Bitmeyen Travmamız
Son birkaç yıldır hem dünyada hem de ülkemizde yaşadığımız felaketler sinirlerimizi harap etti. Neredeyse her gün kötü bir olayla güne başlamak rutinimiz oldu. İnsan sormadan edemiyor, bu kadar acıya nasıl dayanıyoruz diye!
Yaşadığımız kitlesel ölümlerle beraber, günlük hayatımızın bir keşmekeş içinde sürüklenmesini neredeyse kanıksadık. Bunun en önemli örneği, kitlesel ölümlerde sadece rakam konuşuyoruz. 3,5,52,85,97... 23,48,150,216,301... Rakamların hangi facialara ait olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Oysa anneleri, babaları, çocukları, eşleri, kardeşleri... Ne çok insan onlarla ölüyor! Biz sadece sonsuzluğa gidenlerin sayılarını biliyoruz. Kimlerdi? Hayalleri neydi? Arkalarında neler bıraktılar?
Bir kaç gün sonra, başka ölümlerle acılar içimizde katman katman birikiyor. Bir diğeri onun üzerine ekleniyor. Ruhumuz ağırlaştıkça ağırlaşıyor.
Soma'da ambulanstaki sedyeye bindirilirken sedye kirlenmesin diye çizmesini çıkarmaya çalışan madencinin naifliği, Ermenek'te "oğlum yüzme bilmez ki" diyen annenin ağlayışı hepimizin içini yakıyor. Bu ülkenin güzel insanlarına nasıl kıyıyorlar? Çocuklarına, kadınlarına, gençlerine, işçisine...
Hayatımıza devam edemiyoruz. Ölenlerin yasını, kalanların acısını paylaşıyoruz. Huzur arıyoruz, adalet arıyoruz...