi İskender Paşa tarafından 1551-1554 yıllarında yaptırılırmış İskender Paşa Cami. Mimar Sinan’ın eserlerinden biri ve Diyarbakır’ın üçüncü önemli camisidir. Tek kubbeli, kare plan tipine sahip caminin dört köşesi kemerlidir. Caminin sol tarafında silindirik gövdeli, tek şerefeli cam minare, avlusunda şadırvan bulunmaktadır.
İskender Paşa mahallesinde yer alan İskender Paşa Konağı 1551 yıından itibaren 14 yıl Diyarbakır valisi olarak görev yapan İskender Paşa tarafından kendisi için yaptırılmış. Konak zemin +1 katlıdır. Yapının L şeklinde harem bölümü ve arkada selamlık bölümü yer almaktadır.
1683 yılında Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yapılan tarihi Sülüklü Han 2010 yılında restore edilip açılmıştır. Burası aynı zamanda Kurtuluş Savaşı yıllarında süvari birliklerinin karargahı olarak da kullanılmış. Han içerisinde bulunan kuyudan bir zamanlar dönemin hekimleri tarafından şifalı olduğuna inanılan sülükler çıkarılıp hastaların tedavisinde kullanıldığı söylenmektedir. Sülüklü Han isminin de kuyudan çıkarılan sülüklerden gelmektedir.
Akkoyunlu Kasım Han tarafından yaptırılan Şeyh Mutahhar camisinin Dört Ayaklı Minaresi yekpare dört sütun üzerinde inşa ettirilmiş. Minarenin sütunları altından yedi defa geçenin her dileğinin yerine geldiğine inanılırmakta. Minaresindeki kitabesinde, caminin 1500 tarihinde Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey’in zamanında yapılmış olduğu ve Anadolu’daki tek örneği olduğu yazılmaktadır.
Mar Petyun Keldani Kilisesi, Sur İlçesi, Özdemir Mahallesi’nde Şeyh Mattar Cami yakınlarında. Ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmeyen kilise, mülkiyeti Katolik Mezhebine bağlı Keldaniler tarafından günümüzde de kullanılmaktadır. Kiliseye giriş sağlayan kuzeybatı köşedeki kapının üstünde 1834 yazılı kitabeye yer verilmiştir. 1834 onarım tarihi olarak kabul edilmektedir. Yapı birçok kez onarım görmüştür. Diyarbakır’da birçok yapıda olduğu gibi ana yapı malzemesi olarak siyah bazalt taş kullanılmıştır.
Surp Giragos Ermeni Ortodoks Kilisesi ile ilgili bilgiler yazılı kaynaklara ilk olarak 1517 tarihinde geçmiştir. Kilisede, 1827 ve 1880 yılındaki büyük yangından sonra ek binalar inşa edilmiştir. Yapılan eklemelerden sonra, ikisi kilisenin ikinci katındaki kadınlar mahfilinde; beşi giriş katında olmak üzere dünyadaki tek 7 horanlı Ermeni Kilisesi haline gelen yapı, üç bin kişinin bir arada ibadet edebileceği kapasiteye ulaşmıştır.
Yürürken her yerde satılan Diyarbakır çöreğini de denemeden geçmeyelim dedik. Özellikle bayramlarda bolca yapılan ama gündelik hayatta sabah kahvaltılarının da vazgeçilmezi olan, içinde mis kokulu baharatlar barındıran bir çörek. İçinde mahlep var, mayana var, bereket sembolü çörek otu ve susam var.
Caddenin sonunda bulunan yapımı 1527 yılında tamamlanan Kervansaray’ın diğer adı Hüsrev Paşa Deliller Hanı olarak da geçmektedir. Diyarbakır’ın merkez Sur ilçesi’nde bulunmakta. Han, 72 oda, 17 dükkan ve 800 deve alabilecek kapasitede bir ahırdan oluşuyor. Bugün restore edilerek otel haline getirilmiş.
Diyarbakır Surları’nın bir parçası olan Keçi Burcu, Mardin Kapısı’nın doğu kısmında yontulmuş kaya kütlesi üzerinde bulunmaktadır. Surlar üzerindeki burçlardan en eski ve en büyüğü olan Keçi Burcu’nun ne zaman yapıldığı ile ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır. 11 kemerden oluşan burcun bir zamanlar tapınak olarak da kullanıldığı düşünülmektedir.
Surların çevresinden yürüyerek gezmeye devam ediyoruz. Dış kale surlarının Ulu Beden (Ben u Sen) ve Yedi Kardeş olmak üzere toplam 82 burcu vardır. Bunlar çoğunlukla yarım daire, bir bölümü de çok köşelidir. İki katlı olan burçların alt katları depo olarak kullanılmış üst katlar ise savaş zamanlarında askerlerin konumlandırılması için tasarlanmıştır.
Ali Paşa Cami ve Medresesi Mardinkapı ve Urfakapı arasında yer alır. Bir Mimar Sinan eseridir. Dönemin Diyarbakır valise Hadım Ali Paşa tarafından yaptırılmıştır. Medrese, zikirhane, havuz ve şadırvan bulunmaktadır. Caminin iç duvarları belli bir yere kadar mavi renkli altıgen çinilerle kaplanmıştır. Tek katlı olan medresenin avlusu dikdörtgen biçimindedir.
Ali Paşa semtinden içeriye girerek 3. yüzyıldan bu yana burada yer alan Meryem Ana Kilisesi’ne uyğradık. Ali Paşa da hala ibadete açık. Onarımlardan dolayı, özgün yapısında değişikliklere gidilse de 2004 - 2005 yıllarında yurt içi ve yurt dışında yaşayan Diyarbakırlı Süryaniler’in ortak girişimiyle yapılan restorasyon çalışmalarının ardından günümüzdeki halini almıştır. Kilise; dört avlu, divanhane ve din adamlarının yaşadıkları bölümlerden oluşmaktadır.
Surp Sarkis Kilisesi, Katolik Ermenilere ait bir kilise olup ne zaman yapıldığı ile ilgili net bir bilgi bulunmamaktadır. 15. yüzyılda inşa edilmiştir. Ortadoğu’nun en büyük Ermeni kilisesidir. 1915'te Diyarbakır Ermenileri katledildikten sonra, Vali Reşit bey, Ermenilerin kıymetli mallarının bu kiliseye toplanmasını emretmiş, hatta oraya getirilen piyanolardan bir tanesini de kendi evine göndermiştir. Kilise binası, I. Dünya Savaşı bitene dek ordu karargahı, savaştan bitince ise Sümerbank deposu olarak kullanılmış, sonrasında da terk edilmiştir. Bir süre sonra bakımsızlıktan damı çöken kilise, şimdi kullanıma kapalı ve kilisenin avlusu mahalle sakinleri tarafından günlük yaşam içinde kullanılmaktadır.
Dönemin Osmanlı valisi olan Ahmet Cemil Paşa tarafından 1888-1902 yılları arasında yaptırılmış. Bugün Cemil Paşa Konağı olarak bilinen yapı haremlik ve selamlık bölümlerinden oluşuyor. Diyarbakır evlerinde kullanılan kesme bazalt taş bu konakta da kullanılmış. Cemil Paşa Ailesi; Şeyh Sait Hareketi içerisinde yer almıştı. Şeyh Sait Hareketi ardından Cemil Paşa ailesindeki bireylerin hepsi tutuklanıp yargılanmış, daha sonra her ne kadar beraat etseler de sürgünden kurtulamamışlardı. 1927 yılında ailenin bir kısmı İzmir Buca’ya ve Türkiye’nin birçok iline sürgüne gönderilmiş, devlet tarafından mallarına el konulmuş. 1936 - 46 yılları arasında Cemilpaşa Konağı “İsmet İnönü İlkokulu” olarak trahom hastalığına yakalanan öğrencilerin okuduğu bir okula dönüştürülür. 1946’da sürgün dönüşünde ailenin bir kısmı yine konağa yerleşir ve 1965’lere kadar konakta yaşarlar. Daha sonra bakımsızlıktan aile konağı aile çalışanlarına bırakır. Onlar da konağın selamlık bölümünü Sami Hazinses ve Yakup Bostancı’ya puşicilik işletmesi için verirler. Daha sonra konağın müştemilat kısmı bir kısım varisler tarafından satılır, diğer bölümler de viraneye dönüşür.
Parlı Safa Camisi Akkoyunlu döneminde Uzun Hasan tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Burası kokulu ve süslü minaresiyle ünlüdür. Minarenin yapımı esnasında kirecine Diyarbakır çevresinde yetişen kokulu bitkiler ve misk katılmıştır. 19. yy sonuna kadar özel bir kumaşla muhafaza edilen minare, sadece cuma günleri açılmakta, kokunun yayılması sağlanmaktaymış.
Tatlı yiyelim tatlı konuşalım. Meşhur Diyarbakır Burma Kadayıf... 1950 yılında açılmış, Diyarbakır'ın en iyi kadayıfını yiyebileceğiniz mekan... Kadayıfının lezzetini unu Harran'dan, fıstığı Antep'ten, cevizi Niksar'dan, tereyağını Urfa'dan getirtip öteki malzemeler ile kendi ustasından ve ailesinden öğrendiği sırlarından olduğunu söylüyor.
UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yerini alan Hevsel Bahçeleri, Diyarbakır Surları ile Dicle Nehri arasında yer alan eşsiz güzelliğe sahip tarımın anavatanı kabul edilen yerlerden birisidir. Diyarbakır surlarıyla Dicle Nehri arasında göz alabildiğine uzanır Hevsel Bahçeleri. Efsanelere, türkülere konu olmuştur. Mezopotamya’nın belki de en eski tahıl ambarı olduğu söylenir ama Hevsel’in barındırdığı yaban yaşam pek bilinmez. Bu cennet bahçesi, 180’den fazla kuş türünün yanı sıra su samuru, tilki, sansar, sincap ve kirpi gibi birçok memelinin de barınağı da olmaktadır.
Gazi Köşkü; asıl adı Semanoğlu Köşkü olan yapı 15. yüzyıl Akkoyunlular tarafından yaptırılmıştır. 1. Dünya Savaş’ında karargâh olarak kullanıldıktan sonra 1935 yılında belediye tarafından satın alınıp Gazi Köşkü olarak adlandırılarak Atatürk’e armağan edilmiştir. Mardin Kapısının dışında Dicle Köprüsünün batı yamacındadır. Köşk iki katlı olarak yapılmış, her iki katında birer eyvan ve eyvanların iki yanında mekânlar yer almaktadır... Şu an tam bir harabe... Köşk ve içindekiler bakımsız ve terk edilmiş... Atamıza bu kadar mı saygısızlık yapılır... Yazıklar olsun...
On Gözlü Köprü, Dicle Köprüsü, Silvan Köprüsü ve Mervani Köprüsü olarak dört ayrı isimle bilinen ihtişamlı köprü, Mardin Kapının 3. km batısında yer almaktadır. Köprünün tarihçesi hakkında bazı kaynaklarda 6. yüzyılda I. Anastasias döneminde yapıldığı bilgisine ulaşılmaktadır. Köprü zaman içerisinde şehri kuşatan kuvvetler tarafından yıktırılmış ve daha sonradan yeniden onarılmıştır. Şehrin son defa Bizans İmparatoru Juannes Tzimisces tarafından 974 yılında kuşatılması sırasında yıktırıldığı bilinmektedir. Her köprünün olduğu gibi buranın da hikayesi var...
Diyarbakır'ın güneybatısında, Dicle Nehri kenarında, Kırklardağı vardır. Bu Kırklardağı'nın arkasında Kırklar Ziyareti vardır. Çocuğu olmayanlar, buraya gelip dilek dilerler. Bir Süryani zengin ailenin de hiç çocukları olmuyormuş. Kadın, Kırklar Ziyareti'ne gelip dilek dilemiş, adak adamış. Bir kızı doğmuş. Adını Suzi (Suzan) koymuşlar. Her yıl doğum gününde, annesi onu süsler, giydirir ve Kırklar'a götürerek, bir kurban kestirirmiş. Suzan böylesine bin nazlarla büyüyüp, güzel bir genç kız olmuş. Müslüman komşularının oğlu Adil'le, birbirlerine aşık olmuşlar. Yine bir doğum yıl dönümünde, annesi Suzi'yi, hizmetçilerle beraber kurbanını kesmek üzere, Kırklar Ziyareti'ne göndermiş. Arkalarından habersizce Adil de gelmiş. Hizmetçilerin kurban kesme telaşından yararlanan Suzi, Adil'le beraber, dağın arkasına dolanmışlar ve orada sevişmişler. Kırklar Ziyareti, bu beraberliği bağışlamamış ve ziyaret Suzi'yi çarpmış. Kız On Gözlü Köprü'nün orada, Dicle'de boğularak ölmüş. Suzi'nin ölümünden sonra, Adil de aklını yitirmiş. Adil ve Suzi'nin yaşadığı dram da dilerden dile türkü olarak taşınmış.
İşte Adil ve Suzi'nin türküsü/ Suzan Suzi:
Kırklar Dağı'nın düzü
Karanlık bastı bizi
Kör olasan zalım Suzan
Ziyaret çarptı bizi
Köprü altı kapkara
Ana gel beni ara
Saçlarıma kumlar doldu
Tarağ getir de tara
Gazi köşkü serindir
Dicle suyun derindir
Ağlama sen garip anam
Kadir mevlam karimdir
Tarihten Bugüne Fışkıran Su “Anzele”... Nereden geldiği bilinmeyen efsane şu... Asıl adı Ayn-ı Zelal olan bu yere kısaca Anzele deniyor. Ayn kelimesinin anlamı Göz-Göze. Zelal ise berrak ve temiz demek. Ayn-ı Zelal ise berrak kaynak anlamında kullanılıyor. 1950’lere kadar Anzele, şehrin üç önemli su kaynaklarından biri oluyor. Bu su daha eski tarihlerde ise Diyarbakır’ın Mardinkapı semtinden dolanıp hayvan derilerinin işlendiği (Tabakhane) yerden geçiyor. Buradaki adı Haram su. Su değirmenlerini de çalıştırmak maksadıyla ilerleyen Anzele’nin yolculuğu, tarihi Hevsel bahçelerini de sulayarak, Dicle Nehri’ne dökülmesiyle son buluyor.
Suriye ile Türkiye arasında 40 km’lik bir sınır çiziyor. Basra’nın 64 km yukarısında Fırat Nehri ile birleşerek “Şattülarap” ismini alıyor ve Basra Körfezi’ne dökülüyor. Kürtçede “Çemê Dîcle” olarak isimlendirilen Dicle Nehri’nin Batı dillerindeki adı ise “Tigris”. Nehrin adı mitolojik bir hikâyeden geliyor. Dicle-Fırat tüm mezapotamya ve bölge için olmazsa olmazıdır. Dicle nehri kıvrıla kıvrıla giderken gittiği her yere bereket götürür. Kürtlerdeki bir inanışa göre ise Dicle Nehri, Aras, Zap, Fırat ile birlikte cennetin dört nehrinden biridir ve Allah’a giden yol olarak bilinir. Günümüzde yöre halkı, bayram arifelerinde ve özel günlerde On Gözlü Köprü üzerine çıkar, dilek ve isteklerini bir kâğıda yazarak Dicle Nehri’nin sularına bırakır.
Diyarbakır’dan 50 dakika uzaklıktaki üç tarafı derin vadilerle çevrili, öteki tarafı da oyularak, yekpare bir kaya üzerine oturtulmuş Eğil Kalesi’nin, Asurlular zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir. Oldukça büyük bir alana inşa edilen kalenin iç kısmı o dönemde sığınak ve depo olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kayalar oyularak bugün için bilinen ve görülen 4 tünel kazılarak kaleden metrelerce uzaklıktaki vadilerden Dicle Nehri yatağına ulaşmaktadır. Huri, Mitanni, Urartu, Asur, Med, Pers, Roma İmparatorluğu ile Büyük Selçuklular gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapan Eğil, peygamber kabir ve türbelerinin yanı sıra kral mezarları ve o dönemin izlerini taşıyan eserlere de ev sahipliği yapıyor. Eğil'de yapılan Dicle Barajı ve baraj göleti ile ilçe sahil kasabası görünümüne bürünürken, tarihi kalenin eteğindeki baraj suyunda tekne ve jet-ski'lerle geziler düzenleniyor.
Diyarbakır’dan Mardin’e gitmek için arabamızı almaya araç kiralama servisine gittiğimizde bize kiralanacak aracın kaskosuz olduğunu ve bu yörelerde araçların %90’ı kaskosuz dolaştığı ve kasko ücretini ödemeyi teklif etmemize rağmen yapılmadığını ve müşteriye boş senet imzalatmaya çalıştıklarını şok içinde yaşadık. Buralarda bu şekilde müşteriyi dolandırmaktalar çünkü bir kaza anında tamirde kaldığı süre boyunca kiralama ücretini de almaktalar. Düzenbazlık dizboyu. Yazık halen bir arpa boyu yol alamamışlar.
Tüm bu sıkıntılara rağmen gezimize devam ederek Mardin’e gitmek için otogara gitmemiz gerektiğini öğrenerek yoldan geçen dolmuşa atladık. Yolda yolcu almak için duran minibüse bir ara dışardan müşteri camdan başını uzatarak bir şey söyledi. Sonra şöför ve yolcular derken birden bire tartışma sonra da kavga başladı ve dolmuş durdu. Bu yörelerde bunlar sık olmakta. Herkes de sebebini oruç tutmaya bağlamakta halbuki sabahın köründe edilen bu kavgaların oruç ile bağlantısı olmayıp resmen yöre halkının mizacına bağlı olduğu apaçık ortada. Zor bela tartışma sonlandırırıp otogara gelip Mardin otobüsüne bindik.