1859

Nigar'ın 18. Günü

Nigar konağın kapısını çalarken hiç olmadığı kadar rahattır o gün. Eğer her şey dün geceki gibi olursa bu kadının kahrını çekmek zorunda kalmayacağını düşünür. Tam 1500 lira kazanmıştır bir gecede. Neredeyse burada bir ayda aldığına yakındır bu para. Üstelik istediği şarkıları söylemiştir. Tamam, çok yorucu bir gece olmuş, uykusunu da alamamıştır ama olsun. Sonuçta bir süre sürdürecektir bu işi. Çocukların ihtiyaçları için biraz para biriktirebilse ne iyi olur diye düşünür. Hicran kapıyı açtığında Nigar’ın suratındaki rahatlığı görünce şaşırır. 

HİCRAN- Hoş geldin Nigar abla. Hayırdır? Pek keyiflisin? 

NİGAR- Havadan! Bugün keyfimi kaçıramaz kimse. 

Nigar bunları söylerken ayakkabılarını çıkartıp terliklerini giymiştir. Hemen mutfağa geçer. Buzdolabının üstünde asılı yemek listesine bakarken Sabiha hanım gelir. 

SABİHA- Nerede kaldın? Kahve içemedim başım tuttu yine. 

NİGAR- Hemen yapıyorum 

Sabiha hanım.Bir yandan kahveyi koyarken bir yandan da göz ucuyla yemek listesine bakmaktadır. 

NİGAR- Bugün domates çorbası, mercimek… 

SABİHA- Ay yok istemem! Canım mantı istiyor bugün. 

NİGAR- Mantı mı? 

SABİHA- Evet. Kahveyi yap kıyma almaya git. Biraz fazla al, çok yap buzluğa at bir kısmını. Eh, hazır hamur açmışken biraz da çiğ börek yap. 

Nigar kahveyi verirken kadının suratına insaf ister gibi bakar. 

NİGAR- Yarın yapsam? Hayır yani bugün için fırında pirzola… 

SABİHA- Allah Allah? Canım mantı istiyor diyorum duymuyor musun? 

NİGAR- (yorgun) Duydum… 

 -o- 

Leyla yattığı yerden yere düşürdüğü televizyon kumandasını almaya çalışır. Ama yetişemeyeceğini anlar. Tekrar doğrulur arkasına yaslanır. Tülü aralayıp dışarıya bakar bir süre. Gözlerine yaş dolar. Son yıllarını neredeyse hep bu yatağın üstünde geçirmiştir. Tuvalete gitmek için bile birine muhtaçtır. Allah canımı alsa da kurtulsam diye düşündü. Tek yapabildiği şu camdan dışarı bakmaktı. Oysa nasıl özlemişti dışarıda yürümeyi, deniz kenarına gidip mısır yemeyi, çarşı pazar gezmeyi. Nigar’ın eskiden olduğu gibi vakti olsa da beni taksiyle gezdirse diye düşündü. Sonra bu düşüncesinden utandı. Yıllardır zavallı kız, çocuklara bakmaktan perişan olmuştu. Bu felç olmasaydı, eskisi gibi en azından yemek yapıp, evi süpürse bile ne iyi olurdu. Çok yüküm onlara diye düşündü. Kızını düşününce içi acıdı. Kızının hiç kendi hayatı, evi, barkı olmamıştı. Sonra oğlu ve gelini geldi aklına. O kaza… Gözlerinden yaşlar boşaldı. Nasıldı almıştı yaradan ikisini birden? Küçücük çocukları kalmıştı. Evlat acısını yüreğinin derinlerinde hissetti. Kapı açılma sesini duyunca hemen sildi gözlerini. 

SELMA- Uyuyor musun Leyla teyze? Aaa, sen ağladın mı yoksa? 

Elindeki çorba kasesini masanın üstüne bırakıp kadının yanına geldi. 

LEYLA- Yok be kızım ne ağlaması? 

SELMA- Yapma ama böyle. Neye canın sıkıldı yine? 

Leyla gülmeye çalışır. 

LEYLA- Kumandayı alamadım, ona sıkıldım. 

Selma yerden kumandayı alıp verir. 

SELMA- Amaaan derdin bu olsun. Bak çorba getirdim sana.Birden bir şey hatırlamış gibi durur. 

SELMA- Tuvalete gitmek ister misin önce? 

Leyla duacı gözlerle bakar Selma’ya. Selma gülümseyerek kadının koluna girer, tam kaldıracaksan kapı hızla açılır, Sinan hışımla içeri girer. Onlara bakmadan elindeki kitapları masaya fırlatır ve odasına girip kapıyı hızla kapatır. 

LEYLA- Sinan oğlum ne oldu? 

SELMA- Boş ver, gençlik. Sinirlenmiştir bir şeye. Hadi kalk sen.

ARKASI YARIN.....

Bu eser tüm haklarıyla onbi.tv'ye aittir.